İnsanın kalbindeki -Niyete- göre akıl-mantık, fiziksel dünyada
bizi ya bitiren ya da var edendir.
Bu güne kadar ki dünya koşullarında geliştirdiğimiz aklı ve
mantığı, kalbimizden gelen sağduyunun sesiyle ve evrensel zeka
üzere kullanabilirsek, savaşın çatışmanın açgözlülüğün ve
kibrin olduğu illüzyon boyutlarını bitirip, gerçekten
-İnsanlığın Devrinin- başladığı sağduyunun paylaşımın
işbirliğinin ve aklımıza hayalimize gelmeyecek güzelliklerin
yaşandığı evrensel gerçeklik okyanusuna açılacağız…
Bilimdeki son gelişmeler; teoriler, kuramlar, formüller, bize
insanlığın gezegensel bir -Uygarlığa- doğru evrilmekte
olduğunu göstermektedir.
Doğal olarak her büyüme ve gelişme de kendi risklerini
beraberinde taşımaktadır. Büyük gelişim zamanlarında büyük
kaoslar olur. Çünkü büyüyecek olanın kafesi kırılır ve
gelişir. Kafes gelişecek olanın eski kabıdır. Tıpkı yumurta
kabuğu gibi önce çatlar sonra un ufak olur. Kabuk sadece
içinde gelişmekte olanı tutmak içindir.
Her çeşit büyüme-gelişim esnasında, olmakta olanları
anlayabilmek ve bu sayede dünyaya daha derinden
köklenebilmemiz için bilimsel ve eleştirel düşünceden ve dünya
mantığı ve aklından ayrılmamamız gerekir.
Her birimiz fiziksel hayatlarımızda, bilimin sonucu olan ve
yaşamımızı kolaylaştıran ürünleri nasıl kullanıyorsak, bilimin
dünya vizyonumuzu, birlikte oluşturduğumuz insanlık kültürünün
anlamı ve amacı ile ilgili, evrenin yaradılışı ile ilgili
düşünsel bakış ufkumuzu da genişletecek teorileri,
matematiksel formüllerle ispatlamış olduğu gerçeklikleri
vardır.
Bu demektir ki; ufkumuzu ne kadar genişletirsek, etrafımızda
dönen dünya kaoslarını o kadar çok okyanusa ilerleyen
ufkumuzun içinde eritebiliriz…
Bazen gelişmeler sadece bizim hayatımızla ilgilidir, bazen de
olmakta olanlar ait olduğumuz İnsanlık Ailesinin ufku ve
gelişimi ile alakalıdır. Sonuçta bizler insanlığın bir ferdi
olduğumuz için ister istemez etkileneceğizdir.
Nasıl ki en son İzlanda da yanardağın patlamasıyla Avrupa
kıtasında yaşayanlar günlerce olumsuz şartlardan maddi manevi
etkilendiyse, gezegenin içinde bulunduğu değişimlerden ve
insanlığın maddi manevi olumu veya olumsuz gelişmelerinden her
birimiz tek tek etkileneceğiz.
Bazılarımız önce bazılarımız ise sonra etkilenecek.
Bu nedenle kendimizi, insanlığın yaşaya gediği büyük algısal
değişimlere hazırlamamız değişim şokunu azaltmak için
önemlidir. Burada bilimsel veriler ve aklı yaklaşım hayatı
derecede önemlidir. Çünkü değişim zamanları aynı zamanda
alacakaranlık kuşağı gibidir. Bir sürü söylentinin, öcü-böcü
hikayelerinin, felaket tellallarının ve insanlığa kader
yazanların cirit attığı yerlerdir.
Halbuki kuantumaltı fiziği ile ispatlandığı gibi; insanın
kaderi yoktur.
Fakat İnsana -kötü bir kaderinin olduğuna- ikna etmek ve bu
ikna edişle, kötü kaderin yaratılmasına önayak olmak
isteyenler olabilir.
Bu nedenle bilimsel yaklaşımlar, yorumlar ve bu bilgilerin
ışığında sağduyulu ve akılcı olmak ayaklarımızı dünyaya sağlam
basmak hepimiz için önemlidir.
21.yy içinde yaşayan kuşak ve bu kuşaktan sonraki gelecek
nesil çok önemli bir dizi kararın ve geri dönülmez bir eşiğin
önünde durmaktadır.
