Çerkes
oldukları halde sorunumuza “dışarıdan biri” gibi
bakanların bir ortak özelliği de halkımız için
kendilerinin de rol alacağı bir gelecek kurgularının
olmadığı, azından bu kurgularının benim gibilerin kolay
anlayabilecekleri kadar açık olmadığıdır. Muğlaktır
söylemleri.
Örneğin
ben “Çerkesya’ya dair umutlar gitgide eriyor.”
tümcesinden bir şey anlayamıyor, ne demek istendiğini
tahayyül edemiyorum. Önce Çerkesya neresi? Hangi yüzyıl
ya da hangi yıllardaki Çerkesya sınırları sınır olarak
alınıyor? Yüz ölçümü kaç kilometrekaredir? Tahayyül
edilen Çerkesya sınırları içindeki nüfus ne kadardır? Bu
nüfus içinde Çerkeslerin oranı nedir? Bu Çerkesya’da
yönetim demokratik mi olacaktır? Örneğin nasıl bir seçim
sistemi uygulanacaktır? Ya da anayasasına, Çerkesya
Çerkeslerindir dolayısı ile seçimler Çerkes adaylar
arsında yapılır, ya da bir Çerkes oyu Çerkes olmayan
diyelim bin oy gücündedir gibi bir madde mi konacaktır.
Tahayyül edilen Çerkesya’nın yaşamları boyu hiç Çerkes
görmemiş sakinleri “buyrun, siz önden buyrun” mu
diyeceklerdir. Resmi dil ne olacaktır. Dünyanın en
zengin dili olduğu için, eğitimde sadece Çerkesce
kullanılacak, “bizi tanımayanı biz hiç tanımayız” mı
denecektir. Bizimle iletişim kurmak isteyen dünya
halklarına “önce dilimizi öğrenin” mi denecektir.
“Severek öğreniriz, ama hangi halkın dilini öğrenelim?”
diye soranlara “elbetteki hepsini” yanıtı mı
verilecektir?... Şaka gibi gerçekler değil mi?..
Özetle,
Kimin Çerkes olduğu, Çerkesya’nın neresi olduğu
konusunda ortalama bir kabulün oluşmadığı, ya da anlamın
anavatan bekçileri gibi
algılamadığı, neredeyse her birimizin Çerkes ve
Çerkesya’yı farklı tanımladığı günümüzde,
“Çerkesya’ya dair umutlar gitgide eriyor.” tümcesi
sadece yazan için anlamlıdır, dolayısı ile de
yanıltıcıdır... Bilinçli olarak yazılmışsa eğer
sorumsuzluk örneğidir.
Bize
göre korkunç olanı ise Sayın Hapae’nin, “Bize bir de
Rusya Baharı lazım.” diyerek, Çerkesya’da umutların
sürmesi için Rusya Federasyonu’nun parçalanması
gerektiğini ima etmesidir. Çünkü sözünü ettiği “Sovyet
Baharı” bilindiği gibi Sovyetlerin parçalanması ile
sonlanmış, Kuzey Kafkasya’daki savaşları da
ateşlemiştir. Ha... birileri, böyle bir bahar olsun,
Rusya Federasyonu dağılsın, bize de “bir şey” getirsin
isteyemez mi, dile getiremez mi? Elbette isteyebilir,
elbette dile getirebilirler. Ama “bu baharın” halkımıza
ne getirebileceğini somutlamaları gerekmez mi?
Bense,
bunu somutlamayanların ya da , “bilinçli olarak bunu
savunanların, anavatan Adığelerine
bir sinek kadar bile değer vermediklerini düşünüyorum.
Çünkü “Sovyet Baharı” sonucu çıkan savaşta Çeçen
kardeşlerimizin verdiği kadar kayıp verebilmemiz için
Adığēy’deki her Adığenin üç
kez öldürülmesi, üç kez de sığınmacı olması
gerekecektir. Yarısı savaşta kayıp verilecek yarısı da
sığınmacı olacağı için Kheberdēy Bölgesinde hiç adığe
kalmayacaktır. Karaçay-Çerkes ve Kıyı Boyu
Adığelerinin kaç kez ölmesi ve
kaç kez de sığınmacı olmak zorunda kalacağını da varın
siz hesaplayın ki Rusya Baharı beklentinize sağlam temel
olsun.
“Çerkesya’ya umutlarla gidip yerleşmiş olanlar içinde,
Rus yönetimine karşı tek bir laf edilmesine tahammül
edemeyen arkadaşlarımız bile gözaltına alınıp tedirgin
ediliyorsa, bu başka türlü yorumlanamaz. Onlar oraya
rehin olmak için gitmediler. Yurtlarına gittiklerini
sanıyorlardı, üstelik biz de öyle sanıyorduk. “
diyor Sayın Hapae.
