...................
...................
PSİŞİK YETENEKLER, BİLGELİĞİMİZİN İFADESİDİR

09.09.2010

Nilgün Nart
...................
...................

Sufilerin; dergahlarının ve türbelerinin kapısına yazdıkları bir cümle vardır.

“Edeple gelen, Lütufla gider”

Edep; iki dünyayı; Öte Alemi ve yaşadığımızı sandığımız yer Ol’An dünya alemini BİR etme ve paradoksallık Ol’An O’nu Hak’ıyla kucaklama disiplinidir.

Egonun hükmüne dayalı eski sistemler yıkılırken ve eski Ol’Ana ait ne varsa büyük yaygaralar kopararak giderken, Gönül Dergahına yürüyenlerin Yeni Bilincinin, Şimdi-Burada; her An’da; düşünsel, sözel ve eylemselliğinde, kısacası Var Ol’uşunda ve Var’lığında kararlı bir sabitlik (sabite) yaratması önemlidir ve hayrınadır.

Görülmekte olandan ve yaşadıklarımızdan hareketle diyebiliriz ki; gitmekte Ol’Anın fiziksel ve eterik dünyadaki kararlılığı binlerce seneye dayanmaktadır. Bu nedenle gitmesi de haliyle biraz olaylı olacaktır.

Eski Ol’An giderken, yeniye -dil- uzatacak, kendisine benzetmeye ve hatta yeni bilince de kendi karanlığının tohumlarını çeşitli vesilelerle atmaya da çalışacaktır. Karanlığın tohumları; anlamları bir birine karıştırarak, değerleri sözlerle basitleştirerek, başlı başına Bir değer Ol’An ve Asıl gerçek Ol’An Ruhunuza, hayrın ve şerrin bir birine karıştırdığı anlamları size sunması ve sizinde inanmanız ve Yol’unuzdan dönmeniz ve kendi Yol’unuzda endişelere ve şüphelere düşmenizle gerçekleşir ve sizi Yol’unuzda oyalamasıyla sonuçlanır.

“Pirincin kara taşlarını görmek kolaydır ama asıl Ol’An pirincin beyaz taşlarını, Aş yaptığınız ve karnınızı doyuracağınız yemeğinizden önce ayıklamanızdır. Yoksa bir daha beslenecek dişleriniz ve Aş yiyecek imanınız Ol’maz.”

“Kullanılan -sözcükler- artık önemli değildir. Sözcükleri kimin kullandığı önemlidir. Sözcükler insanları hiç bir yere götürmez. Ama sözcükleri kullanan insanlar, birilerini bir yerlere götürmek isteyebilir. Gitmek istemediğiniz yerler için sözcüklere değil, ardındaki söyleyene, kalbinizle bakmanız ve ayırt etmeniz hayrınızadır.”

Sevgi ve paylaşım temelli yeni yaşam için hepimizin veya dünyanın dört bir köşesinde insanca yaşam için uğraş verenlerin, kendi doğasına iman etmekten doğan neşeli sabrı, Kalbin Yol’unu yürümekteki asil kararlılığı, Büyük Tabloyu hissedişinin ifadesi Ol’An alçakgönüllülüğü ve tüm bunları An be An sevgiyle disipline etmesi, ister fark edelim veya etmeyelim, hepimizin yaşamlarında birbirimizi etkileyen bir -sabite- yaratmaktadır.

100.maymun hikayesinde olduğu gibi, içimizde ve dışımızda yaratacağımız sabite; fiziksel realitede -Ustalığı-da beraberinde getirir.
Usta- Ol’mak, ne isek O Olmamızdır.
Fazlalıkları bırakmaktır.

Gönül dergahına yürüdüğümüz Yol’da fazlalığımız sadece ve sadece egomuz (nefsimiz) ve egomuza ait Ol’Anlardır.

Çünkü vakti saati geldiğinde fazlalıklarımızı; bırakıp, sadece ne isek O Ol’mayı seçmediysek ve niyet etmediysek ve gerçek eyleyemediysek (Ol’duklarımızı fiziksel hayatta yaşamak), bize hiçbir şeyin yararı dokunamayacaktır.

Sistemin kurgulanan doğası gereği; farkındalığımızı dışardan alıp, içimize yönelttiğimizde her şey çözülür. Farkındalığımızı içeriye yöneltebilmek ise başlı başına bir DİSİPLİN işidir ve yaşam sürecimizde de devam eden bir ustalıktır. Çünkü yaşadığımız sandığımız illüzyon (hayallerimiz sanrılarımız beklentilerimiz korkularımız v.s) farkındalığımızı dışarıya bağlamak üzerine kurulmuş bir Matrixtir. Her şekilde dışarıya Ol’An bağımlılığımız bizi o kadar hayalde o kadar illüzyonda tutacaktır. Ve illüzyonda olmak korku endişe ve kızgınlıktır.

