Ulusal mücadeleye yeni adım atmış değerli
arkadaşlar!
Bize göre çıktığınız yol çok kutsal bir
yol. Meşakkatli bir yol. Uzun bir yol. Bir koşu… Ama
yüz metre değil bir maraton. Ayrıca engelleri de olan
bir maraton… Bu uzun ve güç yolu koşabilmeniz, hedefe
ulaşabilmeniz için kendinizi bir maraton koşucusu gibi
eğitmelisiniz… Azimli olmalı, dayanıklı olmalısınız.
Soluğunuzu ayarlayabilmelisiniz. Ama en önemlisi yakın
geçmişi mutlaka ama mutlaka çok iyi araştırmalı ve kimin
kim olduğu konusunda çok sağlıklı değerlendirmeler
yapmalısınız. Bunu yapmadığınızda yanılabileceğinizi,
yanıltılabileceğinizi bilmelisiniz.
Kişiler hakkında değerlendirmelerde
bulunurken söylediklerini değil yaptıklarını temel
alınız. Siz de konuşur yazarken bu konuştuğunuz
yazdıklarınızın günün birinde karşınıza konabileceğini
hep göz önünde tutunuz. Eski dergileri gazeteleri
karıştırınız… Yeniden irdeleyiniz çeşitli toplantıların
özellikle de “akıl arama” toplantılarının sonuç
bildirilerini… Bu yazıları yazanların bu bildirileri
imzalayanların daha sonra alınan kararları hayata
geçirmek için neler yaptıklarını. Şimdilerde nerelerde
olduklarını, konumuzla ne kadar ilgilendiklerini ya da
ulusal mücadeleden ne kadar uzak düştüklerini de
araştırınız…
Ama en çok ta halkımız için en güzel
şeyleri söylemek için artık her şeyin söylenebilir
olduğu bu günleri bekleyen “tatlı su Çerkeslerine”
dikkat ediniz. Özellikle şu en coşkulu en keskin
konuşanlara- yazanlara... Feyiz aldığı kişileri üst
perdeden hem de temelsiz eleştirenlere. Özetle “eski
yeniyetme”lere. Çünkü bunların en az güvenilir olmaları
bir yana kılavuzlukları da “karga” örneğidir.
Bu tipleri tanımanın çok zor olmadığını
da biliyorsunuzdur umarım.
Örneğin neredeyse çocukluğundan beri
dönüşçüdür. Yaşı da artık elliyi bulmuş geçmiştir.
Olanakları da pek kötü değildir. Yazları tatil
kentlerine gidebilmektedir. Ama bir kez bile anavatanı
ziyaret etmemiştir. İşte arkadaşlar siz siz olun, Dönüş
adına herkeslerle kavga etseler bile böylesi kişilere
sakın güvenmeyin. Her an keskin bir viraj alabilir, bir
U dönüşü yapabilir, yetmez yalnız kalmamak için U dönüşü
yapanların sayısının artmasına çalışır.
Örneğin hep özeleştiri yapılması gereğini
savunup kendi öz geçmişlerinden söz etmeyi hiç
sevmeyenler de asla inanılacak kişiler değildir. Zaten
biraz dinlediğinizde bir iki yazılarını okuduğunuzda siz
de anlarsınız. Böylelerinin özeleştiriden anladıkları,
yakın geçmişte kendilerinin hangi siyasal görüşleri
savundukları, hangi gruplarda partilerde fraksiyonlarda
yer aldıkları, bu gruplarla birlikte Çerkesler için
neler yapabildikleri değildir. Geçmişte halkımızın
geleceğine ilişkin ne gibi bir kurguları olduğu, bu
kurgularını kendi gruplarının programlarına aldırabilip
aldıramadıkları ise hiç değildir. Anımsatırsınız
duymazdan, anlamazdan gelirler. Anlamaktan korkarlar.
“Özeleştiri” derler, “kendimizle yüzleşelim” derler de
hep yalan yanlış birilerini eleştiriler. Yanılışları
yüzlerine vurulduğunda söylemlerini, yüzdükleri kulvarda
su kalmadığında da kulvarlarını değiştirirler. İşin
ilginci attıkları ilk kulaç ile birlikte, ezelden beri
bu kulvarda yüzüyormuş gibi başkalarını küçümserler.
