ADDER
bir dil derneği. Amacı da çok özel, bir o kadar da
yaşamsal:
Adığabzenin yaşatılması, geliştirilmesine katkı.
Bülündüğü gibi bu derneğimiz 15-16 Aralık 2012 günleri
Ankara Tes-İş salonunda bir Dil Kurultay”ı düzenledi,
ben de oradaydım.
Öncelikle belirtmeliyim ki çalışmalar çok büyük bir emek
ürünü. Arkadaşlarımız özellikle de Ali İhsan Bey ancak
devletlerin gerçekleştirebileceği, paha biçilmesi zor
bir ürün ortaya koydular. Dilimizin bilgisayara
tanıtılması, programlar, sözlük vb. ve kavrayamadığımız
daha birçok teknik konuda yapılan bu çalışmaya; dilini
seven, halkını seven, vatanını seven birinin saygı
duymaması düşünülemez. Dahası bize göre bir Çerkesin bu
çalışmayı değerli bulmaması, önemsememesi için önce
“nankör” olmayı göze alması gerekir.
Bu hakkı
teslim ettikten sonra toplantının “dil kurultayı” olarak
adlandırılmasını da yanlış bulduğumu söylemeliyim. Çünkü
“kurultay”ın birinci anlamı belirli bir konudaki
bilimsel toplantıdır. Yine çünkü, çok büyük bir
çoğunluğu ya da sayın Ahmet Cavit Bey’in deyimi ile
“kahir ekseriyeti” alfabenin geçirdiği evreleri
bilmeyen, Adığe dili üzerine Adğabze olarak bilimsel bir
kitap bile okumamış olan, sunumdaki Kiril adığe
alfabelerine ilişkin yanlışları fark etmeyecek kadar
dile uzak kişilerin bir araya geldiği bir toplantı idi
bu. Eh böyle bir toplantı da bilime önem verenlerce “dil
kurultayı” diye adlandırılamaz sanırım.
Bizce
bu, ADDER’in gerçekten her katılımcıda hayranlık
uyandıran dil çalışmalarını sunmak, derneğin alfabe
politikasını belirlemek, daha doğrusu Latin temelli
alfabe kararının ve de derneğin kullandığı Latin Temelli
Alfabenin ortak alfabe olduğunu onaylatmak amacını
taşıyordu. Katılımcıların çok büyük bir bölümünün
alfabenin tartışılacağını sandığımız ikinci güne
kalmamaları bu “kurultay” delegelerinin toplantıya,
konuyu tartışmak için değil sadece önceden verilmiş
kararı onaylamak için katıldıklarına yeterli kanıttır
sanırım.
Dernek
üyesi olmayan bizler de anlaşılan, sunulan Latin
alfabesinin üyeler dışında da kabul edildiği görüntüsü
verilebilsin diye çağrılmıştık. Sayın Fahri Huvaj da
benim gibi farklı alfabelerin sunulacağı ve bu sunulan
alfabelerin tartışılacağı bir kurultay olacağını sanmış
olmalı ki kendi taslağını göndermişti Nalçik’ten gelen
Abaza İbrahim ile birlikte. Benim sunmam ricasında da
bulunmuş... Ancak böyle bir gündemi yoktu toplantının.
Ben de sadece başarı dileklerinin iletilmesini
sağlayabildim metni de Divan Başkanı Sayın Mustafa
Saadetle konuşup okunamayacağını anladıktan sonra sunumu
kendime sakladım.
Peki,
herhangi bir örgüt düzenleyebilecekken adı dil derneği
olan bir örgüt dil kurultayı düzenleyemez mi? Elbette
düzenleyebilir. Ama eğer sorunu bilimsel boyutları ile
tartışacak uzmanları bir araya getirememişse. Bir araya
gelen kişiler tartışılması gereği duymadan alfbeyi
oylayabileceklerini düşünmüşlerse, katılımcıları çoğu
oylamadan hemen sonra da görevini yapmış olmanın
mutluluğu ile evine dönebilmişse bu toplantının adı “dil
kurultayı” olamaz.
Neyse ki
alfabenin yetersizliği de üzerinde lehte-aleyhte konuşma
yapılmamış bir konunun oylanmasının doğru olamayacağı
anlaşıldı. Alfabenin son şeklini almadığı üzerinde
çalışılması gerektiği vurgulandı ve Divan Başkanı’nın
sadece dernek üyelerinin oy kullanabilecekleri
çağrısından sonra ADDER’in çalışmalarda, Latin’i temel
alacağı büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Toplantının
sonuna doğru konuşmacıların biri gelecek yıl seçmeli
derslerde Latin alfabesi kullanılması istemi ile Milli
Eğitim Bakanlığına başvurulması temennisinde bulundu.
