Yazılarımı izleyenler tanımlamalarımı artık
biliyorsunuz... “Hariçten Gazel
Okuyanlar”, “Deplasman
Severler”, “Sanal
Kahramanlar”, Türkiyeli Çerkes Miğferi
Giyenler”, “Sürgünümsüler”,
“Aydınımsılar” “Kafalarında Türkiyeli Çerkes
Çemberi Taşıyanlar”, “Bu
Çemberi Kıramayanlar”,
“Eski Yeni
Yetmeler”, “Anlamamakta
Direnenler”, eski deyimle
ilanihaye...
Ama
doğrusu “Özgür Çerkes” sitesinde okuduğum “Yüzleşme-1;
İklim değişir Akdeniz olur.”
Yazısına kadar Hapae Erhan’a
bu saydığım tanımların hiçbirini yakıştıramıyordum.
Dahası yine böyle eleştirmek zorunda kaldığımda açıktan
eleştirmek zorunda kaldığımda bu tanımları kendisi için
kullanmadığımı da yazmıştım. Erhan'la
tanışıklığımız çok eski. 1967’den beri. Evlerine gittim
sofralarında ağırlandım. Yemek üzerine acı kahvelerini
içtim. Anne ve Babasının güzel Adığabzelerini
dinledim. Büyük ağabeyi Ceyhan Şahin ile Ankara’da iken,
küçüğü Turhan Şahin’den çok daha sık görüştüm. Hayatın
gerçeklerine ilişkin çok şey öğrendim. Aynı kişinin aynı
fıkrayı sayısız kez anlatıp ilgi çekebileceğini onda
gördüm, Semra ablasında da konukseverlik, saygı ve
espriyi bağdaştırabilen Çerkes kızı örneğini...
Özetle
dostluğum daha çok aile büyükleri ile idi ancak, daha
genç olmasına ve hep farklı siyasal görüşlerde, ayrı
kamplarda olmamıza karşın görüşlerini, çabalarını,
değerlendirmelerini hep önemsedim. Şiirleri ile
duygulandım. Yazılarını severek okudum. CC’de çizdiği
portremi sevdim ve “Türkiyeli Çerkes Çemberi” adlı
kitabıma ilk yazı olarak koydum. CC’den ayrıldığında
üzüldüm. Diğer bilinen sitelerimizin hiçbirinde CC’deki
düzeyi ile uyumlu konforu bulamayacağını düşündüm.
Sözünü ettiğim yazısını okuyunca da şaşakaldım.
Yazısını eleştireceğim Hapae Erhan işte
bu Erhan. Ama neyleyim ki bizler, aile desteği alabilen,
baba desteği ile iş kurabilen günümüz şanslı
dönüşçülerden değiliz. Çoğumuz ana-babalarımıza
karşı gelerek bu mücadeleye adım attık ve sürdürdük.
Benim kuşağımdan anavatana dönüş yaptığı için yakın
çevresince desteklenenlerimiz çok azdır. Yoktur demek
belki de daha doğrudur. Peki, ana-babalarını
üzeceğini bile bile doğru bildiği için anavatanına
dönenlerin, yanlış yazıları, eylemleri, etkinlikleri
eleştirmek de davaya inanmışlıklarının,
sorumluluklarının gereği değil midir?
Ayrıca
yanıt, sadece Hapae’ye verilmiş bir yanıt
da olmayacak. Bu yazı
bağlamında, dönüş karşıtları yanında, kendisini dönüşçü
saymasına, dönüşçü bilinmesine karşın, dönüşü
içselleştiremeyenlerle birlikte iyi niyetle dönüşü
anlamak isteyenlere de, dönüşün ruhunu bir kez daha
anlatmaya çalışacağız.
Yukarıda saydığım tanımlamaları hak ettiğini düşündüğüm
karşıtların
-ki Hapae de bu yazısı ile bu namları ziyadesi
ile hak etmiştir- kimi özellikleri ortaktır. Bunların en
belirgin olanı ulusal sorunumuzu “dışarıdan biri” gibi
değerlendirmeleri yorumlamalarıdır. Zaman zaman çok
önemsedikleri görüntüsü veremeye çalışmalarına karşın,
bu önemser göründükleri yazılarda bile kendilerini ele
veren, olayın dışında gördüklerinin kanıtı deyimleri
kullanırlar.
Örneğin
Hapae de biz dönüş yapanlar için; “...Yurtlarına
gittiklerini sanıyorlardı, üstelik biz de öyle
sanıyorduk.” diyebiliyor. Görüldüğü gibi,
bizlerin anavatanımız olduğu için, yurdumuz olduğu için
döndüğümüz ülke, bu anlayışta olanlar için yurt
değilmiş.
Bir
örnek daha;
“...Haklarını
öğreniyorlar, insan olarak-toplum olarak.
Çingeneler-Süryaniler-Zazalar-Kaberdeyler-Lazlar-Kürtler-Gürcüler-Aleviler
hatta Türkler bile. Abzahlar yok.” Peki
Hapae bir Abdzax değil mi? Salt bu söylem, Hapae’nin de
sorunumuza “dışarıdan biri” gibi yaklaştığının,
halkımız için bir gelecek kurgusu olmadığının,
sorunumuzun çözümü için mücadele etmediğinin kanıt değil
midir?
