Gerçekte faaliyet raporu kitapçığını hazırlayan,
onaylayan ve itiraz etmeyenlerin hastalıklı
yaklaşımlarını yeterince ortaya konmuş olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca, Suriye Çerkeslerinin en az
zayiatla, en sorunsuz bir şekilde anavatana dönüşlerinin
sağlanması bugünlerde gündemimizdeki en önemli konu,
yaşamsal konu, tüm zamanımızı üzerine harcadığımız konu.
Buna karşın Suriye Çerkesleri’nin dramının, uzak
olmayan bir gelecekte diğer diaspora ülkelerinde
yaşamamız olası dramın temelinde Dönüşün öncelememiş
olması, dönüş için yapılabileceklerin yapılmamaış olması
yatıyorsa mutlaka değiştirilmesi gereken hastalıklı
zihniyetin, kendini “en” görme hastalıklı paradigmesının
bir iki örneğinin daha altını çizmekte yarar görüyorum.
Şimdi
sıkı durun. Beyeler, bayanlar o kadar “en” ki ilkelere
“en”liklerinin bir anlamda düşüncesizliklerin kanıtı şu
cümleyi yazabiliyorlar:
“KAFFED, Çerkes dilleri ve kültürlerinin Anayurt
Kafkasya’da oluşup geliştiğini kabul eder.” Breh
breh. Bari “lütfen kabul eder”, “kabul ederek
anavatandakilere büyük bir iyilikte bulunur” gibi
birşeyler ekleseydiniz a...
Elbette
ki en kötüsü faaliyet raporunun, daha önce yayımlanan ve
kitapçık oylumunda eleştirmiş olduğumuz ve eleştirileri
susarak kabul etmiş oldukları halde halen dağıtımı süren
bize göre bu hastalıklı paradigmanın bir başka yüzkarası
“Biz Çerkesler” kitapçığı gibi kendi içinde de tutarsız
olması. Şimdi Kaf-Fed’in son zamanlarda
akademisyenler(!) aracılığı ile sık dile getirdikleri
“Çerkes tüm Kuzey Kafkasyalıların siyasal ve kültürel
üst kimliğidir” ön kabulü ile şu paragrafı bir
irdeleyelim. Belirtmekte yarar var paragrafı aldığımız
metin öyle ayak üstü yapılmış bir konuşma, uluorta
yazılmış olabilecek bir metin değil. En küçün bir
yanlışlığı, kendi bakış açısı ile, paradigması ile en
küçük bir çelikiyi kabul edemeyecek bir metin. Başlık:
Türkiye Cumhuriyeti 60. Hükümeti’nden Talep ve
Beklentilerimiz.
“Günümüzde dünyada yaşayan Çerkeslerin en büyük kesimi
(yaklaşık % 80’i) Türkiye’de bulunmaktadır. Türkiye
dışında Kafkasya’da (Rusya Federasyonu içerisindeki
Adigey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar
Cumhuriyetlerinde, Abhazya’da, Güney Ostya’da) Ürdün’de,
Suriye’de, İsrail’de ve Avrupa ülklerinde çok sayıda
Çerkes yaşamaktadır.”
Şimdi
Nasrettin Hoca’nın karısının keçi hikayesine benzer bu
paragrafın neresini düzeltelim. Ya da deve hikayesini
nasıl anımsamayalım. Hani deveye “Deve, deve boynun
neden eğri?” diye sormuşlar da o da “Nerem doğru ki?“
diye yanıtlamış ya... Yine biz görebildiğimiz
eğriliklere dikkat çekmeye çalışalım ve önce Çerkeslerin
nerlerde yaşamış olduklarına bakalım. Bu zatların
Türkiye’yi sanki anavatanmış gibi vurgulamış olmalarını
şimdilik geçelim ve maddi yanlışlıklara bakalım. Türkiye
dışında Kafkasya’da denmiş ve parantez içinde üç
cumhuriyetimiz, Abhazya ve Güney Osetya sayılmış.