Ancak temenni oylanmadı. Zaten oylama da bitmişti.
Ben
dernek yöneticilerinin böylesine bir toplantıda alınacak
olan kararın tüm Türkiye’de kabul edilebileceğini sanısı
içinde olmalarını gerçekten çok yadırgadım. Milyonlarla
ifade edilen bir nüfusun, yaşamsal bir konuda iki gününü
ayıramayan bir avuç insan, elini kaldırdığı için Latin
alfabesini öncelemeye başlayacağını sanmaları da
yadırganmayacak gibi değildi.
Ama en
çok da her adımda katkıya açık olduklarını söyleyenlerin
ve onlara destek verenlerin en küçük bir eleştiri
girişimimizi, güzelim çalışmayı baltalıyorum şeklinde
yorumlamalarını yadırgadım. Bu nasıl eleştiriye açık
olmaktı. Bu nasıl bir ortak görüş sağlama yöntemi idi
anlayamadım.
Burada
Sefer Ersin Berzeg için büyük bir parantez açmam
gerekiyor. Biraz da beni iğneleyerek yaptığı konuşma
ulusal konuların herhangi biri ile ilgilenen her birimiz
için derslerle yüklüydü. Sefer Berzeg 1967’de Ankara’ya
geldiğimde elimden tutan ağabeylerimden biri idi.
Arkadaşlar Sefer beyin ne demek istediğini anladılar mı
bilmiyorum ama konuşması boyunca benim kulağımda hep ilk
günlerdeki eleştirileri çınladı: “Okumayan yazarlar”
Evet,
gerçekten sunulan çalışma önceki çalışmaların
incelendiği, karşılaştırıldığı izlenimi vermiyordu.
Dahası çok eleştirdikleri günümüz adığe alfabelerinin
bile bilinmediğinin kanıtları ile doluydu. Yani bir ön
araştırma yapılmadan alfabe hazırlanmış tartışmaya
açılmadan kabul etmemiz istenmişti.
Politik
yaklaşımımızın epeyce farklı olduğunu Sayın Berzeg de
ben de bizleri tanıyan herkesler de iyi bildiği için
arada bir yaptığı birer cümlelik sataşmaları duymazdan
geldim. Çünkü gündem dildi ve dil konusunda hemen her
tümcesine imza atabileceğim güzel şeyler söyledi Sefer
Ağabey. Yakından tanıyanların bildiğimiz üslubu ile ve
“bir adığe değil Uıbıx” olduğunun altını çizerek.
Bakın
neler söyledi:
“Arkadaşlar daha önce de bu konuda yapılan değerli
çalışmalar var. Onların mutlaka incelenmesi gerekir”
dedi.
Yani
aynen benim de düşündüğüm gibi arkadaşlarımızın
çalışmalarının yetersiz olduğunu dile getirdi.
“Arkadaşlar dil ancak Kafkasya’da yaşar yaşatılabilir”
dedi.
Yani
dilimiz adına bir şeyler
yapma niyetiniz samimi ise anavatanı merkeze almalısınız
Anavatandan kopuk dili yaşatamazsınız demiş oldu.
Bu
yaklaşım Çerkes yurtseverleri adına sunum yapan
Teğhuılen Yakup’un güzel söylemi ile de çakıştı. Sayın
Teğhuılen önce Adığabze sonra da Türkçe olarak yaptığı
konuşmasını Çerkesçenin ancak ve ancak sokaklarında
çocukların Çerkesçe konuştuğu coğrafyada
yaşayabileceğini söyleyerek noktaladı.
Yani
“Çerkes Yurtseverleri”ne göre de adığabze ancak
Anavatan’da yaşatılabilirdi.
Yeri
gelmişken eskinin “solcusu” şimdilerin “demokratları”
-kimi “Çerkes Yurtseverleri” dahil- arkadaşlarımızın bu
coğrafya konusunu neden hep göz ardı ettiklerini
anlamakta zorlandığımı söylemeden geçemeyeceğim. Öyle ya
daha dün sanırım Lenin’den alıntı “kültürel özerklik
sözde verilmiş bir özerkliktir, özerkliğin gerçek
olması, anlamlı olması için özerkliğin mutlaka bölgesel
olası gerekir” demiyorlar mıydı? Acaba ne değişti de
şimdilerde coğrafya hiç ağızlara alınmıyor. Zımnen de
olsa geçerli olduğu bir coğrafya olmadan da Adığabzenin
yaşatılabileceği savunuluyor, “Anavatana ne gerek kendi
göbeğimizi kendimiz keselim” demeye getiriliyor.
Sefer
Bey Dünyada tüm sesleri yazılabilen dil olmadığının da
altını çizdi.