Eh bu
konuda hakkımda daha önce epeyce güzel sıfatlar
kullanılmış olduğuna göre kendimi “Rus yönetimine
karşı tek bir laf edilmesine tahammül edemeyen
arkadaşlarından” biri saymam ve yanıt hakkımı
kullanmam yadırganmaz sanrım. Ama doğrusu ben Sayın
Hapae’nin bu tanımını yazılarımı dikkatle okumadığının
göstergesi olarak algılamak istiyorum. Ancak o zaman
bilmezlikten kaynaklanabileceği sonucuna varılıp ve
affedilebilecek bu yaklaşım, yazılarımız okunuyor ya da
başka kaynaklardan anavatanda olup bitenler ahkam
kesecek kadar biliniyorsa eğer, bizlere düpedüz iftira
edildiğini hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim. Ve hemen
en hafifi “çok sert olmadı mı?” olan eleştirileri de
beklemeye koyulurum. Çünkü Türkiye’de arkadaşlarımız,
yıllardan beri yanlış yapanı değil, yanlışa yanlış
diyeni, yanlış buluyorlar nedense. Dolayısı ile iftira
atanı değil hak edene müfteri diyebilen beni yanlış
bulacaklardır. Ama, olsun. “İnancın doğrultusunda
yürüme”nin doğal sonucudur böyle üzüntüler yaşamak. Hem,
üzmeden, üzülmeden kimler ulusal amacına ulaşabildi ki
bizler bu mutluluğu tadabilelim. Ayrıca, birçok halkın
başarabildiğini bile başaramıyorken hiçbir halkın
başaramadığını başarabileceğimizi sanmak yanlışlarımızın
en büyüğü değil midir?
Peki
iftira mı ne?
Rus
Yönetimine karşı tek bir laf edilmesine tahammül
edemediğimiz yalanı. Defalarca yazdık, söyleye, söyleye
dilimizde tüy bitti. Bir kez daha özetleyelim:
Biz;
-
Yaşadığı ülkede ulusal sorunu dert etmeyenler,
ulusal sorunu çözme çabası içinde olmayanlar anavatan
politikasını belirlemeye kalmasınlar. Hariçten gazel
okumasınlar diyoruz.
-
Artık yaşamadığı köyün düzenine karşamayacağını
iyi bilenlerin ziyaret bile etmedikleri anavatan üzerine
ahkam kesmeleri en hafif deyimle gülünçtür diyoruz.
-
Dahası böyle olanların samimi olmadığını ileri
sürüyoruz.
-
Gelmediğiniz, gelmeyeceğiniz ülkenin, birlikte
yaşamayacağınız, kaderini paylaşmayı göze almadığınız
halkımızın anavatan parçasının kaderi ile oynamaya
kalkmayın diyoruz.
-
Gerçekten demokrat ve gerçekten federatif bir
Rusya’dan yana olduğumuzu her platformda dile getirdik
getiriyoruz. Ama bu özlemleri dışarıdan “elin eşşeğini
türkü çığırarak arayan el gibi” dillendirmenin gelecek
kurgumuza yarar değil zarar getirdiği bilinsin
istiyoruz.
Yeni
Çarlar atalarının izindeler ve sürgün artıklarının
dünyasını dar etmekten vazgeçmiş değiller henüz.
Rusya
Federasyonu’nda herşeyin istediğimiz gibi gittiğini kim
söyleyebilir? Ayrıca zihniye değişimi hangi ülkede bir
çırpıda olabilmiştir? Rastlantıya bakın ki Sayın Ali
Bayramoğlu 17 Mart 2012 Cumartesi günlü Yeni Şafak’taki
yazısında işte bu değişimin bugünden yarına olmadığını
bakın ne güzel anlatmış:
http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=17.03.2012&y=AliBayramoglu
2000'lerin başından bu yana yeni bir dünya, yeni bir
denge, yeni bir düzen içinde soluyoruz...
Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler.
Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler
toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını,
geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter.
Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik
itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar,
yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep
göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla
çözülürse biter ve değişim daha sonra bir başkasına
yerini bırakmak üzere yol alır.
