...................
...................
İNSANLIĞIN GELECEĞİ 2012 VE
ÖTESİ - I      BİLİM

06.10.2010

Nilgün Nart
...................
...................
Akıl ve Mantık, insanoğlunun dünya rehberidir.

İnsanın kalbindeki -Niyete- göre akıl-mantık, fiziksel dünyada bizi ya bitiren ya da var edendir.

Bu güne kadar ki dünya koşullarında geliştirdiğimiz aklı ve mantığı, kalbimizden gelen sağduyunun sesiyle ve evrensel zeka üzere kullanabilirsek, savaşın çatışmanın açgözlülüğün ve kibrin olduğu illüzyon boyutlarını bitirip, gerçekten -İnsanlığın Devrinin- başladığı sağduyunun paylaşımın işbirliğinin ve aklımıza hayalimize gelmeyecek güzelliklerin yaşandığı evrensel gerçeklik okyanusuna açılacağız…

Bilimdeki son gelişmeler; teoriler, kuramlar, formüller, bize insanlığın gezegensel bir -Uygarlığa- doğru evrilmekte olduğunu göstermektedir.

Doğal olarak her büyüme ve gelişme de kendi risklerini beraberinde taşımaktadır. Büyük gelişim zamanlarında büyük kaoslar olur. Çünkü büyüyecek olanın kafesi kırılır ve gelişir. Kafes gelişecek olanın eski kabıdır. Tıpkı yumurta kabuğu gibi önce çatlar sonra un ufak olur. Kabuk sadece içinde gelişmekte olanı tutmak içindir.

Her çeşit büyüme-gelişim esnasında, olmakta olanları anlayabilmek ve bu sayede dünyaya daha derinden köklenebilmemiz için bilimsel ve eleştirel düşünceden ve dünya mantığı ve aklından ayrılmamamız gerekir.

Her birimiz fiziksel hayatlarımızda, bilimin sonucu olan ve yaşamımızı kolaylaştıran ürünleri nasıl kullanıyorsak, bilimin dünya vizyonumuzu, birlikte oluşturduğumuz insanlık kültürünün anlamı ve amacı ile ilgili, evrenin yaradılışı ile ilgili düşünsel bakış ufkumuzu da genişletecek teorileri, matematiksel formüllerle ispatlamış olduğu gerçeklikleri vardır.

Bu demektir ki; ufkumuzu ne kadar genişletirsek, etrafımızda dönen dünya kaoslarını o kadar çok okyanusa ilerleyen ufkumuzun içinde eritebiliriz…

Bazen gelişmeler sadece bizim hayatımızla ilgilidir, bazen de olmakta olanlar ait olduğumuz İnsanlık Ailesinin ufku ve gelişimi ile alakalıdır. Sonuçta bizler insanlığın bir ferdi olduğumuz için ister istemez etkileneceğizdir.

Nasıl ki en son İzlanda da yanardağın patlamasıyla Avrupa kıtasında yaşayanlar günlerce olumsuz şartlardan maddi manevi etkilendiyse, gezegenin içinde bulunduğu değişimlerden ve insanlığın maddi manevi olumu veya olumsuz gelişmelerinden her birimiz tek tek etkileneceğiz.
Bazılarımız önce bazılarımız ise sonra etkilenecek.

Bu nedenle kendimizi, insanlığın yaşaya gediği büyük algısal değişimlere hazırlamamız değişim şokunu azaltmak için önemlidir. Burada bilimsel veriler ve aklı yaklaşım hayatı derecede önemlidir. Çünkü değişim zamanları aynı zamanda alacakaranlık kuşağı gibidir. Bir sürü söylentinin, öcü-böcü hikayelerinin, felaket tellallarının ve insanlığa kader yazanların cirit attığı yerlerdir.

Halbuki kuantumaltı fiziği ile ispatlandığı gibi; insanın kaderi yoktur.
Fakat İnsana -kötü bir kaderinin olduğuna- ikna etmek ve bu ikna edişle, kötü kaderin yaratılmasına önayak olmak isteyenler olabilir.
Bu nedenle bilimsel yaklaşımlar, yorumlar ve bu bilgilerin ışığında sağduyulu ve akılcı olmak ayaklarımızı dünyaya sağlam basmak hepimiz için önemlidir.

