Diaspora Çerkeslerinin, özellikle de
“Türkiyeli Çerkes Çemberi”ni kıramamışların, anavatana,
anavatan insanına bakış açısını çok güzel vurgulan bir
şarkı var biliyorsunuz. Biliyorsunuz diyorum sıkça dile
getirdiğim gönderme yaptığım için. Yine de anımsayalım
şarkıyı: “Seni uzaktan
sevmek/ Aşkların en güzeli/ Alıştım hasretine/ Gel desen
gelemem ki”...
Uyarlaması da şöyleydi: Uzaktan sevilenin
yerine anavatanı koyun ve… “Gel desen de gelmem ki”
ya da “Dön deme sakın dönmem ki.”…
Bu yazdıklarıma kızanlarınız oluyor
biliyorum. Ama ben, çok kızanlarınızın bile bu
uyarlamanın, öznel konumunuzu çok iyi anlattığı görüşüme
hak vereceğinizden hiç kuşku duymuyorum. Şöyle kendi
kendinize kaldığınız, iç sesinizin sizi tutsak ettiği,
hüznün üzerinize çökmeye başladığı akşam saatlerinde… Ya
da tüm tellerinizi titreten bir ezgiyi, örneğin
dayıoğlum Bsıblene Faruk’un ağlatan kafesini
dinlerken… Özellikle de daha birkaç yıl önce
katıldığınız sorunları kökten çözecek örgütlenmeleri
tasarladığınız toplantılardaki ateşli konuşmalarınızı
anımsadığınızda, birbirinize, özellikle de kendi özünüze
verdiğiniz sözleri tutmamış olmanın utancını duyar gibi
olduğunuzda… Kimileyin de kendinizi, bu anılarınızdan
kaçarken yakaladığınızda…
Evet, mutlaka hak veriyor ve biraz da
buruk bir gülümseme ile izliyorsunuzdur, günümüzdeki
örneklerinizi... Hani şu kerameti kendinden menkul
olanları… “Şu gök kubbenin altında söylenmemiş söz
yoktur” özlü sözüne inat, her sözlerini daha önce hiç
söylenmemiş özlü söz sananları. Sanal ortamlarda sanal
devletler kuranları…
İç sesinizin dilinize vurduğu da
oluyordur büyük olasılıkla… Şöyle kimselerin
duymayacağından emin olduğunuz kuytularda, ya da
güvendiğiniz arkadaşlarınızla birlikte şöyle iki kadeh
parlatıp neşelenmeyi beklerken yürek burkulmaları
yaşadığınızda … Ya da kendi konumunuzdaki
arkadaşlarınızla birlikte iken…
Ancak ben, bu şarkıyı coşkuyla
söylemediğinizi bilmiyor değilim. Dolu dolu mutluk
yaşayamadığınızı da biliyorum. “İdeolojisini
kaybeden insanlar” mutlu olabiliyor mu ki sizler
mutlu olabilesiniz. “Anılara Dolanık Yürümek” adlı
kitabıma aldığım bir yazımda da söz etmiş, daha doğrusu
Elif Yıldız’ın TYB öykü ödülüne layık görülen Necip
Tosun ile söyleşisinden kimi bölümleri aktarmıştım.
Elbette ki, değerlendirmeleri kendime yakın bulduğum
için alıntılamıştım.
Elif Yıldız, “İdeolojilerini
yitiren, savundukları ideolojilerinin gücünü yitirmesi
ile yalnızlaşan ve mutsuzlaşan ve uyumsuzlaşan insanlara
öykülerinizin kapılarını açmışsınız. …” diye
sormuş Sayın Tosun da “Bir
insanın uğruna ölümü bile göze aldığı rüyalarından bir
süre sonra kopması, ayrılması bana hep dramatik
gelmiştir. Bu hiç şüphesiz yaşamın, konjonktürün
getirdiği bir durum. Bu insani olayı öykülerimde
kınamaktan çok, bir olgu olarak aktarmaya çalıştım.”
Dikkatinizi çekmiştir, Sayın Tosun’un
öykü kahramanları da ideolojilerini kaybetmiş insanlar.
Ancak onların “ideolojilerinin güç kaybetmiş olması”
gibi tutunabilecekleri bir dalları var. Oysa sizlerin
böyle bir dalınız yok. Çünkü değişen dünya koşulları,
zayıflatmak bir yana ideolojimizi güçlendirmiş, dönüşün
olabilirliğini, olmazsa olmazlığını ortaya koymuştur.