İkinci ilke daha basit:
Tabiata, insana ve topluma ilişkin bir değişim bir
kopuşu, bir yeniden başlangıcı ifade etmez. Değişim her
zaman "sürekliliğe" tâbidir. Örneğin her toplumsal
değişim toplumsal süreklilik içinde anlam kazanır. Her
değişim unsuru veya noktası bir önceki dönemin
unsurlarını içinde taşır, onlar tarafından kuşatılır.
Bu
kurumlar, gelenekler ve siyasi partiler için de
böyledir, devlet anlayışları için de...
Ama
sürekliliğin mutlak egemen olduğu yer "zihniyet"e
ilişkindir.
Devletde,
siyasi partiler ya da kişilerde fikirlerin ve tavırların
değişmesi, reflekslerin, kültürel ve siyasi
(..)
Toplum süreklilik içinde değişiyor, ama zihniyet
direniyor...”
Peki
zihniyet değişim karşısında direniyor olsa bile in
direniyor sonucuna varsak bile değişimleri görmemek şu
gelişmeler görmemekte direnmek ne ile açıklanabilir sizc?
Çerkesleri önce kırıp sonra da süren, sürgünlerin
sınırlara yakın yerleştirilmesini engelleyen, Dönüş
isteklerini kabul etmeyen, Çerkesleri Balkanlardan alıp
sorunlu bölgelere yerleştiren Osmanlıya yardımcı olan...
Çarlık yönetimi ile, Sürgün artıklarını soydaş sayan,
dönüş kolaylığı sağlayan, Yugoslavya Çerkeslerini
hükümet kararı ile anavatanlarına getirip yerleştiren,
Mefahable yerleşkesini kuran, Bu yerleşkede dönüş
yapanlara 1500 metre kare arsa veren, RF’nda hiç
çalışmamaış olsa bie oturma izni olan herkese yaşlılık
aylığı bağlayan, Gürcistan’a karşı Abhazya ve Güney
Osetya’yı savunan, ğlkelerin bağımsızlıklarını tanıyan,
Çerkes soydaşlarının durumunu yerinde incelemek amacı
ile Suriye’ye özel delege gönderen... RF’nu bir
tutabilenler ya art niyetli ya da konunun çok
cahilidirler demek haksızlık olur mu?
Bir kez
daha altını çizelim ki saydığımız ve daha
ekleyebileceğimiz olumlu gelişmeler de Fedrasyon
yönetimi ile ya da kimi yetkilileri ile sorunlarımız
olmadığı anlamına gelmez. Ancak bizler halkını seven
vatanını seven her insanın yapması gerektiğini yapıyor,
sıkıntılara katlanmak arada bir “rehine alınmak”, biraz
üzülmek, terletilmek, sorgulanmak pahasına ülkemizin
daha yaşanılası olması için elimizden geleni yapıyoruz.
Sayın
Hapae ve benzerleri de keyiflerince yaşıyor arada bir de
bizleri için güya üzülüyorlar. Bu arada entel havalarda
ve üst perdenen akıl vermekten yalan yanlış ahkam
kesmekten de geri kalmıyorlar. Halkımızın bunları
yutacağını sanıyorlarsa da yanılıyorlar...
Gerçekte Sayın Hape kimileyin de doğruları görmüyor
değil. Örneğin yazının şu paragrafı:
“Statüko direnmeye devam edecek elbet,
bilebildiği-yapabildiği her şeyi deneyerek. Ama artık
Atatürk’ün izinde değil halk. ‘Burası devlete meydan
okunacak yer değil’ sloganını Ecevit, Merve Kavakçı’ya
karşı bugün olsa atamazdı mecliste. Halk; Meclisin tam
da devlete meydan okunan yer olduğunu yeni öğrendi.
Umarım bir daha unutmaz.”
Yanlış
Türkiye için yapılan bu umut dolu değerlendirmenin,
Rusya Federasyonu söz konusu olduğunda yürekleri
karartmak ister şekilde değişmesidir, RF’ndaki
değişimleri görmemekte ısrar edilmesidir. Bunun da adı
en hafif deyimle çifte standarttır.
Ayrıca
Sayın Cengiz Çandar’ın CC’de
de yayınlanan şu twiti, Türkiye konusunda Sayın
Hape’den farklı düşünenlerin olduğunun da bir kanıtı
değil midir:
“Alevi yakarsanız zamanaşımından; Ermeni öldürürseniz
delil yetersizliğinden; Kürt öldürürseniz kahramanlıktan
cezasız kurtulursunuz bu ülkede.”