21.yy içinde yaşayan kuşak ve bu kuşaktan sonraki gelecek nesil çok önemli bir dizi kararın ve geri dönülmez bir eşiğin önünde durmaktadır.

Bu nedenle;
Mesele artık dünyada Olmak yada Olmamak meselesi değildir.
Mesele artık -Bilinçsiz- veya -Bilinçli- Ol’mak meselesidir.

İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış v.s kavramlarının hepsinin yaşanan zaman dilimi ve mekanı ile içinde bulunulan toplumsal koşullara göre değiştiğini-geliştiğini artık hepimiz biliyoruz.

Ortaçağ insanın dünyaya bakışı ile 21. Yüzyıl Milenyum İnsanın bilinci arasında ışık yolları kadar fark vardır.

21.yy insanının yaşayacağı bilinç dönüşümü ve ardından eğer ki başarabilirse yapılandıracağı Gezegensel Uygarlık arasında ki farklılığı ifade edecek hiçbir dünyasal ölçü birimi bulunmamaktadır.
Bu nedenle; görünen kaosun içinde her ne yaşıyorsak yaşayalım olmakta olan hayrımıza olduğunu unutmadan; her insan; kendinde olanı geliştirmekten ve bu gelişmeyle birlikte -dünya görüşünü- değiştirmekten ufkunu genişletmekten sorumludur.

Kısacası; İnsan Bilinçli Olmak durumundadır.
Bilinçli Olmak -uyanık- Olmak demektir.
Uyanıklık, farkındalıktır.

Uyanık olmak çokboyutlu olmak, evrenselleşmeye başlamak demektir.

Bunu bilerek yada bilmeyerek geleceğin tasarlanmasında İnsan toplumlarına, teori- araştırma ve buluşlarıyla, geliştirdikleri teknolojilerle yön veren, -aydın- bilim insanları, Altın Gelecekten getirdikleri eserleriyle -özgün- sanatçılar, ruhun sonsuzluğunu ve bütünselliğini sesleyen -dindar- Bilgeler; İnsanlık Uygarlığının her zaman için önden yürüyen ve geleceğe ilk önce ayak basan Bilinç Işınlarıdır.

Bilim-Sanat-Din; üçlüsünün birleşimi, Toplumları bilinçlenmeye götüren en büyük etken ve bilinçli toplum olmanın da temel adımıdır.

İnsanlığın varolan en yüksek potansiyeline ulaşabilmesi için; bilim insanı aydın-sağduyulu, sanatçı özgür ve özgün, dindar ise bilge-cesur olmalıdır. Ve hepside mutlaka evrensel zekadan payını da almış olmalı ki ufkumuzun ışınları daha daha ilerileri görebilsin.
Mesela…

Bilim, kalbiyle birleşebilmelidir. İlim olabilmelidir.

Yoksa bilim ile bulunabilecek ne var ise anlamsızlık okyanusunda sabun köpüğünden ibaret olacaktır.

Oysa ilim ile varılan, bir ambarlık darıdan tüm dünya doyabilecektir.

Fiziksel bilimlerin kendi alanlarında ki büyüme süreçlerinde, temel fiziksel yasalardan başlayarak keşfe çıkması ve öncelikle görünen temelin yapı taşlarını keşfetmeye çalışması olağan bir gelişmeydi. Bu keşif düz basit hemen orada olan bir şeydi. Anlamak için- dahi- olmak, hatta anlamlandırmak bile gerekmiyordu.

2X2=4
veya
E=mc² gibiydi…

Fakat son yıllarda bilimin geldiği noktada bilim önceki keşif çizgisinin basitliğine ve tekdüzeliğine yabancı ve ilkine görece daha fantastik-çokboyutlu ve suptil –şeylerin- keşif yoluna girmiş gibi görünmektedir. Kendi tek düzeliğini ve üç boyutluluğunu; -giz- merakı ile doldurarak, renklendirme ve giz ile kendisine yaşam katmak istercesine adeta evrensel -sırların- ve -gizlerin- peşine düşmüştür.

