“ÇERKESYA JEOPOLİTİĞİ : HER ŞEY FARKLI OLSAYDI”
Sayın Aytek Kurmel’e hiç yakıştıramadığım bir yazı
olmuş. Evet, “Çerkesya Jeopolitiği” demiş, epeyce
edebiyat da paralamış, dahası biz sıradan okurların
yardımsız anlayamayacağı epeyce şeyi de yazıya dolamış
tüm bunlara karşın Çerkesya’nın geleceğine ilişkin hiç
öngörüde bulunmamış. Dahası Çerkes halkının geleceğini
de hiç dert edinmemiş.
Evet, Sayın Kurmel çok şeylerden söz etmiş ancak asıl
sorunumuzun yakınından bile geçmeme becerisini
gösterebilmiş. Bu arada ayırdında olunmayacağından çok
emin olmalı ki anakronik (tarihle uyumsuz) olayları
birbirine tersten bağlamaktan da hiç çekinmemiş.
Bir bilim insanını eleştirdiğim için kimilerin çok
kızacaklarını bilmiyor değilim. Daha yenilerde KAFFED’in
düzenlediği Dünya Adığe Dili Konferansında da bir
araştırmacılardan birine haklı da bulunan bir soru
sorduğum için çok kızmıştı dönemin KAFFED Başkanı Sayın
Vacit Kadıoğlu. Nedense genelde de eleştirilerimin
yerinde olup olmadığından çok eleştirenin ben olmam daha
çok ilgilendiriyor birilerini. Yine de ben, Sayın
Kurmel’in yazısını anlaşılır kılabildiğimde haklı
görülebileceğimi umuyorum.
Yazıya şu paragrafla başlamış Sayın Kurmel:
“Her şey bugünkünden farklı olsaydı… Mesela, jeopolitik
netameli bir kavram olmasaydı… Ratzel ve talebesi
Kjellén’in geliştirdiği Organik Devlet Teorisi
Haushofer’in Münih okuluna temel oluşturmasaydı… Rusya
Federasyonu sınırları içinde barışçıl yollarla bir
Çerkesya Cumhuriyeti kurulsaydı… Çerkesya’nın yakın ve
uzak çevresi nasıl tanımlanırdı?.. Çerkesya ile çevresi
arasındaki ilişkileri hangi dinamikler belirlerdi ?
Çerkesya’nın hukuki varlığı nasıl bir tarihi ve coğrafi
bilince denk düşerdi?”
Yazı genel okurlar için değil de sosyologların, bilinçli
politikacıların katıldığı bir konferans metni sanki…
Benim gibi konunun içinde olmayanlar için yardımsız
anlaşılamayacak bilimsel(!) bir yazı. Dolayısı ile Sayın
Kurmel’in herkeçe biliniyor gibi sözünü ettiği ancak az
bilinen kişileri tanımak, tanımları daha iyi anlamak
için internetten yardım aldım ben de. Paylaşayım sizinle
de…
“Jeopolitik,
devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri
arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı.
Jeopolitiğin kurucusu sayılan Profesör Friedrich Ratzel
(1844 - 1904), Münih ve Leipzig üniversitelerinde Siyasi
Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamıdır.
Ratzel diyor ki; “Devlet, bir hücreden meydana gelen
bir organizmadır. Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu
eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük
devletleri dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”
Hatta Ratzel, daha da ileri giderek; “Bu küçük
gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer
mevcuttur.” diyerek, yayılmacı ve sömürgecilik
ruhunu açıkça ortaya koymuştur.
Ratzel’in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük
ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Bunların başında Münih
Üniversitesinde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri
okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de
“Zeitscrift Für Geopolitik” dergisini çıkaran Haushofer;
Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru olarak
görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler’in
politikasında etkili olmuştur.”
“Anthropogeographie” (Antropocoğrafya, 1882-1891),
“Politische Geographie” (Siyasal Coğrafya, 1897) ve
“Lebensraum” (Yaşam Alanı, 1901) gibi başlıca
yapıtlarıyla toplumlar, devletler ve doğal çevre
arasındaki karşılıklı ilişkileri araştırdı. Bazı
halkları yayılmaya ve egemenlik kurmaya yönelten “mekân
duygusu”nu tanımlamaya çalıştı. Görüşleri, kendisinden
sonraki Alman jeopolitikçilerini derinden etkiledi.