Bu nedenle;
Mesele artık dünyada Olmak yada Olmamak meselesi değildir.
Mesele artık -Bilinçsiz- veya -Bilinçli- Ol’mak
meselesidir.
İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış v.s kavramlarının
hepsinin yaşanan zaman dilimi ve mekanı ile içinde bulunulan
toplumsal koşullara göre değiştiğini-geliştiğini artık hepimiz
biliyoruz.
Ortaçağ insanın dünyaya bakışı ile 21. Yüzyıl Milenyum İnsanın
bilinci arasında ışık yolları kadar fark vardır.
21.yy insanının yaşayacağı bilinç dönüşümü ve ardından eğer ki
başarabilirse yapılandıracağı Gezegensel Uygarlık arasında ki
farklılığı ifade edecek hiçbir dünyasal ölçü birimi
bulunmamaktadır.
Bu nedenle; görünen kaosun içinde her ne yaşıyorsak yaşayalım
olmakta olan hayrımıza olduğunu unutmadan; her insan; kendinde
olanı geliştirmekten ve bu gelişmeyle birlikte -dünya
görüşünü- değiştirmekten ufkunu genişletmekten sorumludur.
Kısacası; İnsan Bilinçli Olmak durumundadır.
Bilinçli Olmak -uyanık- Olmak demektir.
Uyanıklık, farkındalıktır.
Uyanık olmak çokboyutlu olmak, evrenselleşmeye başlamak
demektir.
Bunu bilerek yada bilmeyerek geleceğin tasarlanmasında İnsan
toplumlarına, teori- araştırma ve buluşlarıyla,
geliştirdikleri teknolojilerle yön veren, -aydın- bilim
insanları, Altın Gelecekten getirdikleri eserleriyle -özgün-
sanatçılar, ruhun sonsuzluğunu ve bütünselliğini sesleyen
-dindar- Bilgeler; İnsanlık Uygarlığının her zaman için önden
yürüyen ve geleceğe ilk önce ayak basan Bilinç Işınlarıdır.
Bilim-Sanat-Din; üçlüsünün birleşimi, Toplumları bilinçlenmeye
götüren en büyük etken ve bilinçli toplum olmanın da temel
adımıdır.
İnsanlığın varolan en yüksek potansiyeline ulaşabilmesi için;
bilim insanı aydın-sağduyulu, sanatçı özgür ve özgün, dindar
ise bilge-cesur olmalıdır. Ve hepside mutlaka evrensel zekadan
payını da almış olmalı ki ufkumuzun ışınları daha daha
ilerileri görebilsin.
Mesela…
Yoksa bilim ile bulunabilecek ne var ise anlamsızlık
okyanusunda sabun köpüğünden ibaret olacaktır.
Oysa ilim ile varılan, bir ambarlık darıdan tüm dünya
doyabilecektir.
Fiziksel bilimlerin kendi alanlarında ki büyüme süreçlerinde,
temel fiziksel yasalardan başlayarak keşfe çıkması ve
öncelikle görünen temelin yapı taşlarını keşfetmeye çalışması
olağan bir gelişmeydi. Bu keşif düz basit hemen orada olan bir
şeydi. Anlamak için- dahi- olmak, hatta anlamlandırmak bile
gerekmiyordu.
2X2=4
veya
E=mc² gibiydi…
Fakat son yıllarda bilimin geldiği noktada bilim önceki keşif
çizgisinin basitliğine ve tekdüzeliğine yabancı ve ilkine
görece daha fantastik-çokboyutlu ve suptil –şeylerin- keşif
yoluna girmiş gibi görünmektedir. Kendi tek düzeliğini ve üç
boyutluluğunu; -giz- merakı ile doldurarak, renklendirme ve
giz ile kendisine yaşam katmak istercesine adeta evrensel
-sırların- ve -gizlerin- peşine düşmüştür.
Haliyle; fiziksel bilimlerin; katı maddeci, tekrarcı, sabitçi,
statükocu ve kanıt isteyen arayışı; yaşayan ve her an akışta
olan yüksek titreşimli (çok boyutlu) evrensel
dinamiklerin-yasaların geçerli olduğu sistemler de (hakiki
anlamda yaşayan) anlam ve anlamın yitirilmesinden dolayı da
amaç yitimine uğramaktadır.