Düşlerimizi süsleyen, geçiş yaparak varacağımızı sandığımız yeni yaşam ise Evrensel Matrixe ulaşmak ve evrensel matrix içinde devinmeye başlamakla ilgilidir. Buraya ancak ve ancak, kalbimizde yaşayarak ve kalbimizden geçerek ulaşabiliriz. Kısaca fazlalıklar gittiğinde Ol’duğumuz olarak kalabileceğimiz yere varmaktır, kalpte yaşamak.

Zihin veya nefs; bu hali anlamlandırmadığından ve anlam, nefs için sadece elde edilebilirlik, sahiplenmek ile ilgili olduğundan ve bu da nefsi elle tutulur gözle görülür gerçekliğe demirlediğinden, kalpte yaşamayı ve ruhsallığı (her şeyin var olma nedenini) dağıtmaya çalışır. Manyetizmaya dayanamaz. Çünkü Ruh elle tutulur ve gözle görülür değildir. Zihnin (egonun); Ruhu kalp gözü ile görecek, Ruh ile muhabbetleşecek ve O’nun Güzelliğinin-iyiliğinin cezbesinde eriyerek, yeniden doğacak ne sabrı ne cesareti ne zekası vardır.

İnsanın ustalığı; ruhu ile fizikseli ne şekilde Bir ettiği dengelediği ve harmanladığı ile ilgilidir.

Ve ustalaştıkça bilgeliğimizi ve bilgeliğimizin ifadesi Ol’An; psişik ve ruhsal yeteneklerimizi de, fiziksel dünyada ifade edebilir hale geliriz.

Psişik ve ruhsal yeteneklerin açığa çıkarılması çalışma ve çabayla değil, bilgelikte ustalaşmayla ( Ruhsal Hakimiyet) ilgili kendiliğinden Ol’An bir süreç olduğundan, vaktinden önce yeteneklerin açığa çıkarılmaya çalışılması, alt kimliklerin, paralel yaşamların, karmik hatırlamayı zorlamanın ve ısrarın kişiye yarar getirmekten çok zararı dokunacaktır.
Sonuçta zararımız ve yararımızda; seçimlerimizle ne Ol’mak ve neye sebebiyet verdiğimizin farkındalığı kadar Ol’acaktır.

BİLGE doğamız gelişmeden ve Ruhsal hakimiyet sağlanmadan gelişen yetenekler zihinsel güç esaslı olduğundan kalıcı değildir. Çekildiğimiz veya kendimizle birlikte hizmet edeceğimiz deneyimin doğası kadar sürer. İlgili kişilerin alınacak derslerine ve ruhsal veya psişik gelişimlerine hizmet ettikten sonra sönerler. Genelde yeteneklerin sönmesinden, yeteneklerin doğası dışında kullanıldığı ve hayırdan çok şerre hizmet ettiği anlaşılmalıdır.

Çünkü BİLGE Ol’An extra ve özel yeteneklere ihtiyaç duymaz.
Çünkü ihtiyacın doğası nefsten gelir.
Nefs ihtiyaç duyar. Çünkü yaratamaz.
Yaratan; Usta Ol’Andır, Bilgedir. Tam ve bütündür.
İhtiyaçsız, zararsız ve koşulsuzdur.

Bilgenin -ihtiyacı- olmadığı için, dolayısıyla yeteneğini (kendi olmayan şahsı için) -kullanma-, sergileme, denemeye tabi tutma, ispatlama, gösteri yapma, başkalarına dersini verme, birilerini bir yerlere sürükleme, manipüle etme, kendisine veya birilerine tatmin sağlama amaçlı ne gündemi vardır ne de niyeti vardır.

Ustan’ın yeteneği An’da tecelli eder ve usta yeteneğini bilgece kullanır.
An'da tecelli eden görünüşe çıkan yetenek de çevresindeki durumdan ve çevresindeki varlıkların ihtiyacından kaynaklanmakta ve ihtiyaca göre şekillenerek ilgili herkesin; Bütünün hayrı gözetilerek tecelli etmektedir.
Yeteneğin ortaya çıkışında Bütünün hayrı söz konusudur.

Usta Ol’An; kendisi Ol’An Bütünün hayrına, başkalarının mucize olarak gördüğü yeteneği bilgece kullanan ustada tecelli eden O’ndan başkası değildir.

Belirsiz belirlilik; Yol’da yürüdüğünüzde bilgeleşeceğinizdir.
Belirli belirsizlik ise, bilgeliğinizde nasıl ustalaşacağınızdır.