Haliyle; fiziksel bilimlerin; katı maddeci, tekrarcı, sabitçi, statükocu ve kanıt isteyen arayışı; yaşayan ve her an akışta olan yüksek titreşimli (çok boyutlu) evrensel dinamiklerin-yasaların geçerli olduğu sistemler de (hakiki anlamda yaşayan) anlam ve anlamın yitirilmesinden dolayı da amaç yitimine uğramaktadır.

Bilim; cern deneyinde; tanrı parçacığını arama girişimleri, insanlığın başına ne tür bir çorap ördüğünü bilmeden yapay zekayı keşfetme süreçleri, laboratuarda ölümcül virüsler yaratarak insanları-icat ettikleri dertlere düşürmeleri, genetik de -amacın- etiği belirlenmeden klonlama çalışmaları ve burada daha sayamayacağımız kadar önemli ve çok olan, fakat amacı ve neye hizmet edeceği belirsiz bir dizi bilimsel arayışın peşindeyiz.

Bilim insanlarının zihne bağımlı düşünce katılığından doğan fiziksel bilimlerdeki katılık ve kapalılık, bilim insanlarının araştırmalarına –yaşamsal- olan -akışkan- boyutu ekleyememektedir. Dolayısıyla bilimin de etiği sorgulanamamaktadır.

Nihayetinde bilim-insanları da; kendilerine belletilmiş bir yaşamı yaşayan dünya insanlığının bir ürünüdür ve üyesidir. Toplum ne ise bilim adamı da bu toplumun bir adım önde giden uzantısından başka bir şey değildir. Mitolojilerdeki tanrı insan çekişmeleri, tapınmaları, ihanetleri, kurtuluş hikayeleri ve savaşlarından tutunda, modern insanın, bilim-teknoloji yolu ile oluşturulan konfor köleliği, bunun üzerine dönen savaşlar, dünyanın iplerinin ellerinde olduğunu sanan bir avuç güç hokkabazına ve bunlara sadece inandıkları -ve başkaca inanacak bir şey bulamadıkları ve ne bulmak istediklerini de bilmedikleri- için kendilerine reva görülen kıtlığı sefaleti karanlığı yaşayan milyarlarca insanın şu an derin bir hayal kırıklığından doğan karanlığın içinde bulunduğunu göz önüne alırsak, durumumuzun ne kadar vahim olduğu ve ufkumuzun nereye ulaşacağını ve bu ulaştığı yerde neleri neleri yaratacağımız, çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl bir gelecek yarattığımız alenen anlaşılacaktır.

Dolayısıyla; yaşamsal ve akışkan boyut, fiziksel araştırmalara eşlik edemediğinden, bilimsel araştırmaların sonuçları ortak insanlığın sefaletten açlıktan ve savaşlardan özgürleşmesine hizmet etmek amaçlı kullanılmaktan ziyade, niyetleri kötü ve nefsleri açgözlülük kokan bir takım insanımsıların elinde insanlığın aleyhine kullanılmaktadır.

Mesela çok değil yüzyıl önce bilim insanları biyolojiyi ve biyolojik araştırmaları bilim olarak kabul etmiyorlardı. Şimdilerde genetik mühendisliği olarak adlandırılan, aslında bir anlamda biyoloji bilimi olan, genetik araştırmaları fiziksel bilimlerin katı ve sonuç bekleyen -Ruhsuz- doğasına ve araştırma alanına girmiş durumdadır. Buradan çıkan sonuç ise olsa olsa ruhsuz büyüyen anlamsız bir teknolojidir. Koyun doli ve yeni yaratılan yapay zekalar buna örnektir. Dünyada ki hemen hemen her gelişmede olduğu gibi bilimsel gelişmelerde ve teknolojide de insana hizmet değil, insanın teknoloji için kullanılması (satın alarak ve yalnızlaşarak makineleşmesi-insan özelliklerini yitirmesi) ve aracı haline getirilmesi söz konusudur. Teknolojinin getirdiği konfor köleliği bir ayrıcalık değildir. İnsanın yalnızlaşması ve kendi doğasına ve kendisi ile birlikte diğer insanlara yabancılaşması çok vahimdir.

