Suriye’deki Arap Baharı
(!), gerçekte dünya güçlerinin yakın doğudaki
egemenlik paylaşım savaşı ve bunun hızlandırdığı
Anavatana dönüş artık herkesçe biliniyor. Ancak üzücüdür
ki olay, yırtınırcasına çabalayan çok az sayıdaki gerçek
kahramanlar dışında, sanal kahramanların gündeminden
çoktan düşmüş görünüyor. Bu trajik olay, Suriye’den
Türkiye’ye gelen kardeşlerimizle yakından ilgilenenler
için ise, her günün gündemi.
Suriye’den anavatana
dönüş yapmayı düşünenler için de plansız şok bir dönüş
oldu bu.
Önce oturma izni almayı,
olanak buldukça yaptıkları gezilerde neler
yapabileceklerine ilişkin gözlem yapmayı, daha önce
dönüş yapan kardeşlerimizle ortaklıklar kurmayı, bu
arada Suriye’deki taşınmazlarını değerlendirmeyi,
kimileri de önce çocuklarını eğitime göndermeyi
planlıyordu gerçekten dönüşçülerin çoğu… Ama felaket
böyle geldi işte…
Felaket içinde bile
Dönüş amacının geçici ya da kalıcı olabileceği pek ön
görülemeyecek bir şey değil. Anavatana gelenlerden
kimilerinin belirli bir süre sonunda, yani sular
durulduğunda Suriye’ye dönmeyi düşünmeleri de çok doğal
olmalı ve doğal karşılanmalı. Yine yollara dökülenlerin
yaşadıkları duygu fırtınaları ve onlara bu kararı
aldıran gerçek nedenlerin birbirinin aynısı olmadığını
söylemek de kehanet olmaz sanırım.
Ayrıca, özellikle
yıllardır dönüş diyen dönüşü sayıklayan, dönüş için çaba
gösteren, dönüşü yaşayan, yaşamını dönüşe göre
programlayanları için dönüşe ilişkin hiçbir duygu
fırtınası, hiçbir dönüş nedeni şaşırtıcı olmamalı değil
mi? Ben de bu konudaki hiçbir gelişmenin beni
şaşırtmayacağını sanırdım. Bu güne kadar da birilerini
çok şaşırtan hiçbir gelişmeye çok şaşmadım.
Örneğin dönüşün önde
gelenlerinin; dönüşten vazgeçmesini, Anavatana döndükten
sonra yeniden “gönüllü sürgün” olmayı seçişlerini,
yeniden anavatana dönüşlerini, dönüşü başarısız
bulmalarını, dönüşe katkıda bulunmayışlarını, karşı
dönüşçülere çanak tutuşlarını, en konuşulması gerektiği
günlerde sessiz kalışlarını, eylemsizliklerini, dönüşçü
kalanların yaptıklarını, yazdıklarını izlemeyişlerini,
yıllarca kendisine izin verebilmelerini, yıllardan
sonraki ilk nefes alışlarında izne ayrıldıkları gündeki
heyecan ile yeniden olayı kazımaya başlamalarını, kimin
ne yapması gerektiği konusunda ahkam kesmelerini… arada
bir kızsam da çoğun bir “bilge” edası ile karşıladım.
Kişiyi sarsabilecek can
evinden vurabilecek tüm bu olgulara karşın Beni güvenle
ayakta tutan, bana yapılan tüm saldırılara karşı koyma
gücü veren şeyin, dönüşe olan sarsılmaz inancım olduğunu
da bilmiyor değilim.
Daha dün yad ellerde,
geleceğin bu denli aydınlık olmadığı, dönüşün olmazsa
olmazlığının bu denli bilince çıkmadığı, dönebilme
koşullarının bu denli elle tutulur gözle görülür
olmadığı, dönüş ile Sovyetler Birliği çıkarlarının,
(günümüzde Rusya Federasyonu) neredeyse birebir
örtüştüğünün bilincinde olan dönüşçü ve politikacı
sayısının çok az olduğu günlerde;
“Sözün kısası güzelim,
Seni sarsmamalı
en sağlam bildiklerinin yıkılışı
Yıldırmamalı seni
en yılmaz bildiklerinin yılgınlığı
Ve yürümeli yürümelisin
inancın doğrultusunda
sağlam adımlarla
Taaa ki...
ereğine varıncaya dek
ya da ölünceye...”
|
diye
seslenirken; gerçeği
söylemek gerekirse daha çok kendi özüme güveniyordum.