Şimdi
Kıyı boyu Adığelerini yani Şapsığları, günümüzde illaki
ayrı sayılan Wıbıxleri saymadan ya da yok sayarak Soçi
Olimpiyatlarının önemsendiğine hangi aptallar
inandırılabilir derseniz? Krasnodar kenti ve Rusya
Federasyonu’nu diğer bölge ve kentlerindeki dernekler
kuran kültürel faaliyetlerde bulunan dil kursları açan
Çerkesler neden yok sayılır. Hadi bunlara akıl ermedi
diyelim. Peki Güney Osetya denmişken Kuzey Osetya nasıl
unutulur? Ya da, Çeçen, İnguş ve Dağıstan
cumhuriyetlerinden hiç söz edilmemesi, Çerkes’in bütün
kuzey Kafkasyalıların kapsadığı yalanına kendilerinin de
inanmadığının kanıtı olmaz mı? Şu son on yılı
yaşayanların Irak Çerkesleri ile iletişimleri olanların
Mısır, Irak, Libya Çerkeslerinden söz etmemeleri neyle
açıklanabilir? Bunları bilen biri için %80 Türkiye’de
neredeyse 20 milyon Çerkes yaşadığı anlamına gelmez mi?
Bunu ileri sürene “Atma Recep... “ demezler mi? %80’nin
Türkiye’de olduğu, Çerkes’in Adığe-Abaza ya da sadece
Adığe karşılığı kabul edildiğince ancak doğruya yakın
olmayacak mıdır? Bu da kendi paradigmalarını en büyük
çelişkisi değil midir?
Ancak
bu sıralanışta beni daha çok rahatsız eden Abhazya ve
Güney Ostya’nın artık bağımsız birer ülke olduklarının
vurgulanmaması. RF üyesi diğer cumhuriyetlerle aynı
parantezde verilmesi, aynı stadüde oldukları yanlış bir
algı oluşturulması. Peki buna her fırsatta vurgu
yapılması gerektiğini bilmeyen, vurgulamayanların ortak
akıl toplantılarında siyaset oluşturabileceklerine
inanamak saflık olmaz mı. Asıl kaybedilen ve aranması
gereken aklın kendisi değil mi? Özetle daha sonra sözü
edilen bu iki ülke bağımsızlığının önemsenmesi,
inandırıcı olabilmesi için bağımsızlığı öncekendimizin
içselleştirilmesi, kendimizin bir parçası kılmamız
gerekmez mi?
Glelelim “akademisyenler(!)” i neden ünlemli
yazdığımıza. Bu ünlemi son yıllarda çok önemsenen
akademisyenlerin kendi alanlarındaki uzmanlıkları için
değil, belirbi bir alanda saygın bir akademisyenin, her
alanda doğru değerlendirme yapabilir sanan akademisyen
severlerimiz için kullandım. Öyle ya dünyaca sayılı bir
fizik profesörünin, özel ilgisi yoksa halkalar sorununu
bilebilmesi istenebilir mi? Ya da çok iyi bir sosoyolog
da olsa eğer bizim alanmızda çalışmamış ise bizim
sorunumuz konusunda sağlıklı değerlendirme yapabilir
mi? Kürt ya da Alevi konusunu şok iyi bilen bir
akademisyenin, kendi konusunu çok kapsamlı, çok derin
biliyor olması, ya da salt akademisyen olması Çerkes
sorununun çözümü konusunda her söylediğini doğru kabul
etmemizi gerektirir mi? Öyle sananlar “dışardan biri”
eleştirimizdeki gibi çuvallamazlar mı?