Bilim, sanat veya din; insanı birbirinden ayırıyor, uzaklaştırıyorsa, burada icra edilen ne bilimdir ne sanattır ne de dindir. Umutsuzluk ve çaresizliğin olduğu yerde ne bilim ne sanat ne din vardır. Başka bir şey vardır. Adını siz koyun.

Bilim insanları eğer, kendilerini bir insan ırkına ait hissediyorlarsa ve bir anne babadan doğduklarını biliyorlarsa bilimdeki nihai amaçları ait oldukları insan ırkının uzak uzak uzak geleceğini de kapsayan, çok boyutlu akıcı evrensel bakışı araştırmalarında yakalamaları ve bu bakışın gereğini gerçek eylemeleridir.

Bu Evrensel Bakış bilim insanının; bir insan ruhu taşıdığını ve bir insan olduğunu, doğduğunu büyüdüğünü ve öldüğünü, var olmasının içinde doğduğu insan ırkı ve insan ırkına bu korunaklı oluşum kalıbını sağlayan ve Rahim Ol’An dünya gezegeni olduğunu ve bağdaşıklığının, sadakatinin ve nihayetinde büyük bedeni ve Ruhunun da İNSAN ve İnsanın bütünlüğü ve geleceği olduğunu anlaması demektir.

Ve Evrensel Bakış acısına sahip bir biliminsanı- yüksek formülleri ve teorilerini insanlığın hayrına yorumlayabilir ve icra edebilir.

Bilim İnsanlık Görüşümüzü değiştirecek keşiflerin altına imzasını atmıştır.

Mesela; kuantum araştırmalarında, Sicim Teorisi ile Süper Kütle Çekim Teorisinin birleşiminden doğan ve M-Teorisi-Herşeyin teorisini (Membran-zar-) çözmüşlerdir. Bilim İnsanları; Evrendeki her şeyin zeminine oturtabilecekleri ve her şeyi de bu kurama bağlayabilecekleri matematiksel dokuyu tamamlamışlardır. Teori evrenin başlangıcını ve daha daha öteleri de kapsamaktadır. Kısaca Ezel Ebed matematiksel olarak ispatlanmıştır.

Evrenimizin ne sonu vardır ne de başı. Ne zamanı ne de mekanı. Ve asıl önemlisi evrenimiz tek Evren değildir. Evrenimizin, bir milimetrenin trilyonda biri büyüklüğündeki 11.Boyutta, tıpkı bir sabun köpüğü gibi, diğer sonsuz sayıdaki evrenlerle birlikte, -BASİTÇE- seyri sefer halindedir.

Evrenimiz 11.Boyutta, sonsuz sayıdaki; milyonlarca, trilyonlarca kısaca sonsuz sayıdaki Evrenden birisidir.

Fakat tüm bu keşiflerden sonra ortaya çıkan şey, bilim insanlarının evrensel bakıştan yoksun oldukları için araştırma sonucunda keşfettikleri –-basitlikten- bir nevi -hayal kırıklığı- duyduklarıdır.
Bilim İnsanları; bu teoriyle her şeyi açıklayabilmektedirler. Fakat o kadar çok bulmak istedikleri ve her şeyi açıklayabildikleri ne ise o şeyin, çok da önemli bir şey olmadığını anlamışlardır.

Bu basitliğin bütünlüğünü kavrayamayan ve öteleyen bilim insanı, tabiî ki sonuçta metal yığınları ile Tanrı parçacığını aramaya girişecektir. Bu katılık, bu akışkan basitlikle başka ne yapabilir.

Anlaşılan o ki Evrenimizin, bizim gözümüzde büyüteceğimiz ve uğruna savaşacağımız kadar çoook büyüüük bir sır olan -Nedeni- yoktur.

Kısaca Evrenimiz; basittir ve akışkandır. Canlıdır. Tıpkı damarlarımızda dolaşan akyuvarlar ve alyuvarlar gibidir.

Ve -Nedensizdir-.
Basitçe ve kısaca Var’dır.