Ama bugün tüm benliğimle daha çok dönüşün kendisine
güveniyorum Öyle ki bugün anavatan dönmüş olanlarımızın
hepimiz bir günde anavatanı terk etsek bile dönüşün
kendi dönüşçülerini bulacağından hiç kuşku duymuyorum.
Başa dönersek dönüşe ilişkin
duyacağım hiçbir şeye şaşırmayacağını sanıyordum ben.
Ama dün akşam öyle olmadığını yaşadım. Öyle değilmiş
kazın ayağı.
Suriye’ye ateş düştükten
sonra anavatana dönüş yapmış, Maykop’a yerleşmiş aynı
apartman katında komşu, 2008’de Halep’e gittiğimde bana
bısım olan iki aileye gitmiştim dün akşam bayramlarını
kutlamak üzere. Bayram kutlamaları kısa sürse de ben
uzun oturma için gitmiştim. Saatlerce oturduk…
halkımızın geleceği, mutluluğu, Suriye’de düşülen
durum..
Ailesi xabzeyi bilmekle
kalmıyor uyguluyor da… Saygın dost yetmiş beş yaşında…
Temiz bir Adığece konuşuyor. Eklem ağrılarından
yakınıyor. Bel ağrıları daha ciddi… Uzun süre ayakta
durmak bir yana oturmak bile onu çok yoruyor. Çok güç
durumda kalmamış olsaydı yeni bir yaşamı seçme gücünü
bulamayacaktı,kesin…
Ama siz de yanılmayın can
korkusu değilmiş, onu apar topar yola çıkaran. Halkını,
vatanını kuşkusuz çok sevmesine karşın anavatan sevgisi
de değilmiş…
“Artık savaş
yayılmaya evimizin yakınına, yöresine top mermileri de
düşmeye başlamıştı. Ama yine de yola çıkmayı göze
alamıyordum. Ta ki kimi kadınların kimliği bilinmez
kişilerce alıp götürüldüğü ve haberleri duyulmaya
başlayıncaya kadar.” Evde eşi
ve henüz bekar iki kızı ile yaşıyordu. “Yine çok
gürültülü bir gecenin sabahında kalktığımda evin üç
kadınını gördüm birbirine sokulmuş yatan. Karaca olanı
bembeyaz kesilmişti, sarı olanı kızarmış buğday tenlisi
de morarmıştı. Birden çivi gibi saplandı ‘ya
duyduklarımıza benzer bir şey başıma gelirse” düşüncesi.
Eşimi kızlarımı koruyamaz duruma düşersem. Alıp
götürülmelerini engelleyemezsem… Daha kötüsü elimi kolum
bağlanıp gözümün önünde…” sonrasını o da
sürdüremedi, ben de duymadım. Bir sessizlik oluştu bir
boşluğa düştük sanki… Ne kadar sürdü boşlukta salınma
bilemiyorum. Sis perdesinin içinden yeniden duydum
yetmiş beş yaşındaki saygın dostun sesini… “Ölüm
korkusu ile yaşayabilirdim. İnancı olan biriyim. Her
nefsin ölümü tadacağını ama mutlaka tadacağını inançlı
olup ilmemek mümkün mü? Ama ya… İşte ona dayanamazdım.
Bu kuşku ile yaşayamazdım. Hemen harekete geçtim. Çok
para kazanmak isteyen bir taksi şoförü, birçok geri
dönüşler ve yön değiştirmelerden sonra bizi güvenli
bölgeye ulaştırdı. 70 Suriye lirası ile gidilen mesafe
için de bizden 2000 lira aldı. Ama çok şükür artık
buradayız…”
Saygın dost, beynine
saplanan ve kendisini Maykop’a getiren çiviyi benim de
beynime çaktığının farkında mıdır bilmiyorum. Ama çivi
benim beynimi hala buruyor ve daha çok uzun süre de
buracak gibi…
Sanal kahramanlarımız da
Suriyeli kardeşlerimize destek dışında hemen her şeyle
ilgileniyorlar. Levent Kaplan kardeşimizin
çırpınışlarını duymuyorlar… Savaşın yoğunlaşması,
sonuçlarının daha korkunç hale gelmesi ile ters orantılı
olarak destek kampanyasını gevşetiyorlar.
Üstüne üstlük kendilerini
hala vatansever, hala ulussever dahası kendilerini hala
insan sayıyor, vatan millet edebiyatı da yapabiliyorlar…
Yazık ki ne yazık… |