Bu yıl atalarımızın çok büyük bir çoğunluğunun
sürüldükleri yılın 150. yıldönümü.
Türkiyeli Çerkes çemberini kıramayanlar kim bilir
ne etkinlikler gerçekleştirecek ve kim bilir anavatan
yaklaşımından ne kadar uzak düşeceklerdir.
Çünkü büyük
olasılıkla yine kendilerine sevecen davranacak,
deplasmana yiğitlik taslayacaklardır.
Sürgünümsülerin
yasımsı etkinliklerde nasıl gözyaşı dökeceklerini ve bu
gözyaşlarının tanımını kendilerine bırakalım.
Anavatanın tüm etkinliklerindeki
yaklaşımını da büyük kaybımız, usta ozanımız
Khuıyekhue Nalbi’nin ölümsüz sözleri ile anlatmaya
çalışalım.
Khuşhe Yabğ adlı
yapıttan.
Ruhu dilinde olduğu
için adığabzesini yazmazlık edemedim:
“Джы
тыгъэр Мэзагъуэ ыгу щыкъуэх̄аж̄ы, щыкъуэх̄аж̄ы нибж̄и
Cı tığher Mezağhue yıgu
şıkhuex̄ejı, şıkhuex̄ejı nıbji
къыкъуэмыч̄ыж̄ынэў. Йэж̄ джаўщтэў рихъуых̄агъ.
Йылъэс шъитỳ
khıkhuemıç̄ıjınew. Yej cawştew rixhuıx̄ağh. Yilhes şitù
къыгъэш̄агъ, ўызы йыэп, йыўэгуи къезэщыгъэп,
йычъ̄ыгуи
khığheş̄ağh, wızı yıep, yıwegui khézeşığhep, yıç̄ıgui
къыгъэпшыгъэп.
Âў йытыгъэ йэштэж̄ы, чъыг̆хэри псыхъуэхэри
khığhepşıhep. Aw yıtığhe yeştejı, chığxeri psıxhuexeri
йэштэж̄ых. Ахэмэ ягъуысэў зык̄уэсэж̄ыч̄э, макъэр
пкъыгъуэ пстэўми
yeştejıx. Axeme yağhuısew zık̄uesejıç̄e, makher pkhığhue
pstewmi
зэрахэк̄уасэў йылэж̄ыгъэмрэ, зыдэлэж̄агъэмрэ зы
х̄эпщэгъу мач̄эў
zeraxek̄uasew
yılejığhemre, zıdelejağhemre zı x̄epşeğhu maç̄ew
зызэхэх̄аж̄хэч̄э;
zızexex̄ejxeç̄e;
Л̄эўыж ч̄элъык̄уэмэ;
Lh̄ewıj ç̄elhık̄ueme;
aбжъэнач̄эм сэпацэр къыдарэхыри ащ гуыбгъуэ
харэш̄ыч̄ыж̄,
abjenaç̄em sepatser khıdarexri aş guıbğhe xareş̄ıç̄ıj.
Псыхъуэшхуэ зэ хъуыж̄ыщтым пч̄энт̄эпс гъуатк̄уэр
къежапэ́ фарэш̄.
Psıxhueşxue ze xhuıjıştım, pç̄ent̄eps ğhuatk̄uer
kğéjap’e fareş̄.
Анэбзыц арагъэт̄ысх̄эри мэзыр къарэгъэч̄.
Anebzıts areğhet̄ısx̄eri mezır khareğheç̄.
Х̄эпщэгъу къинхэр ж̄ы къабзэ ўэхъуыжыфээхэ йэрэжэх.
X̄epşeğhu khinxer jı khabze wexhuıjıfexe yerejex.
Гуыўызымрэ, хъуэпсэ пч̄энчъэмрэ гуыщыэ ахарэш̄ыч̄.
Guıwızımre, xhuepse pç̄ençhemre guışıe axareş̄ıç̄.
Пч̄ых̄ыр нэфапэ́ зэрэмыхъуыщтыр къагуырыıэмэ,
янэфапэ́ пч̄ых̄ ш̄агъуэ
Pç̄ıx̄ır nefap’e zeremıxhuıjıştır khagurı’ueme,
yanefap’e pç̄ıx̄ ş̄ağhue
къыч̄элъык̄уэн.Khıç̄elhık̄uen.
Гуы нэшъухэр абгъэгуымэ къащытеўэщтхэшъ, тэрэзэў
арэгъэдаıэхэри,
Guı
neşüıxer abğheguıme khaşıtéweştış, terezew
areğheda’uexeri,
х̄ант̄аркъуэ къакъэм, х̄эч̄э къуэч̄э гъуэрг̆ым,
сабыйым йыгъыб-щыб,
x̄ant̄arkhue khakhem, x̄eç̄e khueç̄e ğhuerğım, sabıyım
yığhıb-şıb
пхъэшъх̄эч̄э зэтеўэм, шъуэф пц̄анэм, къамыл дорэщэў,
ўэрыжъым
pxheşx̄eçe zetéwem, şüef pts̄anem, khamıl doreşew:
werıjım
щыгъуыгъэм ўэрэд къыхарэх.
Şığhuığem wered khıxarex.