Bilgeliğin doğasından gelen yeteneklerin görünüşe çıkış nedenleri ihtiyaç dahilinde değildir. İhtiyaç dahilinde nitelenen ve kullanılan yetenekler, nefsin hüküm sürdüğü titreşimsel alanlar içinde kalacağından, hizmeti de nefse olacaktır. Yeteneğe ne zaman ihtiyaç duyarsak karşılılığında dünyasal veya Öte Alemle ilgili bir tatmin nesnesi elde etmek istiyoruzdur.

“Yeteneklerim ve ben” diye bir şey yoktur. Yetenek ve -ben- varsa; -ben- Bütünden ayrıyımdır. Ayrılık yanılsamasındayımdır. Dolayısıyla Bütünün hayrına hizmetten de ayrıyımdır.

İkilikteyimdir. İkilikte Olduğumuzda ise her zaman yanılabiliriz. Ve ikiliğin madde aleminde açığa çıkan doğası gereği, çekim gücü çok daha fazladır. Ve bu çekiliş genelde uyutur ve karanlığa düşürür.

Bildiklerimizin yanında bilmediklerimiz, sonsuz ve çok büyük olduğundan, hepimizin içinde ve dışında ve sınırsızlığında devindiğimiz Bütüne zarar (!) verme olasılığımız daha buna benzer bir çok etmenle ve nedenle birlikte artar. Ve bir gün gelir biz kendimizi tanıyamadığımız ve yürüdüğümüz yoldan dönemediğimiz şer odağı olabiliriz. Buraya varmak küçük adımların eseridir.

Bu nedenle küçük seçimler çok önemlidir.
“küçük şerlerden kaçınamayanlar, büyük şerlerin yayın odağı Ol’ur.”

"Küçük hayırlara sebep Ol’Anlar ise Bütünde; büyük hayırların Nedeni Ol’ur”
İlk adımımız nereye doğru ise, son adım da bizi oraya bırakacaktır.
Ve Evrende her adım ilk adım ve her adım da son adımdır.
Belirsizliğin belirliliği “adımınızı atmanızdır”.

Belirliliğin belirsizliği ise nereye adımınızı atacağınızdır.

Şerre mi hayra mı?

Özgür İrade Yasası; Evrenin tüm şeklini belirleyen yasadır. Ve özgür irademizin seçimleri, İlahi Adalet ile güvenceye alınmıştır. Evren herkesi tanımakta ve her şeyini bilmektedir. Evrende hiçbir şey, istisnasız hiçbir şey unutulmaz. Gün gelir her şey Rahmet olarak veya zahmet olarak ödenir.

Ve Allah, özgür iradeyi; “hiçbir yere sığmadım ama mümin (yüreğindeki O’nu bilen ve O’na iman eden) kulumun kalbine sığdım” dediği, insana vermiştir. Ve sorumlu kılmıştır.

Bu nedenle kedimizden ve kendimizin ifadesi yeteneklerimizden ve bu yeteneklerimizi -nasıl- kullandığımızdan sorumluyuz. Yeteneklerimizi kullanışımızdan, başımızdan aşağıya ya Rahmet yağacaktır yada zahmetler yollarımız tıkayacak ve hiçbir yere geçit vermeyerek içinde bulunduğumuz boyutsal gerçeklik hapishanemiz olacaktır.

İnsanın her zamankinden daha sade, basit, farkındalıklı, kararlı, asil, derinlikli, paylaşımcı, destekleyici, hoşgörülü ve kendini sevgi temelli yeni yaşama kalben odaklamış olarak yaşamasının hayrına Ol’duğu zamanlardayız.

İmanımızı, bilişimizi, hissedişimizi dengemizi ve yaklaşmakta Ol’An ve O Ol’An yeninin VİZYONUNU özenle korumalıyız.
Ne yaparsak kendimize yapıyoruz.
Ve ne Ol’ursam O’yum.
Ol’duğum kadar O’yum.
Nereye dönersem döneyim -Var- ettiğimi buluyorum ve TENEFFÜS ediyorum.

O’nu var ettiysem O’nu buluyorum. Etmediysem illüzyonda kalıyorum…
Ol’makta Ol’Anın hepsi de pekaladır.

Maksat; bizim ne Ol’duğumuzun ve nasıl Ol’duğumuzun farkındalığıdır.
“Hiç kimse doğru değil
Hiç kimse de yanlış değil,
Ne sen ne ben
Sadece -dönüşüyoruz-
Henüz tanımlayamadığımız Neden’e
Neden O ki; Son’da Murad’ı Ol’An

(EVRENSEL VAROLUS - USTA serisinden alıntıdır)