Sufilerin;
dergahlarının ve türbelerinin kapısına yazdıkları bir cümle
vardır.
“Edeple gelen, Lütufla gider”
Edep; iki dünyayı; Öte Alemi ve yaşadığımızı sandığımız yer
Ol’An dünya alemini BİR etme ve paradoksallık Ol’An O’nu
Hak’ıyla kucaklama disiplinidir.
Egonun hükmüne dayalı eski sistemler yıkılırken ve eski Ol’Ana
ait ne varsa büyük yaygaralar kopararak giderken, Gönül
Dergahına yürüyenlerin Yeni Bilincinin, Şimdi-Burada; her
An’da; düşünsel, sözel ve eylemselliğinde, kısacası Var
Ol’uşunda ve Var’lığında kararlı bir sabitlik (sabite)
yaratması önemlidir ve hayrınadır.
Görülmekte olandan ve yaşadıklarımızdan hareketle diyebiliriz
ki; gitmekte Ol’Anın fiziksel ve eterik dünyadaki kararlılığı
binlerce seneye dayanmaktadır. Bu nedenle gitmesi de haliyle
biraz olaylı olacaktır.
Eski Ol’An giderken, yeniye -dil- uzatacak, kendisine
benzetmeye ve hatta yeni bilince de kendi karanlığının
tohumlarını çeşitli vesilelerle atmaya da çalışacaktır.
Karanlığın tohumları; anlamları bir birine karıştırarak,
değerleri sözlerle basitleştirerek, başlı başına Bir değer
Ol’An ve Asıl gerçek Ol’An Ruhunuza, hayrın ve şerrin bir
birine karıştırdığı anlamları size sunması ve sizinde
inanmanız ve Yol’unuzdan dönmeniz ve kendi Yol’unuzda
endişelere ve şüphelere düşmenizle gerçekleşir ve sizi
Yol’unuzda oyalamasıyla sonuçlanır.
“Pirincin kara taşlarını görmek kolaydır ama asıl Ol’An
pirincin beyaz taşlarını, Aş yaptığınız ve karnınızı
doyuracağınız yemeğinizden önce ayıklamanızdır. Yoksa bir daha
beslenecek dişleriniz ve Aş yiyecek imanınız Ol’maz.”
“Kullanılan -sözcükler- artık önemli değildir. Sözcükleri
kimin kullandığı önemlidir. Sözcükler insanları hiç bir yere
götürmez. Ama sözcükleri kullanan insanlar, birilerini bir
yerlere götürmek isteyebilir. Gitmek istemediğiniz yerler için
sözcüklere değil, ardındaki söyleyene, kalbinizle bakmanız ve
ayırt etmeniz hayrınızadır.”
Sevgi ve paylaşım temelli yeni yaşam için hepimizin veya
dünyanın dört bir köşesinde insanca yaşam için uğraş
verenlerin, kendi doğasına iman etmekten doğan neşeli sabrı,
Kalbin Yol’unu yürümekteki asil kararlılığı, Büyük Tabloyu
hissedişinin ifadesi Ol’An alçakgönüllülüğü ve tüm bunları An
be An sevgiyle disipline etmesi, ister fark edelim veya
etmeyelim, hepimizin yaşamlarında birbirimizi etkileyen bir
-sabite- yaratmaktadır.
100.maymun hikayesinde olduğu gibi, içimizde ve dışımızda
yaratacağımız sabite; fiziksel realitede -Ustalığı-da
beraberinde getirir.
Usta- Ol’mak, ne isek O Olmamızdır.
Fazlalıkları bırakmaktır.
Gönül dergahına yürüdüğümüz Yol’da fazlalığımız sadece ve
sadece egomuz (nefsimiz) ve egomuza ait Ol’Anlardır.
Çünkü vakti saati geldiğinde fazlalıklarımızı; bırakıp, sadece
ne isek O Ol’mayı seçmediysek ve niyet etmediysek ve gerçek
eyleyemediysek (Ol’duklarımızı fiziksel hayatta yaşamak), bize
hiçbir şeyin yararı dokunamayacaktır.
Sistemin kurgulanan doğası gereği; farkındalığımızı dışardan
alıp, içimize yönelttiğimizde her şey çözülür.
Farkındalığımızı içeriye yöneltebilmek ise başlı başına bir
DİSİPLİN işidir ve yaşam sürecimizde de devam eden bir
ustalıktır. Çünkü yaşadığımız sandığımız illüzyon
(hayallerimiz sanrılarımız beklentilerimiz korkularımız v.s)
farkındalığımızı dışarıya bağlamak üzerine kurulmuş bir
Matrixtir. Her şekilde dışarıya Ol’An bağımlılığımız bizi o
kadar hayalde o kadar illüzyonda tutacaktır. Ve illüzyonda
olmak korku endişe ve kızgınlıktır.
