“Sanat,
İnsanın kendini kendinde aşması, aşkınlığıdır.”
Sanat, insanın, özündeki aşkınlığı ifşa ederken,
Tanrısallaşmasıdır.
Ki O anda kendi kendisini aşmış, zaman ve mekana aşkın olmuş
Ol’Anın ortaya çıkışıdır.
Benzersizdir.
Tıpkı Aşk gibi, tanımlanamazdır. Tanımlanamaz olması, henüz
“yaratılmış” olanın dünya manası ile ifadesinin mümkün
olmaması ile ilgilidir.
Nasıl ki, İnsan Allah’ın Nefesi ise sanat da insanın
nefesidir. İnsan bu garip karanlık ve kaotik dünyada sanatı
ile “nefes” alabilir. Öyleyse sanatsal çalışmalar ve ürünleri
ve toplum içinde layıkıyla değer bulup bulmaması, İnsan
toplumunun ne kadar ve nasıl nefes aldığının veya nefes alıp
alamadığının da bir göstergesidir.
Sanat, Ruhumuzun Sesi olduğundan ve Ruhumuz da O’ndan bir
kıvılcım olduğundan dolayısıyla, Sanatımızda sevgi ve aşk
üzere sevgi ve aşk ile olabilendir.
Bu nedenle, Sanat, ancak ve ancak uyumlu ahenkli armonik bir
bütünsellik içinde aşk ve sevgi üzere icra edildiğinde,
bilincimizde esriklik hallerini, yüksek bilinç hallerini
yaratır ve kendimizde aşkınlaşabiliriz. Aşkınlaşmaktan maksat,
Ruhen büyüyebilmekle madde ile temasımızın çok boyutlu
algısallığa genişlemesi ve mikro evren olan insanın,
kendiliğini keşifte inceliğin zarafetine ulaşması ve
böylelikle latifleşmesi ile ilgilidir.
Yüksek bilinç halleri çok boyutlu, farkındalıklı ve derinlikli
haller olduğundan, frekansları da yüksek ve ışıklı hallerdir.
Işık bilgi demektir ve sanatçı esriklik halinde deneyimlediği
yüksek frekansı (bilgiyi) ki bu yüksek bilinç halini ancak
topluca ve çok boyutlu ve çok katmanlı icra ettiği sanatı ile
ifadeleyebilmektedir. Tıpkı şairin şiirinde artık deneyimlenen
ne ise O’nu ifade etmekte kelimelerin kifayetsiz kalması
gibidir.
Görebilene, işitebilene ve hissedebilene, ifade edildiği
boyutun, Gerçek ve Hakiki Yaşamın kapılarını barındıran
ışıklarla ve sırlarla doludur.
Sanat; O’nun Sonsuz boyutlarında kendine olan aşkınlığını,
nefesi olan insan eliyle ve yüreğinden geldiği şekliyle
yeryüzüne işlemesidir.
Sanat; Aşkın Ol’anın yeryüzü ile Ol’an tanrısal muhabbetidir.
Sanat; varlığın kendini ve kendiliğinin iletişim halinde
olduğu her şeye her An’da aşkınlaşması ise, o zaman Sanat
sadece “sanatın kendisi” için yapılabilir. Çünkü sadece sanat
sanat için yapıldığında sınırsızlığı ve sonsuzluğu
ifadeleyebilir ve bu şekilde aşkınlaşabilir.
Sanat, sanat için yapıldığında toplumun büyümesi gelişmesi ve
nihayetinde kendinle barışık yaşayacak kadar olgunlaşması için
bir kuzey yıldızı olabilir.
Aslında bu “hal” deki sanat da sevginin bir başka boyutunun
ifadesinden başka bir şey değildir.
Sanat anlaşılmak için yapılamaz. Anlaşılmak için yapılan sanat
sıradan olur ve bu sanat değildir. İfade şeklidir. Anlaşılmak
için yapılamaması, farklılaşma çabası ile ilgili olmaktan
ziyade, kendiliğinin “anlaşılamaz olanın” ifade edilmesinin
bir şekli olduğu içindir. Çünkü insan sadece kendinin
anlaşılamaz olanını ifadeleyebildiğinde ve bu çok boyutlu
zengin ifadesi ile diğerlerinin de çok boyutluluğuna
dokunabildiğinde “gelişip büyüyebilir”.
İnsan için yapılan sanat sıradan olur. Ve gelişime açık
olamaz. Gelişimi tetikleyemez.
Sıradan olanda ilham ve yüksek titreşim ve yüksel alemlerin
esrimeleri olmadığı için gelişim ve büyüme yoktur.
Dolayısıyla sanat değildir.
Sanat, büyümeye ve gelişmeye hizmet ettiği için tam ve
bütündür. Olduğu gibidir.
Sanatta fazlalık yoktur; sanat da tıpkı Tanrının doğayı
yarattığı gibidir. Sanat eseri olduğu gibi tam ve bütündür.
Zihinsel ve maddesel yapılar her ne kadar bunu algılayamasa
da, kimi yerlerini fazla kimi yerlerini eksik görse de,
sanatın ve üretilen eserin kendi içinde ulaşması gereken
bütünsel bir amacı vardır.
Sanatın müşterisi yoktur. Olamaz. Sanat bir meta değildir.
Tıpkı doğanın da müşterisi olmadığı ve doğanın bir meta
olmaması gibi. Materyalist bir toplumda ruhsuzlaşmış
insanlara, sanatın ve doğanın bir ruhu olduğunu nasıl
anlatabiliriz. ..?