Ancak 1904’te ölümünden sonra Almanya’da jeopolitiğin
gelişmesinde önemli rol oynayan kişi ironik bir şekilde,
dış politik yazılarını coğrafi yorumlara dayandıran ve
“Jeopolitik” kavramını, ilk kez kullanan kişi İsveçli
bir siyaset bilimci Rudolf Kjellén olmuştur. 1899
yılında “Ymer” adlı dergide İsveç’in sınırlarına ilişkin
yayınlanan bir makalesinde bu kavramı kullanmıştır.
Kjellén Jeopolitiğin isim babası olması yanında
jeopolitiği karmaşık yapıdaki devlet araştırmasının bir
parçası olarak telakki etmesiyle de önemlidir. Görüşleri
büyük ölçüde Ratzel’ın “siyasi coğrafya”da ki devlet
düşüncesine dayanmaktadır, siyasi olayların coğrafi
verilere bağlı olduğu düşüncesini daha da
geliştirmiştir.
C. Haushofer jeopolitiği içinde yaşadığı coğrafi
bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında değişen
siyasal hayat şekli olan devletin, üzerinde yaşadığı yer
ile ilişkisi olarak tanımlar
Doğal etkenler
içerisinde siyasi coğrafyayı birinci derecede etkileyen
unsurlar, coğrafi mevki, saha, yer şekilleri, iklim
özellikleri, sulardır. Jeopolitik, coğrafya ve siyasi
coğrafyacıların çalışmalarıyla ortaya çıkmış ve siyaset
bilimcileri de gelişmesini sağlamışlardır. Askeri
stratejistler ise, jeopolitikten yararlanmış ve
gelişmesine katkıda bulunmuştur, çünkü; dünyadaki global
strateji, dünya hakimiyeti peşinde olan ve buna karşı
savunan güçler arasındaki ilişkilere göre
şekillenmiştir.”
Şimdi de bu bilgiler ışığında yukarıdaki paragrafa
eleştirel bir göz atalım:
Sayın Kurmel;
“…jeopolitik
netameli bir kavram olmasaydı…”
eğer, Çarkılık Rusyası sıcak denizlere inmek istemeyecek
miydi?
“Ratzel ve talebesi Kjellén’in geliştirdiği Organik
Devlet Teorisi Haushofer’in Münih okuluna temel
oluşturmasaydı…”
eğer, Çarlık Rusyası Kafkasya’ya savaş açmayacak mıydı?
Yada Çarlar, Münih Okulunda “jeopolitiği”öğrendikleri
için mi Rusya’yı büyütmek genişletmek istemişlerdi?..
Peki, Kjellén, en az yüz yıl süren ve 1864 de halkımıza
vatanlarının kaybettirilmesi ile sonuçlanan trajedimizi
1864’de doğar-doğmaz nasıl olmuş da etkileyebilmişti?
1864’de nüfusunun onda dokuzunu kaybeden Çerkeler nasıl
olacaktı da 1991’de kurulan “Rusya Federasyonu
sınırları içinde barışçıl yollarla bir Çerkesya
Cumhuriyeti kuracaklardı?
Ya da “Her şey bugünkünden farklı olsaydı…”
Çerkeslerin bağımsız bir Çerkesya kuramaları mümkün
olmaz mıydı?
Çerkesya Rusya Federasyonu sınırları içinde barışçıl
yollarla bir Cumhuriyet olacağı var sayılırsa Rusya
Federasyonu’nun değil de “Çerkesya’nın yakın ve uzak
çevresi” ni tanımlama çabası saçmalık olmaz mıydı?
Federasyon üyesi bir Çerkesyaya özgü çevre
ilişkileri ve dinamiklerden söz edilebilir miydi?..
Gerçekte, “Çerkesya’nın hukuki varlığı nasıl bir
tarihi ve coğrafi bilince denk düşerdi?” sorusuna da
yukarıdakilere benzer bir soru oluşturacaktım ama
doğrusu beceremedim.
Yazının bundan sonraki bölümü, sanırım günümüzü
anlatmaya çalışıyor. Ancak yine benim gibilerin
analayamayacağı kadar bilimsel ve benim gibi uzun yazı
sevenler için bile uzun.
Ancak yazının bu bölümünde de akla sorular getiren kimi
cümlelerin altını çizmeden edemedim.