Sayın Hapae, Orada bırakmış olduğumuz rehineler elimizi
kolumuzu bağlayacak yine, Çerkesya konusunda derin bir
sessizliğe gömüleceğiz. Bana sorarsanız Suriyeli
Çerkesler Çerkesya’ya falan dönmesin. Yeni bir esarete
niye? Türkiye’ye gelsinler geçici de olsa. Suriye bile
daha ümit vadediyor özgürlükler açısından. Kosova
çatışmaları sırasında Adıgey’e getirilen Çerkeslerden
kaçı kaldı merak ediyorum. Ya da kaçı döndü? Durum
sıkıntılı, bildiğiniz gibi değil.” Diye sürdürüyor
yazısını.
Biz de
iredelemeyi sürdürelim ve sondan başlayalım.
Ben,
Sevgili Erhan’ın “Kosova çatışmaları sırasında Adıgey’e
getirilen Çerkeslerden kaçının kaldığını merak ettiği”
gibi bir yalanı söylemek kaldığını gerçekten merak
ediyorum. Öyle ya, gerçekten merak ediyorsa eğer,
Kosova’dan getirilen Adığelerin akibetini sorabileceği,
Erhan’ın sesini duyduğu için sevinecek, Maykop’ta en az
yirmi dönüşçü olduğunu biliyorum ben. Neden bu
arkadaşlarına sormaz, daha güzeli hazır vize de
istenmediğine, uçak bilet ücretini de zorlanmadan
karşılayabileceğine göre neden Mefehable’ye bir hafta
sonu ziyaretinde bulunmaz, yerinde inceleme yapmaz...
Evet bunun nedenini gerçekten anlayamıyorum.
Ya da
durumun bildiğiniz gibi olmadığını, sıkıntılı olduğunu
biliyorsa neden bilmiyormuş ve merak ediyormuş gibi soru
sorar? Yoksa Sevgili Erhan durumun, ne denli sıkıtılı
olduğuna dikkat çekmek için Tecehül-i arif mi yapıyor?
Öyle bile olsa küçük bir fark görüyorum ben. Ya
gerçekten bilmiyor bilir gibi yapıyor ya da bildiği
durum sıkıntılı olmadığını bildiği durumu sıkıntılı
gösterebilmek için, bilmez gibi yapıyor, çok kolay
ulaşabileceği bilgiye ulaşmıyor.
Peki
Sayın Hapae’nin Çerkesya konusunda derin bir sessizliğe
gömülmesine, elinin kolunun bağlanmasına neden olmanın
vicdan azabına nasıl dayanalım? Sevgili Erhan “Rehine”
olmanın sıkıntısı yetmiyormuş gibi neden bir de bu
vicdan azabının sıkıntısını yükledin omuzlarımıza, yazık
değil mi bize? Ama hoş gör lütfen. Senin birşeyleri
merak ettiğin gibi ben de sessizliğe gömülü değilken,
elin kolun bağlı değilken Çerkesya konusunda neler
yaptığını merak ediyorum. İkinci, üçüncü ve sonraki
“Yüzleşme”lerde kamuyu bu konuda aydınlatmaya ne dersin?
Bakındı
Suriyeli Çerkeslerin yediği halta. Size sormayı akıl
edemediler? Halbuki sorsalardı siz, yönetimin düşmesi
ile zor duruma düşecekleri korkularını giderebilirdiniz?
Ama sayıları bini bulmayan Çeçen sığınmacıların durumu
ortada iken korkarım Türkiye’de daha iyi olacaklarına
onları ikna edemeyecektiniz? Yeri gelmişken şu sığınmacı
Çeçen kardeşlerimizin “mutlu” durumu ile Mefehable
sakinlerinin sıkıntılı durumunu bir karşılaştırsak mı?
Mefehable’ye ilişkin bilgileri ben hazırlayayaım, Çeçen
sığınmacıların durumunu da siz. İsterseniz tam tersi de
olabilir, ne dersiniz?
Sevgili
Erhan, kimin esir kimin daha özgür olduğu biraz karışık
gibi. Sanırım siz, Çerkes Halkları İntegrasyonu
adını verebileceğimiz insiyetifin sitesi “Özgür
Çerkes”te yazıyor olama özgürlüğünü yeterli görüyor
olmalısınız, ki “ah vatanım, ah vatanım” diyen altın
kafese konmuş bülbülün sesini hiç duymuyorsunuz?
Çeşitli ülkelre dağıtılmış halkımızın her bir kesiminin,
bulunduğu ülke yönetimi le ilişkilerini kendilerine
bırakmanın en sağlıklı yaklaşım olduğunu öğremeye
yetecek kadar süre geçmedi mi? Ne dersiniz?..
Gelecek yazı “Ah bir yüzleşsek-3” olacak
kısmetse... |