Bilim; cern deneyinde; tanrı parçacığını arama girişimleri,
insanlığın başına ne tür bir çorap ördüğünü bilmeden yapay
zekayı keşfetme süreçleri, laboratuarda ölümcül virüsler
yaratarak insanları-icat ettikleri dertlere düşürmeleri,
genetik de -amacın- etiği belirlenmeden klonlama çalışmaları
ve burada daha sayamayacağımız kadar önemli ve çok olan, fakat
amacı ve neye hizmet edeceği belirsiz bir dizi bilimsel
arayışın peşindeyiz.
Bilim insanlarının zihne bağımlı düşünce katılığından doğan
fiziksel bilimlerdeki katılık ve kapalılık, bilim insanlarının
araştırmalarına –yaşamsal- olan -akışkan- boyutu
ekleyememektedir. Dolayısıyla bilimin de etiği
sorgulanamamaktadır.
Nihayetinde bilim-insanları da; kendilerine belletilmiş bir
yaşamı yaşayan dünya insanlığının bir ürünüdür ve üyesidir.
Toplum ne ise bilim adamı da bu toplumun bir adım önde giden
uzantısından başka bir şey değildir. Mitolojilerdeki tanrı
insan çekişmeleri, tapınmaları, ihanetleri, kurtuluş
hikayeleri ve savaşlarından tutunda, modern insanın,
bilim-teknoloji yolu ile oluşturulan konfor köleliği, bunun
üzerine dönen savaşlar, dünyanın iplerinin ellerinde olduğunu
sanan bir avuç güç hokkabazına ve bunlara sadece inandıkları
-ve başkaca inanacak bir şey bulamadıkları ve ne bulmak
istediklerini de bilmedikleri- için kendilerine reva görülen
kıtlığı sefaleti karanlığı yaşayan milyarlarca insanın şu an
derin bir hayal kırıklığından doğan karanlığın içinde
bulunduğunu göz önüne alırsak, durumumuzun ne kadar vahim
olduğu ve ufkumuzun nereye ulaşacağını ve bu ulaştığı yerde
neleri neleri yaratacağımız, çocuklarımıza ve torunlarımıza
nasıl bir gelecek yarattığımız alenen anlaşılacaktır.
Dolayısıyla; yaşamsal ve akışkan boyut, fiziksel araştırmalara
eşlik edemediğinden, bilimsel araştırmaların sonuçları ortak
insanlığın sefaletten açlıktan ve savaşlardan özgürleşmesine
hizmet etmek amaçlı kullanılmaktan ziyade, niyetleri kötü ve
nefsleri açgözlülük kokan bir takım insanımsıların elinde
insanlığın aleyhine kullanılmaktadır.
Mesela çok değil yüzyıl önce bilim insanları biyolojiyi ve
biyolojik araştırmaları bilim olarak kabul etmiyorlardı.
Şimdilerde genetik mühendisliği olarak adlandırılan, aslında
bir anlamda biyoloji bilimi olan, genetik araştırmaları
fiziksel bilimlerin katı ve sonuç bekleyen -Ruhsuz- doğasına
ve araştırma alanına girmiş durumdadır. Buradan çıkan sonuç
ise olsa olsa ruhsuz büyüyen anlamsız bir teknolojidir. Koyun
doli ve yeni yaratılan yapay zekalar buna örnektir. Dünyada ki
hemen hemen her gelişmede olduğu gibi bilimsel gelişmelerde ve
teknolojide de insana hizmet değil, insanın teknoloji için
kullanılması (satın alarak ve yalnızlaşarak
makineleşmesi-insan özelliklerini yitirmesi) ve aracı haline
getirilmesi söz konusudur. Teknolojinin getirdiği konfor
köleliği bir ayrıcalık değildir. İnsanın yalnızlaşması ve
kendi doğasına ve kendisi ile birlikte diğer insanlara
yabancılaşması çok vahimdir.
Bilim, sanat veya din; insanı birbirinden ayırıyor,
uzaklaştırıyorsa, burada icra edilen ne bilimdir ne sanattır
ne de dindir. Umutsuzluk ve çaresizliğin olduğu yerde ne bilim
ne sanat ne din vardır. Başka bir şey vardır. Adını siz koyun.