İşte güçlenmiş bir ideolojiyi kaybetmiş olma gerçeği
olgusudur sizleri daha bir mutsuz den, mutsuzluğunuzu
süreç içerisinde daha bir dayanılmaz kılacak olan …
Takmayın ideoloji dediğime de. Dönüşün
ideoloji olup olmadığı değil tartıştığımız. Öneri deyin,
yol deyin, çizgi deyin, amaç deyin, araç deyin fark
etmez… Çünkü olguya verilebilecek ad, dönüşü
kaybettiğiniz ya da dönüşü hiç gündeminize almadığınız
gerçeğini değiştirmeyecektir. Öyle ki mutlu olma
şansınız dönüş gerçeğinden kaçabilmenize bağlıdır.
Kaçabildiğiniz, unutabildiğiniz ölçüde mutlu olma
şansınız da büyüyecektir.
Sürgünden bu yana, diasporada yaşayan
halkımızın en büyük sınavını görmezden gelmenizin,
destek çağrılarını duymazdan gelmenizin temelinde yatan
da işte bu kaçıştır. Türkçenin çok güzel anlatımı ile
namazda gözünüz olmadığı için ezan sesini duymuyorsunuz.
Belki de anavatana dönülebildikçe, başarılı olundukça
daha bir rahatsız oluyorsunuz. İlginçtir anavatana
dönebilenlerin sayısının azlığını da, ezan sesini
duymayan kendinize değil, anavatanda yaşam mücadelesi
verenlere kesiyorsunuz. Sesi, çok ancak hiç nefesi hiç
yok Ortak akıl yada sadece Akıl arama
toplantılarında sayı azlığını “diasporada bir baltaya
sap olamamışların” daha önce dönmüş olması ile
açıklıyorsunuz. “Balta sapları, siz buyurun” çağrımızı
da duymazdan geliyorsunuz.
En büyük sınavımızda dara düşen
kardeşlerimize desteği “biraz sıkılarak, biraz da
kendinize yakıştırmayarak” isteyeceğinizi ilan
ediyorsunuz. Biraz sıkılarak, biraz da kendinize
yakıştırmadan yapılan çağrının karşılığı da maalesef
utanılacak düzeyde kalıyor.
Yine de siz benzer soruları daha önce hiç duymadığınız
gibi şu soruları da duymayacaksınız:
- Hasta
kardeşinizi yaşatma, darda kalan soydaşa destek çabası
mıdır daha insanca olanı yoksa çok yıllar önce öldürülen
atalara ağıt yakmak mıdır?
- Alevlerin
sardığı konuttaki kardeşi kurtarmak mı olmalıdır
önceliğimiz, yoksa bizleri bu durumlara düşürenlere dava
açmak mı?
- Şaçe (Soçi) Olimpiyat Oyunlarına güya
karşı çıkma oyunu oynamak mı daha yaşamsaldır yoksa
ekmeğinizin yarısı değilse de bir kırıntısını olsun
kardeşine uzatabilmek mi?
….
Sorular sayısı arttırılabilir ama sonuç
değişmeyecektir kanımca…
Önceki yazılarımdan birinde Poligraf
yalan makinesinden söz etmiştim. Bağlandığınız makine
söyledikleriniz konusunda ne denli samimi olduğunuzu
ortaya çıkartabiliyormuş. Bir teknoloji harikası değil
mi? Gerçekte halkımız için böyle bir makine aramaya da
gerek yok. Makine işte önümüzde … Anavatana dönmek
isteyen Suriyeli kardeşlerimize verebildiğimiz destek.
Kendi kendinize de uygulayabilirsiniz testin, sonuçları
da çok güvenilir inanın:
Olanaklarımızla yaptığımız desteği
oranlayalım. Bu oranlamadan çıkacak sayı ne kadar büyük
ise, ulusal konularda söylediğimiz güzel şeyler de o
büyüklükte birer yalandır.
Bir şarkı uyarlaması ile başlamıştık. Son
günlerde dilime takılıp duran çok sevilen hemen tüm
büyük sanatçıların da okuduğu başka güzel bir şarkı,
sanat güneşi Zeki Müren’in bir şarkısı ile bitirelim:
Avuçlarımda hala sıcaklığın/ Sıcaklığın/
Sıcaklığın var, inan. "Unuttum" dese dilim; yalan./
Yalan.
Yalan. Billahi yalan, /
Vallahi yalan.
Uyarlaması da şöyle olur sanırım:
“Unutmadım” dese de dilim; Yalan/ Yalan.
Vallahi Yalan/ Billahi yalan. |