Düşlerimizi süsleyen, geçiş yaparak varacağımızı sandığımız
yeni yaşam ise Evrensel Matrixe ulaşmak ve evrensel matrix
içinde devinmeye başlamakla ilgilidir. Buraya ancak ve ancak,
kalbimizde yaşayarak ve kalbimizden geçerek ulaşabiliriz.
Kısaca fazlalıklar gittiğinde Ol’duğumuz olarak
kalabileceğimiz yere varmaktır, kalpte yaşamak.
Zihin veya nefs; bu hali anlamlandırmadığından ve anlam, nefs
için sadece elde edilebilirlik, sahiplenmek ile ilgili
olduğundan ve bu da nefsi elle tutulur gözle görülür
gerçekliğe demirlediğinden, kalpte yaşamayı ve ruhsallığı (her
şeyin var olma nedenini) dağıtmaya çalışır. Manyetizmaya
dayanamaz. Çünkü Ruh elle tutulur ve gözle görülür değildir.
Zihnin (egonun); Ruhu kalp gözü ile görecek, Ruh ile
muhabbetleşecek ve O’nun Güzelliğinin-iyiliğinin cezbesinde
eriyerek, yeniden doğacak ne sabrı ne cesareti ne zekası
vardır.
İnsanın ustalığı; ruhu ile fizikseli ne şekilde Bir ettiği
dengelediği ve harmanladığı ile ilgilidir.
Ve ustalaştıkça bilgeliğimizi ve bilgeliğimizin ifadesi Ol’An;
psişik ve ruhsal yeteneklerimizi de, fiziksel dünyada ifade
edebilir hale geliriz.
Psişik ve ruhsal yeteneklerin açığa çıkarılması çalışma ve
çabayla değil, bilgelikte ustalaşmayla ( Ruhsal Hakimiyet)
ilgili kendiliğinden Ol’An bir süreç olduğundan, vaktinden
önce yeteneklerin açığa çıkarılmaya çalışılması, alt
kimliklerin, paralel yaşamların, karmik hatırlamayı zorlamanın
ve ısrarın kişiye yarar getirmekten çok zararı dokunacaktır.
Sonuçta zararımız ve yararımızda; seçimlerimizle ne Ol’mak ve
neye sebebiyet verdiğimizin farkındalığı kadar Ol’acaktır.
BİLGE doğamız gelişmeden ve Ruhsal hakimiyet sağlanmadan
gelişen yetenekler zihinsel güç esaslı olduğundan kalıcı
değildir. Çekildiğimiz veya kendimizle birlikte hizmet
edeceğimiz deneyimin doğası kadar sürer. İlgili kişilerin
alınacak derslerine ve ruhsal veya psişik gelişimlerine hizmet
ettikten sonra sönerler. Genelde yeteneklerin sönmesinden,
yeteneklerin doğası dışında kullanıldığı ve hayırdan çok şerre
hizmet ettiği anlaşılmalıdır.
Çünkü BİLGE Ol’An extra ve özel yeteneklere ihtiyaç duymaz.
Çünkü ihtiyacın doğası nefsten gelir.
Nefs ihtiyaç duyar. Çünkü yaratamaz.
Yaratan; Usta Ol’Andır, Bilgedir. Tam ve bütündür.
İhtiyaçsız, zararsız ve koşulsuzdur.
Bilgenin -ihtiyacı- olmadığı için, dolayısıyla yeteneğini
(kendi olmayan şahsı için) -kullanma-, sergileme, denemeye
tabi tutma, ispatlama, gösteri yapma, başkalarına dersini
verme, birilerini bir yerlere sürükleme, manipüle etme,
kendisine veya birilerine tatmin sağlama amaçlı ne gündemi
vardır ne de niyeti vardır.
Ustan’ın yeteneği An’da tecelli eder ve usta yeteneğini
bilgece kullanır.
An'da tecelli eden görünüşe çıkan yetenek de çevresindeki
durumdan ve çevresindeki varlıkların ihtiyacından
kaynaklanmakta ve ihtiyaca göre şekillenerek ilgili herkesin;
Bütünün hayrı gözetilerek tecelli etmektedir.
Yeteneğin ortaya çıkışında Bütünün hayrı söz konusudur.
Usta Ol’An; kendisi Ol’An Bütünün hayrına, başkalarının mucize
olarak gördüğü yeteneği bilgece kullanan ustada tecelli eden
O’ndan başkası değildir.
Belirsiz belirlilik; Yol’da yürüdüğünüzde bilgeleşeceğinizdir.
Belirli belirsizlik ise, bilgeliğinizde nasıl
ustalaşacağınızdır.