Bilim insanları eğer, kendilerini bir insan ırkına ait
hissediyorlarsa ve bir anne babadan doğduklarını biliyorlarsa
bilimdeki nihai amaçları ait oldukları insan ırkının uzak uzak
uzak geleceğini de kapsayan, çok boyutlu akıcı evrensel bakışı
araştırmalarında yakalamaları ve bu bakışın gereğini gerçek
eylemeleridir.
Bu Evrensel Bakış bilim insanının; bir insan ruhu
taşıdığını ve bir insan olduğunu, doğduğunu büyüdüğünü ve
öldüğünü, var olmasının içinde doğduğu insan ırkı ve insan
ırkına bu korunaklı oluşum kalıbını sağlayan ve Rahim Ol’An
dünya gezegeni olduğunu ve bağdaşıklığının, sadakatinin ve
nihayetinde büyük bedeni ve Ruhunun da İNSAN ve İnsanın
bütünlüğü ve geleceği olduğunu anlaması demektir.
Ve Evrensel Bakış acısına sahip bir biliminsanı- yüksek
formülleri ve teorilerini insanlığın hayrına yorumlayabilir ve
icra edebilir.
Bilim İnsanlık Görüşümüzü değiştirecek keşiflerin altına
imzasını atmıştır.
Mesela; kuantum araştırmalarında, Sicim Teorisi ile Süper
Kütle Çekim Teorisinin birleşiminden doğan ve
M-Teorisi-Herşeyin teorisini (Membran-zar-) çözmüşlerdir.
Bilim İnsanları; Evrendeki her şeyin zeminine
oturtabilecekleri ve her şeyi de bu kurama bağlayabilecekleri
matematiksel dokuyu tamamlamışlardır. Teori evrenin
başlangıcını ve daha daha öteleri de kapsamaktadır. Kısaca
Ezel Ebed matematiksel olarak ispatlanmıştır.
Evrenimizin ne sonu vardır ne de başı. Ne zamanı ne de mekanı.
Ve asıl önemlisi evrenimiz tek Evren değildir. Evrenimizin,
bir milimetrenin trilyonda biri büyüklüğündeki 11.Boyutta,
tıpkı bir sabun köpüğü gibi, diğer sonsuz sayıdaki evrenlerle
birlikte, -BASİTÇE- seyri sefer halindedir.
Evrenimiz 11.Boyutta, sonsuz sayıdaki; milyonlarca,
trilyonlarca kısaca sonsuz sayıdaki Evrenden birisidir.
Fakat tüm bu keşiflerden sonra ortaya çıkan şey, bilim
insanlarının evrensel bakıştan yoksun oldukları için araştırma
sonucunda keşfettikleri –-basitlikten- bir nevi -hayal
kırıklığı- duyduklarıdır.
Bilim İnsanları; bu teoriyle her şeyi açıklayabilmektedirler.
Fakat o kadar çok bulmak istedikleri ve her şeyi
açıklayabildikleri ne ise o şeyin, çok da önemli bir şey
olmadığını anlamışlardır.
Bu basitliğin bütünlüğünü kavrayamayan ve öteleyen bilim
insanı, tabiî ki sonuçta metal yığınları ile Tanrı parçacığını
aramaya girişecektir. Bu katılık, bu akışkan basitlikle başka
ne yapabilir.
Anlaşılan o ki Evrenimizin, bizim gözümüzde büyüteceğimiz ve
uğruna savaşacağımız kadar çoook büyüüük bir sır olan -Nedeni-
yoktur.
Kısaca Evrenimiz; basittir ve akışkandır. Canlıdır. Tıpkı
damarlarımızda dolaşan akyuvarlar ve alyuvarlar gibidir.
Ve -Nedensizdir-.
Basitçe ve kısaca Var’dır.