Örneğin;
Kosova eyaletinde iki ateş arasında kalan 200 civarında
Çerkes 1998 yılının Ağustos ayında devlet yardımıyla
Adigey Cumhuriyeti’ne kesin dönüş yaptı. Bu, Sovyetler
sonrasında Çerkesya’ya ilk ve şu ana kadar tek toplu
dönüş idi. (Eksik
bilgi. Sovyetler sonrası değil sürgünden bu yana devlet
yardımı ile gerçekleştirilen ilk ve tek toplu dönüş.
Ancak Dönüş Çerkesyaya değil RF’ye ya da Adığey
Cumhuriyetine yapıldı. Bilim insanının duygularına
kapılmayacak kadar bilime saygısı olması gerekmez mi?)
Bugün Suriye, Ürdün ve İsrail’de koloniler halinde
yaşayan Çerkesler’in tarihini geriye doğru işletirsek
19. yüzyıla uzanırız. Bölge ilk kitlesel Çerkes göçünü
Balkanlar’dan aldı. Bunlar 1860’lı yıllarda Çerkesya’dan
sürüldükten sonra Osmanlı İmparatorluğu tarafından
Balkanlara iskan edilmiş göçmenlerdi.
(Burada biraz çarpıtma çabası sezilmiyor mu? Çerkesler
önce sürüldü de sonra mı sürülen insanları Balkanlara
iskan etti. Yoksa dönemin Küresel güçleri ile birlikte
Osmanlı, Boğazları Çarlık Rusyası’ndan korumak amacı ile
Kuzy-Batı Kafkasya’nın tama yakın boşalmasında etkin rol
mü üstlendi?)
Berlin Anlaşması (1878) uyarınca Balkanları da terk
ederek
(Balkanlar terk ettirilerek olmasın sakın?)
Suriye, Lübnan’dan sonra Ortadoğu’nun en zengin
mozaiğine sahip.Bu mozaiğin parçalarından biri 100 bin
kişilik Çerkes topluluğu. Nüfus açısından Suriye Çerkes
diasporasında Türkiye’den sonra ikinci sırada
geliyordu. Yaygın bir kanaate göre Suriyeli Çerkeslerin
tamamına ülkeyi terk ederek Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye
sığındı.
(Böylesine önemli bir konudaki yargıya, sağlıklı
verilerin değil de “yaygın kanaat”in temel
alınmasını doğrusu, bir bilim insanına çok
yakıştıramadım.)
Bir yandan Rusya’nın çıkardığı engeller, diğer yandan
Çerkesya’nın imkanlarının yetersizliği
(Sayın Kurmel Çerkesya’yı kurmuş bile… Çerkesya diye
sınırları belli bir ülke bir erk bir yönetim mi var
Sayın Kurmel?)
nedeniyle anayurda dönenlerin sayısı artmıyor. Birçok
zorluğu aşarak anayurda dönüş yapmış olanların kaderi de
Kremlin’e bağlı.
(Bu kadar edilgin olmanız, anavatan kesiminde yaşayan
Çerkesleri bu kadar yok saymanız kolay anlaşılır bir şey
mi Sayın Kurmel? Gelecek adına bizim bilmediğimiz daha
önemli şeyler mi üretebildiniz yoksa siz?..)
On yıllar boyunca Suriyeli Çerkesler’in
diasporanın en ezilmiş unsurları olduğu önyargısı son üç
yılda bitti. Çünkü Çerkesler ne Esad’a karşı
ayaklandılar ,ne de kitleler halinde anayurda geri
döndüler.1967 yılında Golan Tepeleri’nden göç onları
yoksullaştırmış olsa da,her şeye sıfırdan başlayarak
meslek, unvan, para ve mülk sahibi olmuşlardı. Farklı
derecelerde de olsa statükonun bir parçası haline
gelmişlerdi. (Golan tepelerinden göçürülenlerin
büyük bir bölümünün “Tolstoy Vakfı” aracılığı ile
Amerika’ya göçürülmüş olmasından hiç söz etmeyişinizi de
inanın çok yadırgadım Sayın Kurmel?..)
Türkiye’yi ön plana çıkaran sadece en kalabalık Çerkes
nüfusuna sahip diaspora ülkesi olması değil. 200 yıl
öncesine dayanan modernleşme çabasının ürünü olan
demokrasi kültürü, yurttaşlık bilinci
(Eğer yurttaşlık bilinci ile anlatılmak istenen
Çerkeslerin Türkiyelilik bilinci ise kim ne diyebilir.