Ve Ruhun, daha hakiki gerçekliklerimize sadece bir yol
olduğunu…
Ki yolu açan da her zaman fikirlerdir. Ve sanat da bir
Fikirdir.
Sanatçının eseri ise somutlaşmış bir Fikirdir.
Ve sevgili Mevlana’nın dediği gibi, “Fikir ona derler ki bir
yol açsın, yol ona derler k; bir Hakikate ulaştırsın.”
Sanat bilim din, hepside estetikle alakalıdır.
Estetikle ilgili olan ne varsa insanlık onurunu ve erdemini de
birlikte taşımaktadır.
İnsanlığın onuru için yaşayanlar ve vazife edinip çalışanlar,
bilirler ki estetik değerler, para karşılığı ısmarlama
yapılamaz.
Estetik “kendinde” zaten bir “değerin” ölçüsü olarak bir
“değer” olarak doğmuş olandır. Değerin değeri olamaz. Değer,
değerdir.
Bu nedenle sanat bilim din meselelerinin, içine maddi
değerlerin ölçü birimleri giremez ve girmemelidir. Sanat din
ve bilim para karşılığı yapılmamalıdır.
Sanatın dinin ve bilimin para karşılığı alınabilir
satılabilinir bir meta haline getirilmesi toplum için
tehlikeli sonuçları da beraberinde getirecektir.
Ve bilim insanın gören gözü olmaktan, din insanın dirildiği
kalp olmaktan, sanat insanın canlandığı nefesi olmaktan
uzaklaşacaktır.
Sıradanlaşacak, yozlaşacak ve ikileşecektir. Tıpkı şimdi
modern toplumumuzun kopuk parçalı ve kutulara ayrılmış yasaklı
sınırlı ve tabulu ve maalesef kendisine belletilen ve reva
görülen “ölü” yaşamı gibi olacaktır.
Bu nedenle sanatçının din adamının bilim adamının özgür ve
özerk olması kimseye bağımlı olmaması hatta ve hatta kendine
bile bağımlı olmaması gerekmektedir.
Bu hal çılgınlık ve aşkınlıktır. Kendi kapından geçip
gidebilmektir. Kendinden vazgeçmektir.
Çünkü kendinden geçen insan, İNSAN olabilir.
Sanatı bilimi dini, İNSAN olanların dışında icar edenler, dini
bilimi ve sanatı para karşılığında satarak insanın başına akıl
almadık çoraplar örmüşler ve sadece doymayan nefslerine hizmet
etmişlerdir.Bugünkü insanlık olarak topluca yaşadığımız
kargaşa da bundan kaynaklanmaktadır.
Yeraltı laboratuarlarında ölümcül biyolojik silahları
üretenler, bilimi para için yapanlardır.
Dinin her türlü misyonerliğini ve avukatlığını yapanlar, dini
para ve güç için yapanlardır.
Sanatı, ırk, cinsiyet, ideoloji üzerinden, insanın varoluş
acısını derinleştirmek için ölüm ve ayrılık sınırlarında
yapanlar, sanatı para, güç ve ün için yapanlardır.
Sanatı sanat, bilimi bilim ve dini dindar olarak yaşayanlar
ise bu dünyada şimdiye kadar fakirlik ve sefillik içinde
yaşamış ve ölmüşlerdir.
Hakiki olan değerini bulmalıdır. Ve bu değeri layıkıyla
Layıkına sunacak olan insandır.
Toplum ikiliğe alışık olduğundan, kendi tekbaşınalığında
yaşayanları yalnız bırakmışlar ve toplumdan dışlanmışlardır.
Onlar Aykırıdırlar. Toplumu rahatsız edici fikirleri
somutlaştırarak yaşarlar. Ve toplumu ileri doğru iterler veya
yukarı çekerler.
Sanatı sanat için bilimi bilim için yapanlar ve dini dindar
olarak yaşayanlar ve ideallerince yaşayanlar İnsanlık
Ailesinin öncü ışınlarıdır.
Ve sadece “yaşamı” yaşarlar. Kendileri ve yaşamları birer
mücevher olarak insanlık tarihinde yerini alır ve bilgelik
incisi olarak sürekli kendinden sonra gelen sürgünleri besler.
Bir şekilde ölümsüzdürler.
Çünkü yaşamak sadece fiziksel olarak yaşamak değildir.
Fiziksellik bir görünüştür. İnsan düşünceleri ilişkileri ve
bilgeliği ile sonsuza kadar yaşayabilir.
Çünkü düşüncelerin ilişkilerin sonsuz boyutlu dünyaları
vardır.
İşte sanat, sanat için, bilim, bilim için yapıldığında ve din
dindar olarak yaşanabildiğinde, bu sonsuz dünyalar dünyaya
inebilir.
Sonsuzluğun kapıları alabildiği kadarıyla insanlığa açılır ve
dünyalar dünyalara akar.
İnsan ne zaman ki, yaşamını bir sanatı icra eder gibi yaşamaya
başlarsa, kendisini Yaradanı da O zaman anlayabilecek ve aşk
ile secdeye varabilecek ve gerçek bir “dindar” olarak yeniden
doğabilecek.
İnsan, yeniden doğduğunda O’nun “ilmine” mazhar olarak bu
dünyada hakiki yaşamına başlayabilecek.
Şiirsel yaşamları gerçek kılmanız dileklerimle … |