Örneğin içinde bulunmak bir yana yakından
bile incelemedikleri dönüşü, neyi ne zaman nerede
söylediğini araştırmadan, sorgulamadan günümüz kafası
ile eleştirenler. Unuturlar olayların söylemlerin zaman
ve mekan ile olan bağlarını. “Somut çözüm önerilerinin
somut koşullara göre” olması gerektiğini hiç
anımsamazlar. Neden şöyle söylendi, neden bunlar
söylenmedi der güya eleştirirler ancak o günlerin
koşullarından söz etmezler. Özellikle de o günlerde
kendilerinin ne gibi eylemlerde bulunduklarına bir türlü
sıra gelmez. Ama haksızlık etmeyelim, o günlerdeki
kendilerinden söz etmemelerinin nedeni belki de
“öğünürmüş gibi” görünecekleri korkusu mahcubiyetidir
(!)… Ne dersiniz olamaz mı?...
Devletin, halkları anadili çalışmaları
yapsınlar diye zorladığı günümüz rahat ortamında,
anadilde yazılmış kitapların suç unsuru sayıldığı
dönemde alfabe yayınlayanları, kurs açanları
eleştirmekten utanmazlar. “Arkadaşlarımız anavatanın,
anadilinin önemini vurgularken biz ‘çeviri ile devrim
olmaz’, ‘nasıl olsa tek dile gidilmeyecek mi’,
‘enternasyonalizm olmayacak mı’ der onları küçümserdik’,
‘halkımız yararına olanı, dönüşçüler görebilmiş”
özeleştirisini dil ucu ile bile söylemezler.
Desteklemedikleri gibi enerjimizin çok büyük bölümünü
israf ettiklerini de unuturlar. Yetmez bu kez de
anavatana dönen sayısının az olmasının faturasını da
Dönüşe keserler… Yetmez dönüş yapanların sayı azlığını,
çok düzeyli (!) olduğu için öyle herkeslerin
çağrılmadığı “akıl arama” toplantılarında,
“diasporada bir baltaya sap olamamışların” dönmüş olması
ile açıklarlar. Ama bu ciddi tespit de “balta
saplarının” yollara dökülmesi için yeterli olmaz.
Bir de sevgili gençler, en yetkili
makamlarca, Çerkesçe'nin
okullarda okutulacağı, her platformda dile getirilirken
“anadili onurum, savaşırım korurum” sloganları ile ama
sadece izin verilen yerleşkelerde yürüyebilen
“yiğit”leri de mutlaka sorgulayın. Araştırın bu zamane
kahramanlarının yakın geçmişte anadilin korunup
yaşatılması geliştirilmesi için bir çabaları olup
olmadığını… İzleyin, bu sanal kahramanların çocukları,
yeğenleri torunlarının seçmeli ders olarak Çerkesçe'yi
seçtiklerine ilişkin dilekçe verip vermediklerini…
Dilekçe verenlerin sayısı ile yürüyüşlere katılanların
sayısını da bir karşılaştırın..
İnanın ki değerli gençler, sanalda
çığırtkanlık yapanları tanımak ulusal mücadelede
kimlerle birlikte olunabileceği konusunda yanılma
payınızı azaltacak geleceğinizi kurgularken
kararlarınızın sağlıklı olmasına katkıda bulunacaktır.
Bu eski yeniyetmelerin belki de en
dikkate değer olanları, “Çerkesya Yurtseverleri” olsa
gerek. Bunların kimileri ya hiç samimi olmadıklarının ya
da dünya gerçeklerini hiç bilmediklerinin kanıtı çocukça
söylemlerde bulunurlar. Uyarıldıklarında da hemen
unutuverirler bu söylemlerini. Ama anavatana dönecek ve
anavatanın yaşamını güzelleştirme çalışmalarına katkıda
bulunacak kadar yürekli olmadıkları için, dönüşlerini
engelleyebilecek eylemlerde bulunur bu “uzaktan
yurtsever”lerimiz. Hedefleri daha büyüktür artık….
“Birleşik Kafkasya” yada “Birleşik Kuzey Kafkasya” soslu
Çerkesya’dır amaçları..
Anımsayanlarınız olacaktır, daha dün
“yeniden Çerkesleşmek”ten söz edenler de bu
arkadaşlarımızdı. Belki de salt, daha öncekilerin
söylemediği, değinmediği bir şeyler söylemek merakıdır
bu ilginç davranışlarının nedeni. Öyle ki “yeniden
Çerkesleşmenin” daha önce Çerkes olmadıklarının kanıtı
olabileceğinin farkında olamıyorlar.