İşte
böyle bir konum ve paradigması
olanlar da ne denli demokrat bilinseler, ne denli
dönüşçü bilinseler de, en güzel tanımını “el elin
eşşeğini, türkü çığırarak arar” deyiminde
bulabileceğimiz ruh haliyle, ulusal sorumuz üzerinde
yazar çizerler. Bu paradigma aynı zamanda sorunumuza
ilişkin hemen her yanlış yaklaşımın besin kaynağıdır.
Küçücük bir araştırı, savunurmuş gibi yaptıkları ve
mutlaka bedel ödemeyi gerektirecek hiçbir etkinlikte
bunların, bedel ödeyecekler arasında olmadıklarını
ortaya koyacaktır.
Örnek
mi;
“Çerkesya’ya
dair umutlar gitgide eriyor. Sanki bir başka baharı
beklemek zorundayız. Sovyet baharı Baltık ülkelerine
yaramıştı oysa bütün doğu Avrupa’ya, belki enerji
satışıyla zenginleşen orta Asya’ya. Bize bir şey
getirmedi" diyor.
Iİzninizle ben de bu yaklaşımı
sorguluyorum:
Sevgili
Erhan sizce sözü edilen baharlar ülkelerin iç
dinamikleri ile mi oluşuyor? Ayrıca gerçekleşen
baharların ne pahasına gerçekleştiğini göremeyecek kadar
görme özürlüsü görüntüsü vermeniz kendinize haksızlık
olmuyor mu? Dahası bu baharları destekleyen güçlerin
amaçlarının “yeni dünya düzeni kurmak” olduğunu
bilmeyecek kadar da dünya sorunlarından bihaber olabilir
misiniz? “Sovyet Baharı” dediğiniz büyük değişim sadece
bölgeyi değil bütün dünyayı etkilemedi mi?
Peki
Sovyetlerin dağılmasının size göre Sovyet Baharı’nın her
halk her ülke için anlamı aynı olamayacağına göre
buradaki “biz” yani siz kimsiniz? Hangi halk adına
konuşuyor gibi yapıyorsunuz.
Ayrıca,
siz ve sizin paradigmanızla olayımızı değerlendirenler
için “Bize bir şey getirmedi”,
aynı zamanda;
-
21-27 Ekim 1989’da Ankara Kuzey Kafkasya Kültür
Derneği’nin öncülüğünde gerçekleştirilen ve tartışmasız
sürgün sonrası ilk “DEVLETLER ARASI ULUSAL XASE”miz 125.
Yıl Etkinlikleri'ne
anavatan delegelerinin de katılabilmiş olması,
-
24-25 Nisan 1990’da,
Adigey Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü öncülüğünde
gerçekleştirilen, Koşhable Forumu’nda, Çarlık
Rusya’sının Adigelere soykırım uyguladığı, halkımıza
sürgün statüsü verilmesi ve dönüş hakkı tanınması
kararlarının, alınmış olması,
- 24-25
Ekim 1990’da Kabardey Balkar
Araştırma Enstitüsü'nde gerçekleştirilen bilimsel
konferansta Çerkeslerin sürüldüğü sonucuna varılmış
olması, (Bu konferans sırasında ben de bir rastlantı
sonucu, ‘Koca Meşe-Sevgili Wubıh dede’ ve önderimiz
İzzet Aydemir ağabeyimizle birlikte Nalçik'teydim.
Konferansta bizlere de söz verilmişti. Koca Meşe, hala
kulaklarımda olan, sanırım yaşadığım sürece hep benimle
birlikte olacak, halkını gerçekten seven diasporadaki
her insanımızın tüylerini diken, diken edebilecek duygu
yüklü, konuşmasında: ''Keşke anavatana, ayaklarım beni
daha iyi taşıdığı, gözlerimin daha iyi gördüğü,
kulaklarımın daha iyi duyduğu, gönlümdekini istediğim
gibi söyleyebildiğim bir zamanda gelebilseydim.''
demişti.)