Nedensizlik, basitlik ve akışkanlık, çok boyutluluk; aslında şimdiye kadar sanatın edebi ürünlerin, öğretilerin ve dinsel söylemlerin tarzlarıdır. Yüzyıllardan beri bilim; dinsel olanı veya insanların din kisvesi kılıfında yaşaya geldiklerine burun kıvırdığı için ve dini yaşadıklarını sanarak kendi nefslerinin açgözlülüğünde devinenler bilimi kendi yalanlarını açığa çıkaracak öcü gibi öteledikleri için ve asıl olarak her ikisinin düşünüşü de, yaşamı (canlılığı) bir şekilde red ettiği için, red etmenin kabında, kısaca aynı kapta yemek yemeye başlamışlardı. Hal bu olunca salınım yasası gereğince, diğer uçta da bir kavuşmanın yaşanması kaçınılmazdı. Kısaca bilimin araştırması, İlahi Ol’Ana çıkmış, İlahi Ol’an ise Bilimde anlaşılır olmak için aşikar olmaya başlamıştır.

Sonuç kaçınılmaz olarak ilim yoludur. Bilgeliktir. Bilinçliktir.
Devir Bilinçli Ol’ma devridir.

M-Teorisi (Membran) aynı zamanda gösteriyor ki, tüm Evrenimiz, evreni oluşturan kendi içindeki boyutlar ve dolayısıyla maddeler, maddeyi oluşturan parçacıklar da dahil hepsi birbirine bir ağ ile tıpkı ZAR gibi bağlıdır.

Her şey birbirine bir -AĞ- ile bağlıdır.

Bu demektir ki; ne ben senden, ne sen benden, ne biz dünyadan ne de dünya bizden ayrıdır.
Bağlıyız.
Birbirimize bağdaşığız.

Bu -ben sen o- tanımları içine giren tüm iyiler ve kötüler aynı ağda birbirlerine çözülmez bir şekilde bağlıdır.

Kötü veya iyi, kısaca hepimizin hayrı; birbirimizi –yaşamda- tutmaktan ve hepimizin oluşturduğu -Yaşam Ağını- aziz kılmaktan geliyor.

Ayrıca bilimin matematiksel formüllerle ispatlamış olduğu 11.boyut; bilincimizde yapmamız gereken ve başarabilirsek yeni evrensel gerçekliğimize tıpkı bir kelebek gibi dönüşerek doğacağımız; dinsel metinlerde tarif edilen kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüyü de anımsatmaktadır.

Ağustosböceği misali olanları, gerçeği aramayanları, ortalarda dolananları, vurdum duymazları, konfor hastalarını, korku bağımlılarını, yapay insan türevlerini, dostlar alışverişte görsünleri, kolaycıları, köşe dönücüleri, katılaşanları, cıvıyanları, kölelik bağımlılarını, bindiği daları kesenleri, daha burada sayamadığımız, kendine ve insana hayrı olmayanı ve olmaması için de elinden geleni ardına koymayanı, köşesine çekilmiş oturanları, maddi manevi önlenemez bir hayal kırıklığı beklemektedir.

Şöyle ki…

10. boyuta kadar evrenimiz bilinen fizik yasalarının işlediği kapalı bir evrendir.

Bilim insanlarının; 11. boyut ve ispatı ile birlikte evreninin oluşumu ile ilgili bir modeli öngörüp bu modeli ispatlayabilmeleri için çok boyutluluğun içinde başka evrenleri de düşleyebilmesi ve bu evrenlerde de bizim sistemlerimizden farklı yasaları ve bu yasaların işleyişi neticesinde oluşmuş evrenleri ve yaşam biçimlerini (!) düşleyebilmesini (kabul etmesini) gerektirmiştir.

Bu da şu anlama gelmektedir.

Birincisi; bir anlamda fiziksel olarak henüz temas etmesek de başka evrenler, başka türler ve medeniyetler de -var- demektir. (aksi ispatlanana kadar teorik olarak var demektir.)

Bu aynı zamanda da Evrende ve Galaksimizde yalnız olmadığımızın ispatıdır.

Belki de çok gelişmiş başka bir sistemin parçasıyız. Henüz büyümekteyiz. Algı alanımıza başka evrenler ve bu evrenlerin canlıları yeni yeni temas etmektedir.

İnsanlık olarak başka evrenlerin ve bu evrenlerde başka canlılarında olduğu bilgisiyle evrenselleşmenin gereğini fark etmeli ve dünyasal küçük ayrılıkları (ırk dil din)bu bağlamda aşabilmeliyiz. Diğer türlerle temas edildiğinde bu ayrılıklar eriyip gidecek.