Nedensizlik, basitlik ve akışkanlık, çok boyutluluk; aslında
şimdiye kadar sanatın edebi ürünlerin, öğretilerin ve dinsel
söylemlerin tarzlarıdır. Yüzyıllardan beri bilim; dinsel olanı
veya insanların din kisvesi kılıfında yaşaya geldiklerine
burun kıvırdığı için ve dini yaşadıklarını sanarak kendi
nefslerinin açgözlülüğünde devinenler bilimi kendi yalanlarını
açığa çıkaracak öcü gibi öteledikleri için ve asıl olarak her
ikisinin düşünüşü de, yaşamı (canlılığı) bir şekilde red
ettiği için, red etmenin kabında, kısaca aynı kapta yemek
yemeye başlamışlardı. Hal bu olunca salınım yasası gereğince,
diğer uçta da bir kavuşmanın yaşanması kaçınılmazdı. Kısaca
bilimin araştırması, İlahi Ol’Ana çıkmış, İlahi Ol’an ise
Bilimde anlaşılır olmak için aşikar olmaya başlamıştır.
Sonuç kaçınılmaz olarak ilim yoludur. Bilgeliktir.
Bilinçliktir.
Devir Bilinçli Ol’ma devridir.
M-Teorisi (Membran) aynı zamanda gösteriyor ki, tüm Evrenimiz,
evreni oluşturan kendi içindeki boyutlar ve dolayısıyla
maddeler, maddeyi oluşturan parçacıklar da dahil hepsi
birbirine bir ağ ile tıpkı ZAR gibi bağlıdır.
Her şey birbirine bir -AĞ- ile bağlıdır.
Bu demektir ki; ne ben senden, ne sen benden, ne biz dünyadan
ne de dünya bizden ayrıdır.
Bağlıyız. Birbirimize bağdaşığız.
Bu -ben sen o- tanımları içine giren tüm iyiler ve kötüler
aynı ağda birbirlerine çözülmez bir şekilde bağlıdır.
Kötü veya iyi, kısaca hepimizin hayrı; birbirimizi –yaşamda-
tutmaktan ve hepimizin oluşturduğu -Yaşam Ağını- aziz
kılmaktan geliyor.
Ayrıca bilimin matematiksel formüllerle ispatlamış olduğu
11.boyut; bilincimizde yapmamız gereken ve başarabilirsek yeni
evrensel gerçekliğimize tıpkı bir kelebek gibi dönüşerek
doğacağımız; dinsel metinlerde tarif edilen kıldan ince
kılıçtan keskin bir köprüyü de anımsatmaktadır.
Ağustosböceği misali olanları, gerçeği aramayanları, ortalarda
dolananları, vurdum duymazları, konfor hastalarını, korku
bağımlılarını, yapay insan türevlerini, dostlar alışverişte
görsünleri, kolaycıları, köşe dönücüleri, katılaşanları,
cıvıyanları, kölelik bağımlılarını, bindiği daları kesenleri,
daha burada sayamadığımız, kendine ve insana hayrı olmayanı ve
olmaması için de elinden geleni ardına koymayanı, köşesine
çekilmiş oturanları, maddi manevi önlenemez bir hayal
kırıklığı beklemektedir.
Şöyle ki…
10. boyuta kadar evrenimiz bilinen fizik yasalarının işlediği
kapalı bir evrendir.
Bilim insanlarının; 11. boyut ve ispatı ile birlikte evreninin
oluşumu ile ilgili bir modeli öngörüp bu modeli
ispatlayabilmeleri için çok boyutluluğun içinde başka
evrenleri de düşleyebilmesi ve bu evrenlerde de bizim
sistemlerimizden farklı yasaları ve bu yasaların işleyişi
neticesinde oluşmuş evrenleri ve yaşam biçimlerini (!)
düşleyebilmesini (kabul etmesini) gerektirmiştir.
Bu da şu anlama gelmektedir.
Birincisi; bir anlamda fiziksel olarak henüz temas etmesek de
başka evrenler, başka türler ve medeniyetler de -var-
demektir. (aksi ispatlanana kadar teorik olarak var demektir.)
Bu aynı zamanda da Evrende ve Galaksimizde yalnız
olmadığımızın ispatıdır.
Belki de çok gelişmiş başka bir sistemin parçasıyız. Henüz
büyümekteyiz. Algı alanımıza başka evrenler ve bu evrenlerin
canlıları yeni yeni temas etmektedir.
