Dün (30.04.2013
Salı) güzel bir piyes izledik
Adığe tiyatrosunda. Aktör yönetmenimiz Hakhuıy Aslan’ın
uyarlayıp yönettiği bir komedi. Başarılı her komedi gibi
güldüren, güldürürken de düşündüren bir yapıt:
“Ş́üış́ipsımxemıdz- İyilik yap suya atma”. Güzel piyesi
güzel konuklar dost konuklarla izlemek ayrı bir
mutluluktu.
Enstitüdeki dört
arkadaş paylaştığımız çalışma odamda, enstitümüz
çalışanlarından Şak’ue Mire ile sohbet ettiğimiz bir
sırada güzel bir konuk baskını yaşadık. Celokhue Kemal,
değerli eşi hep sevgili kardeş kalacak Kherden Seven,
çok uzun yıllardır görüşemediğim Sevgili
ikiziKherdenDeniz Uzun. Celokhaların dünürleri türkiye
doğumlu Hollandalı dostlarımız Bahattin-Necla Şahin,
sevgili oğulları. Bir de sevimli genç bir çift.
Mıyekhape müzik festivalinin kurduğu Belçika’da yaşayan
genç bir aile. Festivale Ürdün’den katılan CelokhueBlane
ve Avrupa’dan gelen Guğemüzik grubu üyesiSigah Şahin.
Yanlarında da değrli dost, araştırma enstitüsünde
çalışma arkadaşım Dr. YedıcBatıray.
Biraz karışık mı
oldu ne?...
İşte kimilerini
çok uzun yıllardır göremediğim bu dost grubu ile
izlediğimiz piyes, toplum yaşamında insanların hemen
hiçbir zaman içinden geldiği gibi konuşmadığı,
yaşamadığı üzerine kurgulanmıştı. Dahası herbirimiz her
zaman her yerde içimizden geldiği gibi konuşur,
gönlümüzden geçtiği gibi yaşarsak toplumsal yaşamı
korumanın çok güçleşeceği, herkesin birbirinin
gırtlağını sıkacağını çok sık yaşadığımız çarpıcı
öneklerle vurguluyordu.
Kahramanlarımızdan
biri bir attar. Yani doğal ilaç-bitkiler, bitki tozları
satan bir attar. Ama bu otlar akla gelebileceği gibi
soğuk algınlığına, böbrek taşına, ülsere iyi gelen otlar
değilmiş. Kullanıldığında kişinin davranışlarını
değiştirebilen otlarmış bunlar. Örneğin otların biri
suya atılıp içildiğinde çok cimri birini alabildiğine
eli açık-iyiliksever yapabiliyormuş. Kişiyi, yalancı,
gammaz, fitneci yapabiliyormuş kimi otlar… Ot tozunun
bir de kişiyi her zaman her yerde içinden geleni
söyletmek, içinden geçtiği gibi davranmak zorunda
bırakıyormuş suyla karıştırılıp içildiğinde.
Eh artistler de çok
usta olunca olayları birlikte yaşıyorsunuz sanki. Kişiyi
iyiliksever yapan otu kullandığında çok paralı birinin
aldatıldığını da bile bile salt iyilik için cüzdanını
boşaltabileceğini, ailesi dahil her keslerin önünde
gülünç duruma düşmeyi göze alabileceğini görüyor, siz de
yaşıyorsunuz bu ruh yüceliğin…
Kıyamet
ise,düşündüğünü söylemek zorunda bırakan, içinden
geldiği gibi davranmaya zorlayan ot tozunun kent şebeke
suyuna karıştırıldığında kopuyor.
Örneğin, birlikte
oldukları yıllar boyunca kendisine hep çektirmiş kocası
için xabzeye uygun, üzgün, süzgün yas tutan kadının
sudan bir yudum alması ile topluluk önünde içini
döktüğünü, kocasının kötülüklerini bir bir sıralamaya
başladığını düşünün bir… Hiç çekinmeden sevinç
gösterilerinde bulunabileceğini de…
Kendisini
parlamentoya gönderdiklerinde toplum için neler neler
yapacağını heyecanlı, etkileyici, inandırıcı bir dille
seçşm konuşması yapan bir adayın, kuruyan boğazını
ıslatmak için aldığı bir yudum ile sakladıklarını bir
bir saymasını. Aday seçilirse hep kendisine
çalışacaktır. Dahası taahhüt ettiği paranın da ancak
üçte birini verecektir kendisine oy verenlere. Seçim
vaadi yerine bu gerçekleri duyan seçmen topluluğunun
neler yapabileceğini de gözünüzün önüne getirin bir.
Hem bunlar ve benzerleri sıkça yaşanabilecek çok
düşündürücü hayat kesitleri değil midir?