Tabı ki evrensel dönüşümümüz, birilerinin bize küresel çapta sunduğu; zeitgeist, secret, avatar-kurtarıcı sembolleri, kürselleşme yalanları, fosil yakıta ve ürünlerine bağlı yaşam modelleri, insanlığı ayıran düşmanlaştıran hikayelerin içi gibi hazır kalıplara yerleşmek değil de, her kültürün kendine has özünden gelen bağdaşıklık ve anlayışla ve ekolojik benliğin ait olduğu topraklarda merkezileşerek evrenselleşmesi ile özgünleşerek gerçekleştirilmelidir.

Tıpkı Nazım Hikmet’in sözlerinde ebedileşen “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” olmayı başarmalıyız.

Küreselleşmek kadar ekolojiye, gezegene canlılara ve insana zarar veren ve insanı meta haline getirerek kitle yığınlarına dönüştüren, robotlaştıran bir görüş daha yoktur.

Bireyselleşmek ve bilinçlenmek her şeydir.

İkincisi; 11.boyutun algısını içselleştirebilmeyi ve bu içselleştirme ile bilincimizi 11. boyuta yükseltmeyi belki de dinsel literatürde işaret edilen tekâmül ve cenneti yeryüzüne indirmeyi ve bozulmayan bir barışın sürmesini sağlayabileceğimizdir.

Cennet yukarda bir yerde değil, bilincimizi genişletmemizde ve fazla yüklerimiz olan kini nefreti açgözlülüğü bırakabilmemizdedir.

Bizler bilimsel olarak ispatlanmış, dinsel olarak da anlayacağımız dilde işaret edilmiş ve müjdelenmiş eski dünya kültürlerinden olan maya takviminde zamanı hesaplanarak bizlere ulaştığı gibi 2012 son değildir ama kesinlikle bir değişimdir. Ve sonsuz gelişim ve büyümedir.

Mayaların kehaneti olsa olsa bizim yetişkin insan olarak evrensel hayatta yerimizi almamız ile alakalıdır. Belki de tıpkı çocuklarımızın büyüyüp dünya hayatına atılması gibi bir anlamı vardır.

Bizler yeni bir gerçekliğin aşamasındayız.

Fiziksel kanunların yittiği ve henüz biliminsanlarımızın bilinci ile yeni anlamaya başladığımız 11. boyutta, insanın mana olarak boşluğa düşmesi ve anlamsızlaşması, kumtaneleri gibi bilindik gerçekliğinin ayağının altından akıp gitmesi ve bunu da insanın tüm boyutlarında karmaşa ve kaos yaratması kaçınılmazdır.

İnsan kıyametini ya da kıyamını yaşamaktadır.

Kıyamet; bilinçsizliktir.
Kıyam, Bilinçli Ol’maktır.

Her insanın kendi içindeki hayvansal doğamızdan gelen ve sırtımızda yük olanları bırakması kaçınılmazdır. (kin, öfke, nefret, endişe, korku-dünyasal işleyiş sürecinde). Bilimsel yayınları anlayabildiği kadarı ile takibi ve evrimsel büyümenin bilimselliğinden kopmadan ve bilimselliği ruhsal büyümesinin açılımları ile de BİR etmede hassaslaştığında, yaşamındaki denge unsurunu ve 11. boyutun boşluğunda yeni manaları oluşturabilecektir.

Yeni yaşamın felsefesi ve terazisi; sonsuzlukta okyanus köpüğü kadar hassas ve narin olmalıdır, ki YAŞAM; yaşamak için bir yürek bulabilsin, yaşam yaşatmak için evrenimiz olan okyanus köpüğüne, bir neden olabilsin.

Okyanusun nedeni kendisidir.
Her ne kadar köpüğe yüklese de
Nedeni
Ve
Varoluşunun tüm sevgisini
Mesele
Kendisinden
Ve
Kendiliğinden
Bir köpüğün sevdasında
Ol’mak ya da Ol’mamaktır.



Sizlere izlemenizi önerdiğim iki programı sunuyorum.

.

.

.