- 19-22
Mayıs 1991’de Nalçik’te gerçekleştirilen, benim de
Türkiye adına kurucu delegelerinden biri olduğum DÇB
kurucu genel kurulunda, Çerkeslere Çarlık Rusya’sınca
soykırım uyguladığı ve Çerkeslerin sürüldükleri
kararının alınmış olması,
- 07
Şubat 1992’de DÇB başvuruları sonucu, Kabardey-Balkar
Yüksek Sovyeti’nin soykırım ve sürgünü onaylaması,
-
1991’ de kabul edilen, 1992’de yürürlüğe giren,
taslak aşamasında DÇB girişimleri sonucu kapsamı
genişletilen ve 9 yıl yürürlükte
kalan, Rusya Federasyonu Vatandaşlık Yasası’ının
diasporadaki Çerkeslere bulundukları ülke vatandaşlığını
bırakmadan, ülke de değiştirmeden RF vatandaşılığı alma
hakkı tanıması,
- 12
Mayıs 1994’te Kabardey-Balkar Parlamentosu’nun,
soykırım ve sürgünü ikinci kez onaylaması ve tanınması
isteği ile Rusya Federasyonu DUMA ve Federasyon
Meclisine başvuruda bulunması,
-
Haziran 1993’te DÇB ikinci Genel Kurulu’nun önceki genel
kurulda alınan soykırım ve sürgün kararını yeniden
onayıp ve kabulü için ilgili organlara başvuruda
bulunması,
- 1994
Mayıs'ında gerçekleştirilen Sürgünü Anma Etkinlikleri
kapsamında, Adigey Sosyal Bilimler Araştırma
Enstitüsü’nce düzenlenen Tarih Konferansı'nda, soykırım
ve sürgünün onanması,
-
Dönemin Adigey Devlet Başkanı Carım Aslan,
Kabardey-Balkar Devlet Başkanı Queque Valera ve
Karaçay-Çerkessk Devlet Başkanı Xuibiyev Vladimir’in
ortak imzaları ile yapılan başvuru sonucu Dönemin RF
Devlet Başkanı Yeltsin’in 18 Mayıs 1994'de Kafkas
Halkaları için yayınladığı bildiride; Kafkas halklarının
savaşının kendi topraklarını kültürlerini, ulusal
özelliklerini koruma amaçlı haklı bir savaş
olduğunun, dile getirilmesi,
- 1995
6-7 Ekim Estonya'daki UNPO bölgesel toplantısına katılan
DÇB Genel Başkanı ve Genel Sekreteri'nin önerileri
ile soykırım ve sürgünün tanınması istemi ile DUMA’ya
başvuruda bulunulması.
- 29
Nisan 1996 DÇB'nin başvurusu üzerine Adigey
Parlamentosu’nun, soykırım sürgün ve geri dönüş hakkını
kabul etmesi,
- 24 Mart 1997’de DÇB
Genel Sekreteri’nin, Birleşmiş Milletler Ulusal Haklar
Komisyonu’nda Soykırım ve Sürgün konulu konuşma yapmış
olması,
- 15-19
Temmuz 1997’de gerçekleştirilen ve DÇB delegesinin de
katıldığı UNPO Genel Kurulu’nda Soykırım ve Sürgün
kararının alınması, tanınması istemi ile RF’na başvuruda
bulunulması,
-
1 Ağustos 1998’de ilk kitlesel dönüşün,
Çerkesleri süren Çarlık Rusyası’nın mirasçısı Rusya
Federasyonu’un politik ve ekonomik katkıları ile
sağlanması,
-
26 Ağustos 2008’de Rusya Federasyonu’nun Abhazya
ve Güney Osetya Bağımsızlıklarını tanıması
-
Birbirimize yazdığımız mektuplar ancak üç ayda
karşıya ulaşırken, her dakika binlerce insanımızın
iletişim halinde olabilmesi,
-
Dünya Çerkeslerinin ortak sanal platformlarda
görüş alışverişinde bulunur olması,
-
Üç ay beklenen davetiye ile vize alınarak ve üç
gün yollarda perişan olarak gidilebilen anavatana hemen
her gün kalkan uçakla vizesiz bir buçuk-iki saatte
gidilebilir olması,
-
Sovyet döneminde Türkiye’den anavatana
yerleşebile “rehine” yok iken, elin eşşeğini türkü
çağırarak arayan el gibi “rehin” alınmalarına
üzüleceğiniz kadar dönüşçünün anavatana yerleşmiş
olması,
-
Her iki gazetemiz ve radyo Tv. mizin internetten
izlenebilir hale gelmesi,
-
Rusya Federasyonu federal yasalarında Çerkeslerin
de soydaş olduklarının vurgulanması,
-
Soydaşların RF’na geldiklerinde vatandaş gibi
karşılanacaklarının altının çizilmesi,
-
Dönüş yapacak soydaşların -birileri aksini iddia
etse de- aynı ülkelerin RF soydaşı olmayanlardan ayrı
olarak değerlendirilmesi,
-
Ücretsiz ve burslu üniversite eğitimi verilmesi,
-
daha sayılabilecek bir çok güzel şey,
“bir
şey” değilmiş anlamına gelmiyor mu? Bu durumda
sizin “şey”inizin de ne olduğunun açıklanması gerekmez
mi?
Peki,
“ Anadolu halkının
yakın geçmişi didik didik eder, yeni
anayasa süreci içinde yurdun her yanında her gün her
gece yüzlerce toplantı yapılır, Abzahlar
olmasa da
Çingeneler-Süryaniler-Zazalar-Kaberdeyler-Lazlar-Kürtler-Gürcüler-Aleviler
hatta Türklerin bile,
insan olarak-toplum olarak haklarını
öğrenir” hale gelmesinde “Sovyet Baharı”nın
hiç mi etkisi yok. Sovyet Baharı anavatanda bize bir şey
getirmediyse bile Türkiye’yi Çerkes siyasetinin merkezi
yapmışsa eğer, neden bize bir şey getirmemiş olsun.
“Beklediğiniz Rus Baharı” gelecek
yazılarda... |