(…)
Анах̄ чъ̄ыпэ́ лъаг̆эў Адыг̆э чъ̄ыгуым йыэм Мэзагъуэ
щыт̄ысыгъ
Anax̄ ç̄ıp’e lhağew Adığe ç̄ıguım yıem Mezağhue
şıt̄ısığh.
Зиплъых̄эж̄ынэў арэп, тыгъэм йыгуыпаплъэ зиш̄ыгъ. Джы
зэжэж̄ырэ
Ziplhıx̄enew arep, tığhem yıguıpaplhe ziş̄ığh. Cı
zejejıre
закъуэр – мэфэ ныкъуэ гъуэгуч̄э пэчыж̄эў хыıышъуэм
йэк̄уырэ
zakhuer – mefe nıkhue ğhueguç̄e peçıjew xı’uışüem
yek̄uıre
ч̄элэхъуыр ары. А ч̄алэр дунайэм къызэрэтехъуагъэр
йышэ́щтыгъэ,
ç̄elexhuır arı. A ç̄aler dunayem khızeretéxhuağher
yış’eştığhe
лъэпкъ псаўым чылэпхъач̄э фэхъуын зылъэч̄ыщт
к̄уачъ̄эрэ гъэретрэ ащ
lhepkh psawım çılapxhe fexhuın zılheç̄ışt k̄uaç̄ere
ğhéretre aş
хэлъ, ар
гуы чыж̄эч̄э къыша́гъ, аў зигуи зи акъыли нэшъуы
хъуыгъэр
xelh, ar guı çıjeç̄e khış’ağh, aw zigui zi akıli neşüı
xhuığher
сыдэўщтэў къыгъэплъэж̄ыщта? Тх̄эшхуэм зыми зэч̄э
риıэрэп,
sıdewştew khığheplejışta? Tx̄eşxuem zımi zeç̄e ri’uerep,
къытрык̄уэщтыр йэшэ́ми, мызэгъуэгуым йыıэф
къытхилъх̄агъэп.
Khıtrık̄ueştır yeş’emi, mızeğhueguım yı’uef
khıtxilhx̄ağhep.
Ч̄элэц̄ык̄уми адыг̆э чъ̄ыгуыр ыбг̄ынэмэ…
Ç̄elets̄ık̄uımi adığe ç̄ıguır yıbğıneme…“
Şimdi güneş Mezağhue’nin kalbinde batıyor, batıyor artık
doğmamacasına. Kendisi öyle olsun istedi. İki yüz yıl
yaşadı. Hasta değil, göğü kendisinden usanmadı henüz,
toprağı da yormadı kendisini. Ancak güneşini alıyor,
ağaçlarını sularını da alıyor. Ses onlarla birlikte
söndüğünde, tüm maddeler sesi soğurduğunda, üretip
işledikleri güçsüz bir soluk alış gibi birbirine
karıştığında;
İzleyecek kuşaklar;
Tırnak arası toz
zerrelerini alıp ovalar oluştursun.
Bir ter damlacığını
günü geldiğinde çok büyüyecek nehre başlangıç yapsın.
Kaş tellerini dikip
ormanlar yetiştirsin.
Güçlükle solurken
rahat soluk alıp verebilir oluncaya kadar beklesin.
Acılar ve boş
imrenmelerden söz üretsin.
Gelecek kuşaklar, rüyalarının hiç gerçekleşmeyeceğini
anladıklarında, gerçeklerini güzel rüyaların izlediğini
yaşayacaklardır..
Onun için, göğüs boşluklarındaki kör yürekleri ile
kulak
kesilsinler ve kurbağa vraklamasını, vahşi hayvan
ulumasını, anlamsız bebek sesini, birbirini döven
saçakların çatırtısını, kuytu bataklıkta kuruyan
kamışların uğultusunu şarkı yapsınlar.
Mezağhue Adığe
yurdunun en yüksek tepesinin en yüksek yerine yerleşti.
Hayır son kez bakınmak için değil, güneşin tam
karşısında olmak için. Şimdi tek beklediği – yarım
günlük uzaklıkta kıyıya doğru giden erkek çocuğu idi. O
O çocuğun dünyaya geldiğini biliyordu. Tüm halka tohum
olabilecek gücü ve gayreti olduğunu da içgüdüsü ile
anlamıştı. Yine de kalbi de aklı da köreleni nasıl
yeniden görür yapabileceksin?
Yüce Allah her şeyi
kimseye anlatmıyor. Sonumuzun ne olacağını bilse de bu
kez işimize karışmadı. Ya bu çocuk da Adığe ülkesini
terk ederse...”
Evet, ya Anavatanda
hiç Çerkes kalmasaydı… Ne denli korkunç olurdu değil mi?
Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramayanlar 21 Mayıslarda
yine deniz kıyısında toplanır, buğulu gözlerle denizin
bu kıyısına bakarlar mıydı acaba?...
Dolayısı ile değerli arkadaşlar siz siz olun yolda boş
gezenleri, kötü yola düşmüşleri
dahil anavatanda yaşayan her bireye her gün
teşekkür edin, dua edin… Anavatanın ne yapması
gerektiğini değil sizlerin ne yapmanız gerektiğini
konuşun. Anavatanda nelerin yapılmadığını
değil sizlerin neler
yaptıklarınızı anlatın…
Hem anlatılacak o
kadar çok şey var ki…
|