Bilgeliğin doğasından gelen yeteneklerin görünüşe çıkış
nedenleri ihtiyaç dahilinde değildir. İhtiyaç dahilinde
nitelenen ve kullanılan yetenekler, nefsin hüküm sürdüğü
titreşimsel alanlar içinde kalacağından, hizmeti de nefse
olacaktır. Yeteneğe ne zaman ihtiyaç duyarsak karşılılığında
dünyasal veya Öte Alemle ilgili bir tatmin nesnesi elde etmek
istiyoruzdur.
“Yeteneklerim ve ben” diye bir şey yoktur. Yetenek ve -ben-
varsa; -ben- Bütünden ayrıyımdır. Ayrılık
yanılsamasındayımdır. Dolayısıyla Bütünün hayrına hizmetten de
ayrıyımdır.
İkilikteyimdir. İkilikte Olduğumuzda ise her zaman
yanılabiliriz. Ve ikiliğin madde aleminde açığa çıkan doğası
gereği, çekim gücü çok daha fazladır. Ve bu çekiliş genelde
uyutur ve karanlığa düşürür.
Bildiklerimizin yanında bilmediklerimiz, sonsuz ve çok büyük
olduğundan, hepimizin içinde ve dışında ve sınırsızlığında
devindiğimiz Bütüne zarar (!) verme olasılığımız daha buna
benzer bir çok etmenle ve nedenle birlikte artar. Ve bir gün
gelir biz kendimizi tanıyamadığımız ve yürüdüğümüz yoldan
dönemediğimiz şer odağı olabiliriz. Buraya varmak küçük
adımların eseridir.
Bu nedenle küçük seçimler çok önemlidir.
“küçük şerlerden kaçınamayanlar, büyük şerlerin yayın odağı
Ol’ur.”
"Küçük hayırlara sebep Ol’Anlar ise Bütünde; büyük hayırların
Nedeni Ol’ur”
İlk adımımız nereye doğru ise, son adım da bizi oraya
bırakacaktır.
Ve Evrende her adım ilk adım ve her adım da son adımdır.
Belirsizliğin belirliliği “adımınızı atmanızdır”.
Belirliliğin belirsizliği ise nereye adımınızı atacağınızdır.
Şerre mi hayra mı?
Özgür İrade Yasası; Evrenin tüm şeklini belirleyen yasadır. Ve
özgür irademizin seçimleri, İlahi Adalet ile güvenceye
alınmıştır. Evren herkesi tanımakta ve her şeyini bilmektedir.
Evrende hiçbir şey, istisnasız hiçbir şey unutulmaz. Gün gelir
her şey Rahmet olarak veya zahmet olarak ödenir.
Ve Allah, özgür iradeyi; “hiçbir yere sığmadım ama mümin
(yüreğindeki O’nu bilen ve O’na iman eden) kulumun kalbine
sığdım” dediği, insana vermiştir. Ve sorumlu kılmıştır.
Bu nedenle kedimizden ve kendimizin ifadesi yeteneklerimizden
ve bu yeteneklerimizi -nasıl- kullandığımızdan sorumluyuz.
Yeteneklerimizi kullanışımızdan, başımızdan aşağıya ya Rahmet
yağacaktır yada zahmetler yollarımız tıkayacak ve hiçbir yere
geçit vermeyerek içinde bulunduğumuz boyutsal gerçeklik
hapishanemiz olacaktır.
İnsanın her zamankinden daha sade, basit, farkındalıklı,
kararlı, asil, derinlikli, paylaşımcı, destekleyici, hoşgörülü
ve kendini sevgi temelli yeni yaşama kalben odaklamış olarak
yaşamasının hayrına Ol’duğu zamanlardayız.
İmanımızı, bilişimizi, hissedişimizi dengemizi ve yaklaşmakta
Ol’An ve O Ol’An yeninin VİZYONUNU özenle korumalıyız.
Ne yaparsak kendimize yapıyoruz.
Ve ne Ol’ursam O’yum.
Ol’duğum kadar O’yum.
Nereye dönersem döneyim -Var- ettiğimi buluyorum ve TENEFFÜS
ediyorum.
O’nu var ettiysem O’nu buluyorum. Etmediysem illüzyonda
kalıyorum…
Ol’makta Ol’Anın hepsi de pekaladır.
Maksat; bizim ne Ol’duğumuzun ve nasıl Ol’duğumuzun
farkındalığıdır.
“Hiç kimse doğru değil
Hiç kimse de yanlış değil,
Ne sen ne ben
Sadece -dönüşüyoruz-
Henüz tanımlayamadığımız Neden’e
Neden O ki; Son’da Murad’ı Ol’An
(EVRENSEL
VAROLUS - USTA serisinden alıntıdır) |