Ciddi
bir akademisyende ciddi bir olayları değerlendirme,
genelde “neden*sonuç” ilişkilerini daha iyi bilebileceği
ve bunları temel alarak özelde de daha sağlıklı
değerlendirmeler yapabileceği yadsınabilir mi? Ancak
genelde kendisini ne denli iyi yetiştirmiş olursa olsun
bir akademisyenin özel bir alanda sağlıklı değerlendirme
yapabilmesinin ön koşulu, sağlıklı veriler toplamak
değil midir? Bir akademisyenin söz söylemeyi düşündüğü
bir konuda ilk yapması gereken sağlıklı bilgileri elde
etmek değil midir ve bir akademisyen bizlerin
yadıklarını okumadan karşılaştırmadan neyin ne için
söylendiğini anlamadan özelimizde sağlıklı değerlendirme
yapabilmesi, Çerkesler için yol haritası çizebilmesi
mümkün müdür? Dahası hangü ulusal etnik sprun bir
diğerinin kopyasıdır?
Dışarıdan olan birinin “dışardan biri” gibi bakım
değerlendirmesi anlaşılabilir de bizlerden olanları
“dışardan biri” gibi bakmaları kolay anlaşılır bir şey
mi?
Yıllardan beri ortak akıl toplantıları, sempozyumlar,
konferanslar düzenleyebilen Kaf-Der ve Kaf-Fed’in
“Anavatana Dönüş” konulu bir kez olsun ses getirici bir
etkinlik düzenlememesi sorun çözme konusundaki
içtenlikle bağdaşır mı?
Anlattıklarımızın Suriye Çerkesleri konusu da işte bu
içtenlikle ilgili. Halkınızı gerçekten sevüyorsanız
eğer, halkınızın sorunlarını gerçekten sorun
ediniyorsanız eğer halkınız için öncelikli olanın ne
olduğunu görmeniz çok zor olmuyor. Hep dile
getiridiğimiz bulunulan ülkede yaşanan ülke
vatandaşlığını da kaybetmeden vatandaşlık alma hakkından
yararlanılsaydı eğer Sorun şimdi bu kadar belirisiz, bu
denli ağır olur muydu?
Hadi
diyelimki o dönem önemini kavrayamadık. Peki son on
yıl... en kolay en sağlıklı dönüşün nasıl
sağlanabileceği konulu birt oplantı olsun neden
yapılmamıştır sizce? Neden, 1999’da kabul edilip, 24
Temmuzda son iyileştirmeler eklenen, RF Soydaşlara
ilişkin devlet politikasının nasılını, kimlerin soydaş
sayıldığını, soydaş turistin bulunduğu ülkede bile
haklarnın savunulacağını, anadilini, kültürünü, gelenek
ve göreneklerini koruyup geliştirilmesi için yardım
edileceğini, soydaşın Rusya Federasyonu’nu ziyaret
etmek, ülkeye dönmek istediğindeki haklarını, eğitim
almak istediğinde kendisine sağlanabilecek olanaklarını
daha bir çok olumlu yaklaşımı içeren federal yasaya
gereken önem neden verilmez? Neden yasada belirtilen
hakların sağlanması için projeler geliştirilmez, neden
yasanın varlığı herkeslere duyurulmaz, neden anavatanla
ilişkiler sıkılaştırılmaz?
Neneden
anadilleri günü önemsenir de 14 Mart Adığe dili günü hiç
gündeme gelmez... Neden en Adığelerin
cumhuriyetlerimizin kuruluşundan sonra en büyük politik
başarı diyebilecepimiz 1 Ağustos Dönüş Bayramı az
bilinir. Neden Faaliyet kitapçığında dahi yer almaz?
Evet
arabanın tekerleği kırılmadan yapılabilecek daha sayısız
uyarıda bulunulabilir? Ancak bunları yeterli kabul
edelim. Yeni Yönetimin Suriye konusundaki çabalarının
umut verdiğinin altını çizelim, en kısa sürede ilkeler
ve öncelikler, dönüş, olanaklar konularının ele
alınacağı etkinlikler beklentisine girelim.
“İlkeler”in KAF-FED’e hiç yakışmadığını, bulunduğu her
ülke ve kentte ulusal soruna ilişkin çalışmalarda ses
getiren öğrencilir yetiştirmiş okulumun bunu hak
etmediğini, mutlaka yeniden ele alınması gerektiğini bir
kez daha vurgulayalım ve Suriye konusuna yoğunlaşalım... |