Ancak eğer Anavatan sevgisi Anavatan sorumlulığu ise
gerçeklerden çok uzak olduğunu kim bilmez. Milyonlarca
isnsandan turis olarak anavatanını ziyaret edenlerin
sayısı Abhazya savaşında Türkiyeden gidip savaşanların
sayısı bunu açıkça ortaya koymuyor mu Sayın Kurmel?..)
piyasa ekonomisi, sivil toplum dinamizmi ve periferiden
merkeze modernleşme dinamiği Çerkesler için de çok
önemli kazanımlardır. Bu “yumuşak güç” unsurları
sayesinde Türkiye sadece Çerkes diasporasının lideri
olmakla kalmayarak; içinde anayurdun olduğu Çerkes
dünyasının da “merkez ülke” haline gelebilir.
(Bizce yazının en saçma tespiti. Anavatandaki küçücük
cumhuriyetlerde yaşayan, Çerkes nüfusunun daha az kesimi
ile Türkiye’de yaşayan milyonları üretim ölçeğinde hiç
mi karşılaştırmadınız Sayın Kurmel. Bense,
“yaptıklarımız yapabileceklerimizin teminatıdır”
politikacıların sevdiği ünlü sözün, Türkiyeli Çerkes
Çemberini kıramamış Çerkeslere, “Yapmadıklarımız
gelecekte de yapmayacağımızın göstergesidir” diye
uyarlamanın uygun olacağını düşünüyorum.)
“2014 sonrasında Afganistan’ın istikrarsızlaşma ihtimali
Çerkesya’yı da yakından ilgilendiriyor. Kabardey-Balkar
ve kısmen Karaçay-Çerkes’de cihatçılar ile devlet
arasındaki çatışmalarda en büyük zararı siviller görüyor
; temel özgürlükler kısıtlanıyor ve insan hakları ihlal
ediliyor.Ayrıca,sosyal doku zarar görüyor. (Olup
bitenleri sadece Afganistan’ın istikrarsızlaştırma
etkisi ile açıklamaya çalışmak çok saf olmanızdan
kaynaklanıyor olabilir mi Sayın Kurmel?...)
Sonuç
Küresel güç ve ekonomik
dinamizm Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Asya-Pasifik dünya
siyasetinin merkez bölgesi oluyor. Atlantik ve Pasifik
kıyılarını birleştiren Avrasya serbest ticaret
coğrafyası olacak. Bu, Rusya Federasyonu’nun batı ile
doğu arasında transit ülke haline gelmesi anlamına
geliyor. Rusya Federasyonu bu işlevi yerine
getirebilmek için dışa açık, çoğulcu ve modern bir orta
sınıf toplumuna dönüşmek zorunda.
Bu,Çerkesya’ya
dışa açılma ve evrensel normlarla tanışma fırsatı
sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmek için Çerkes
dünyasının yeni bir küresel sinerji yaratması gerekiyor.
Küresel sinerji sayesinde Çerkes diasporası ile anayurdu
arasında yapıcı bir ilişki egemen olabilir ve çoğulcu,
demokratik “yurttaşlar Çerkesya’sı” doğabilir.
Yükselen Asya-Pasifik’in verdiği mesajı göz ardı etmemek
lazım; burası dünyada para ve teknolojiyle tanışıp
asırlık bilgeliğini koruyabilmiş tek bölgedir. “Düşmek,
etrafı görmemektendir” demiş Fikret.
Dileğimiz
Çerkes halkının kentli, çoğulcu, modern bir orta sınıf
toplumu haline gelmesi ve Çerkesya’nın Asya-Pasifik‘ten
sonra Hint Okyanuslu ve Arktikli günleri de görmesidir.(Bu
dileğinizin yerine gelmesi için ne gibi bir sorumluluk
üstlenmeyi düşünüyorsunuz?)
Şimdi söyleyin lütfen, Sayın Kurmel gibi gelecek kugusu
olmayan, halkıın sorumluluğunu duymayan, ne gibi
görevleri üstlenebileceğinden söz etmeyen, olayı laf
kalabalığına getiren, asıl derdi çok biliyor görüntüsü
vermek olan Sayın Kurmel benzeri okumuşlarımıza
“aydınımsı” demekte haksız mıyım?
|