Özellikle de kimi dünya güçlerince
desteklendikleri iddiasına karşı “kimseden destek
almadıkları” savunusu. Bundan daha çocukça bir şey
olabilir mi? Büyük hedeflere yürüyen her örgütün mutlaka
büyük güçlerle ittifak kurdukları, destekler aldıkları
bunun da saklanıp gizlenmediği, dahası gizlenemediği
günümüzde “biz hiçbir kurum kuruluş, devletten destek
almıyoruz” demek cehalet örneği değil de nedir. En hafif
deyimle bu “bizim mücadelemiz gerçek değil sanaldır”
anlamına gelmez mi? Kendi çıkarlarını gözeten dünya
güçlerinin bile desteğini almadan “Çerkesya”yı
kuracaklarmış. Terk ettiğiniz ve dönüp yaşamını
paylaşmayı düşünmediğiniz köyleriniz eski haline
getirebilme gücünüz var mı ki neredeyse her Çerkes'in
kafasındaki sınırları farklı olan Çerkesya’yı
kurulabilesiniz. Hemi de uzaktan. Halbuki köylerimizi
ayakta tutan kardeşlerimiz, “sağlığında köyümüzle
ilgilenmeyenlerin cenazeleri de getirilmesin” diyorlar
yüksek sesle.
Kendini yurtsever olarak tanımlayan ve
yurtseverlerin dönüşü öncelediklerini ileri süren bir
kardeşimizin “neden dönmüyorsunuz?” sorusuna verdiği
yanıt bizce işin özü. Aylığı iki bin Avro imiş yaşadığı
Avrupa ülkesinde. Neden dönmüyorsunuz sorusuna verdiği
yanıt gerçekte hemen herkesin aşina olduğu bir yanıt.
Daha ileri gideyim belki de
kendi yanıtı ile özdeş. Dönerse kendisine ayda iki bin
Avro kazandıracak bir iş bulabilecek mi imiş…
Anlayacağınız aylığa endeksli bir yurtseverlik…
Köydeki evinin bahçesine bir kümes
yapmayı düşünen kişinin ilk işi kümesin kaç metre kare
olacağını planlamak değil midir? Bu arkadaşlarımızın da
düşledikleri Çerkesya’nın hangi yılların Çerkesya'sı
olduğunu söylemeleri gerekmez mi? Amacın gerçekçi olup
olmadığı çizilecek bu sınırlara doğrudan bağlı değil mi?
Sınırlar içerisinde yaşayan nüfusun ve bunun ne
kadarının Çerkes olduğu, eğer Çerkes oranı çok az ise bu
oranın nasıl büyütüleceğinin önemi yaşamsal değil mi?...
Ama işte en sonunda sadece Çerkesler
değil dünyada hiç kimsenin söyleyemeyeceği,
düşünemeyeceği, düşleyemeyeceği bir tespit, bir sav…
Tarihi tersine çevirebilecek bir sav.
Neymiş “Çerkesya olmadan Çerkes
olmaz”mış. Yani uzaydan gelen birilerince önce
Türkiye’ye kurulmuş sonra da Türkiye’de yaşayanlara da
Türk adını takmışlar bu .Ya da önce Germanya doğmuş
sonra Germenler… ilanihaye…
Şimdi bunu nasıl anlamalı acaba?
Zorluyorum kendimi ve bulduğumu sanıyorum… “Demek ki,
önce Çerkesya’yı kuracak sonra da tüm yaşayanlarını
Çerkesleştirecekler” diyorum. Bu ön kabulle
eleştirildiğimiz için unutulan daha önceki slogan
“yeniden Çerkesleşmek” de anlam kazanıyor gibi. Ancak
yine de benim gibi zor anlayanların yanıtlayamadığımız
küçücük bir soru var:
Bugün Çerkesya’da yaşayan ve de Çerkes
olmayan çoğunluk halkalar neden, Çerkesya’yı kurup sonra
da gönüllü olarak Çerkesleşsinler?
Çerkesya’da yaşayacak çalışan çalışmayan
ve de Çerkesim diyen herkese İkişer bin Avro aylık mı
bağlanacak yoksa? Peki bugün Çerkesya’da yaşayanların
halk sevgileri, yurt sevgileri sözünü ettiğimiz
“yurtsever” gibi Avro’ya Endeksli değilse ne olacak?
Ha ne olacak?
Not:
TBMM Birinci sunu
Mehmet Fetgerey Şoenu 22
Ağustos 1923
"En sağlıklı asimilasyon aracı genellikle okul ve
kültürdür. Bunlar iki ajitasyon koludurlar ki insanları
az bir zamanda aynı düşünür, aynı görür bir duruma
getirilebilirler. Spor dernekleri ve karşılaşmaları,
ulusal tiyatro ve sinemalar en büyük kolaylığı
yaratırlar. Hele bunlara güvenlik le güven, huzur, refah
ve varlık da eklenirse iş kendiliğinden ortaya çıkar.
Çünkü birçok insanların ulusal sevgileri, onların biraz
fazlaca kişisel olan çıkarlarının sınırını aşamaz." |