İnsanlık olarak başka evrenlerin ve bu evrenlerde başka
canlılarında olduğu bilgisiyle evrenselleşmenin gereğini fark
etmeli ve dünyasal küçük ayrılıkları (ırk dil din)bu bağlamda
aşabilmeliyiz. Diğer türlerle temas edildiğinde bu ayrılıklar
eriyip gidecek.
Tabı ki evrensel dönüşümümüz, birilerinin bize küresel çapta
sunduğu; zeitgeist, secret, avatar-kurtarıcı sembolleri,
kürselleşme yalanları, fosil yakıta ve ürünlerine bağlı yaşam
modelleri, insanlığı ayıran düşmanlaştıran hikayelerin içi
gibi hazır kalıplara yerleşmek değil de, her kültürün kendine
has özünden gelen bağdaşıklık ve anlayışla ve ekolojik
benliğin ait olduğu topraklarda merkezileşerek evrenselleşmesi
ile özgünleşerek gerçekleştirilmelidir.
Tıpkı Nazım Hikmet’in sözlerinde ebedileşen “Yaşamak bir ağaç
gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” olmayı
başarmalıyız.
Küreselleşmek kadar ekolojiye, gezegene canlılara ve insana
zarar veren ve insanı meta haline getirerek kitle yığınlarına
dönüştüren, robotlaştıran bir görüş daha yoktur.
Bireyselleşmek ve bilinçlenmek her şeydir.
İkincisi; 11.boyutun algısını içselleştirebilmeyi ve bu
içselleştirme ile bilincimizi 11. boyuta yükseltmeyi belki de
dinsel literatürde işaret edilen tekâmül ve cenneti yeryüzüne
indirmeyi ve bozulmayan bir barışın sürmesini
sağlayabileceğimizdir.
Cennet yukarda bir yerde değil, bilincimizi genişletmemizde ve
fazla yüklerimiz olan kini nefreti açgözlülüğü
bırakabilmemizdedir.
Bizler bilimsel olarak ispatlanmış, dinsel olarak da
anlayacağımız dilde işaret edilmiş ve müjdelenmiş eski dünya
kültürlerinden olan maya takviminde zamanı hesaplanarak
bizlere ulaştığı gibi 2012 son değildir ama kesinlikle bir
değişimdir. Ve sonsuz gelişim ve büyümedir.
Mayaların kehaneti olsa olsa bizim yetişkin insan olarak
evrensel hayatta yerimizi almamız ile alakalıdır. Belki de
tıpkı çocuklarımızın büyüyüp dünya hayatına atılması gibi bir
anlamı vardır.
Bizler yeni bir gerçekliğin aşamasındayız.
Fiziksel kanunların yittiği ve henüz biliminsanlarımızın
bilinci ile yeni anlamaya başladığımız 11. boyutta, insanın
mana olarak boşluğa düşmesi ve anlamsızlaşması, kumtaneleri
gibi bilindik gerçekliğinin ayağının altından akıp gitmesi ve
bunu da insanın tüm boyutlarında karmaşa ve kaos yaratması
kaçınılmazdır.
Her insanın kendi içindeki hayvansal doğamızdan gelen ve
sırtımızda yük olanları bırakması kaçınılmazdır. (kin, öfke,
nefret, endişe, korku-dünyasal işleyiş sürecinde). Bilimsel
yayınları anlayabildiği kadarı ile takibi ve evrimsel
büyümenin bilimselliğinden kopmadan ve bilimselliği ruhsal
büyümesinin açılımları ile de BİR etmede hassaslaştığında,
yaşamındaki denge unsurunu ve 11. boyutun boşluğunda yeni
manaları oluşturabilecektir.
Yeni yaşamın felsefesi ve terazisi; sonsuzlukta okyanus köpüğü
kadar hassas ve narin olmalıdır, ki YAŞAM; yaşamak için bir
yürek bulabilsin, yaşam yaşatmak için evrenimiz olan okyanus
köpüğüne, bir neden olabilsin.
Okyanusun nedeni kendisidir.
Her ne kadar köpüğe yüklese de
Nedeni
Ve
Varoluşunun tüm sevgisini
Mesele
Kendisinden
Ve
Kendiliğinden
Bir köpüğün sevdasında
Ol’mak ya da Ol’mamaktır.
Sizlere izlemenizi önerdiğim iki programı sunuyorum.