Yani
arkadaşlarımıza “her sese bir harf rüyası görmeyin”
demiş oldu. Sanırım hiçbir dilin “fonetik alfabe”
kullanmadığını yüzlerine vurmak istemedi. Çünkü
“Google”e sorarak sizlerin de hemen doğrulayabileceğiniz
gibi çok değilmiş fonetik alfabe sayısı. İşlevi de bir
dili okuyup yazmaktan çok farklıymış. Her biri de
uluslararası kullanım için üretilmiş. Telsiz, telefon
konuşmalarında kullanılan Nato Fonetik alfabesi örneğin.
Hani Türkçede de kodluyoruz ya söylediğimiz sözcüğün
yanlış anlaşılmasından korktuğumuzda. Bunun ulusal olanı
da varmış. Alfabeyi bilenler Bursa’nın B si demek
gereği duymuyorlar. Ankara dediğinizde (a) harfini kast
ettiğinizi, bursa dediğinizde de (b) demek istediğinizi
anlıyor karşınızdaki.
Bir de
dilbilimcilerin kullandığı fonetik bir alfabe var. Tüm
dünya dillerindeki her sesin yazılabildiği ve
okunabildiği bir alfabe… Dil bilimcilerin bilimsel
çalışmalarda kullandığı bir alfabe bu. Özetle
arkadaşlarımız her sesin bir harf ile gösterildiği bir
alfabe yapabilseler de bunun adı bilimsel terminolojide
fonetik alfabe olmayacak.
Yine Sefer Bey, Anavatanda
yaşayan kardeşlerimizin kısa dönemde hatta orta dönemde
Latin temelli alfabeye geçme şanslarının olmadığını
söyledi. Bu da Çerkesçe ancak anavatanda
yaşatılabilir tespiti ile birlikte değerlendirildiğinde
Latin alfabe konusunda biraz düşünün anlamına gelmez mi
sizce de.
Sayın Berzeg’in günümüz
Kiril alfabelerinin, öğrenimi zorlaştırmak için
yapıldığı görüşü de yüzde yüz katıldığım görüşlerden
biri de idi. Gerçekten ben de dil ile daha yoğun ve daha
bilimsel ilgilenmeye başladığımdan beri böyle
düşünüyorum. Dahası, benzer sesler farklı karakterlerle
gösterilerek Batı Adığabzesini konuşanlar ile Doğu
Adığabzesini konuşanlar birbirini anlamaz hale gelsinler
istendi sanki. Üzülerek tanık olduğumuz gibi bu bir
ölçüde de başarıldı.
Sefer Bey ayrıca, bugün asıl
yapılması gerekenin günümüz alfabelerinin hatalarından
arındırılması ve daha kolay yazılıp okunan ortak bir
Kiril alfabesi yapılması olduğunu da önemseyerek dile
getirdi. Anavatanda göreceli de olsa birlik oluşmuş iken
derneğin abdzax ağzını önceleyen çalışmaların pek
akıllıca olmadığını da Sayın Berzeg. Diyalekt dahası
ancak ağız denebilecek farklılıkları yaşatmaya
çalışmanın da… Yazın dillerinden birinde olmayan bir
sözcüğün yabancı bir dilden alınmasında ise diğer bir
adığe ağzından alınmasının daha akıllıca olduğunu da…
Dili yaşatmak istiyorsak tek alfabeyle de yetinmeyip tek
dile gitmemiz gerektiğini de...
Evet, yıllardan beri yapmak
DÇB’nin yapmak istediği tam da bu idi. Anavatanda
yaşayan adığeler aynı coğrafyada yaşıyor olsaydı, sorun
da çoktan çözümlenmiş olacak, birçok ülkenin yaptığı
gibi Adığabze ağızların biri resmi Adığabze olacaktı.
Ancak yönetim birimlerinin
ayrı olması bu olanağı tanımıyor. DÇB, “adığelerin
anadilleri ile anlaşabilir olması” rüyamızın ancak üç
aşamada gerçekleşebileceğine inanmakta ve bu doğrultuda
çalışmaktadır.
Birinci aşama Batı ve Doğu
Adığabzelerindeki aynı seslerin aynı harflerle
gösterildiği ortak alfabenin kabulü.
İkinci aşama Sovyetlerin
dağılmasından sonra başlayan ve hızla gelişen
ilişkilerin daha da geliştirilmesi, her adığenin her
iki diyalekti anlar hale gelmesi.
Üçüncü aşama da her adığe
her diyalekti anlar hale geldiğinde birinden birini
yazın dili olarak kabulü.
Bu konulardaki çalışmalar ve
gelinen nokta ve ADDER’in toplantısının neden bilimsel
bir kurultay sayılamayacağı gelecek yazıların konusu
olsun. |