Ama iyi komediler
yukarıda söylediğimiz gibi güldürürken düşündürdüğü için
ben de düşünmezlik edemedim bu otları ve toplumumuzun
günümüzdeki konumunu. Çok isterdim, kişiye düşündüğünü
söyleten ot tozu suyundan21 mayısları, ölüm çukurundan
çıkma çabasından çok çukurda yok olmayı pekiştirici bir
üslupla anan sürgünümsü, aydınımsılarımıza yudumlatmayı…
Oyundaki adayın
attığı nutuk gibi kırk yıldır “dönüş” nutku atan ancak
dokuz yıl boyunca oturduğu yerde uzatılan vatandaşlığı
elinin tersi ile iten dönüşçülerin(!) yudumlamasını da
isterdim…
Neden vatandaşlık
almadınız sorusuna bu kadar önemli bir şansıduymadığını
söyleyen, dahası kaçırdığına üzülmeyen, buna karşın hala
siyaset belirlemeye kalkan öncülerimize(!).
Anavatanın
bağımsızlık savaşı şehitlerinin yetim çocuklarından
yılda 120 dolar eğitim giderini esirgeyen buna karşın
her platformda Anavatanı, uğruna ölümü göze alacak kadar
çok sevdiğini haykırmaktan utanmayanlara…
Evet, bu otun
suyundan yudumlatıp, seçmeli Adığabze derslerine oğlunu,
kızını yeğenini göndermeyeceklerin, ya da
gönderemeyeceklerin meydanlarda“ana dili onurum
savaşırım korurum” diye haykırırlarken gerçekte neler
düşündüklerini de öğrenmek isterdim.
Adığe-Abhaz
kardeşliğinin temeline konmuş, etkileri de artık
saklanamaz olmuş mayın, “Abhazya vatandaşlık yasası
karşısında tek kelime söylemeyen örneğin Sayın Muharrem
Saran’ın, Sayın Yusuf Taymaz’ın, Sayın Sezai Babakuş’un
…ve diğerlerinin, tam da kürsüde kardeşlikten dem
vurdukları sırada bu su ile boğazlarını ıslatmalarına
yardımcı olur ve tam da o anda içlerinden neler
geçirdiklerini öğrenmek, dinleyicilerin neler
yaptıklarını izlemek isterdim…
Bu sudan bir
yudumcuk
verip muhaliflerle konferanslar düzenleyen,
“Soçi’yeHayır”ı savunacak yabancı konukları çağırabilen
Ankara Çerkes Derneği yönetcilerinin, neden Dönüş konulu
bir konferans düzenlemediklerini, dilimizi neden hiç
önemsemediklerini de öğrenmek isterdim.
Elimde böyle bir ot
olsaydı eğer, dün en önlerde kulaç attıkları kulvarda su
kalmadığı için kulvardeğiştiren, diaspora Çerkes
tarihini kendileri ile başlatan, her şeyi bilmelerine
karşın Çerkeya’nın sınırlarını bilmeyen Çerkesya
Yurtseverlerini de susuz bırakmazdım inanın…
Hadi hepsini
saymamayım…
Daha kimlere bu sudan ikram etmek isteyeceğimi kendileri
de biliyorlar zaten…
Ancak itiraf etmem
gerekir ki kıyamet kopmasına, önderlerimizi kişiye kolay
ve inandırıcı yalan söyleten ot tozu için attarımızın
önünde kuyruk oluşturmalarına neden olacağı kesin bu
eylemi göze almak da her babayiğidin göze alabileceği
bir şey değil. Sanırım ben de yapamazdım.
Ama şu,kişiyi
iyiliksever yapan ot tozunu dünyadaki tüm Çerkeslerin
içtiği suya karıştırırdım. Sadece bir kez değil her gün
içmelerini sağlardım. İşte o zaman örneğin örgütlerimiz
parasal sıkıntı çekmez, hazırlandığı halde yayımlanmamış
kitap kalmazdı. Uydu yayın yapan birkaç kanalımız
olurdu. Karşılığını buldukları için bestekârlarımız daha
iyisi için yarışırdı. Her isteyen anavatanı ziyaret etme
olanağı bulurdu. Yerleşmek isteyen her kes kendisini
bekleyen bir ev bulurdu. Anavatanda olsun diasporada
olsun yöneticilerimiz de daha çok halkı düşünürlerdi.
Diaspora insanımız kendi yapamayacağını, yapmadığını
anavatan kesimine önermez, yapılması gerektiği
beklentisine girmezdi. Çok kazanan anavatan insanı elde
ettiklerinde diasporadaki kardeşinin payı da olduğunu
hiç unutmazdı…
Özellikle
deSuriye’de ateş içinde kalan kardeşlerimizin bir
çırpıda anavatana kavuşturduğumuzu görür,
başkasorunlarımızın da çözümsüz kalmayacağı güvencesi
ile mutlulukların en büyüğünü birlikte yaşardık…
Piyesin sonunda
iyiliksever kahramanımız yaşadıklarının gerçek mi yoksa
bir düş mü olduğunu sorar kendi kendine ”Yaşadıklarım
düş mü gerçek mi?” diye…
Olabilir dedim ben.
Neden olması?...
Neden her birimiz
kişiyi iyiliksever yapan bu sudan biri yudum almayalım
ve tüm sorunlarımızı neden çözmeyelim?..
Evet neden
olmasın!..
|