İnsan bir hapishanededir. Kendisine
ailesinden, okulundan, arkadaşlarından, televizyonlardan
kısacası toplum tarafından örülmesine katkıda bulunmuş olduğu
bir hapishanenin içindedir.Yiyeceklerinin genetiği ile
oynanmış, suları denizleri toprakları kirletilmiş bir planette
üstelik de tek başınadır. En azından başka bir olasılığın
“görüş” alanına girmesine izin verilene kadar bu böyledir.
Kendisine uzatılan elleri de, dualite
içinde, kendi doğasının yabanileştirilmesinden, zorla
kendisinin kılınan şiddet dolu nefsinden dolayı
tutamamaktadır.
Hep ayrılıktadır. Hep bir düşmanı
vardır. Ve her şey onun dışında ona düşman, eksikli kusurlu
bir dünya algısı içinde yaşayıp gitmektedir. Bir inanca bir
düşünceye bir dine, v.s “taraf” olmuş bir durumda,
parçalı ve bölük pörcüktür. Asla bütünü görmez, göremez.
Korku dolu hikayelere ve filmlere
alıştırılmış bir çocuk gibidir. Artık iyiliğin, sağduyunun,
birliğin, bütünlüğün, dengenin, uyumun, harmoninin ve nice
güzel manaların hallerini ve dünyalarını oluşturmaktan ve
yaşamaktan da o kadar uzak düşmüştür ki, kim bilir belki de
şimdiye kadar hiç yaşamamıştır.
Kadim öğretilerin ve bilgelerin dediği
gibi, sanki bir “hastalık” insana dadanmış ve milyonlarca
yıldır -canını- emmektedir.
İnsan yeryüzünde olduğundan beri, ne
medeniyetler batırmıştır. Ne Lemuryalar, ne Atlantisler,
ne Nuh tufanları yaşamıştır. Sahneler yeniden kurulmakta
her seferde hastalıktan kurtulamayan insanlık, yerin dibine
batırılmakta ve filmi başa almaktadır.
Elbet filmde bir yerde kopacaktır.
Bizlerin, dünya insanlığının “tutsak”
olma hastalığımız vardır.
Bir inanca, bir dine, bir ideolojiye,
bir lidere, bir insana, bir yiyeceğe, bir düşünce sistemine,
illüzyona, dedikoduya, cehalete, atalete, sevgisizliğe, bir
mesaja, bir maile, bir eyleme, diziye, v.s gibi körü körüne
bağımlısı olduğumuz pek çok sözcük ve yarattığı kafesin
tutsağıyızdır.
Cennetten kovulma hikayesi ile ifade
bulan ayrılık yanılsaması ve bundan beslenen nefsi de üstüne
ekledik mi varın siz düşünün işin vahametini?
Gökyüzünden yeryüzüne ne dinler
gelmiştir, ne öğretiler, ne alimler, ne ermişler.
Nefs, hepsini kendi ayrılık
hikayesinde bölerek parçalayarak carcur edip kendi yoluna ve
emeline araç yapmıştır.
Nefs, yanılsamalar içinde ki ikilik
aleminde “kendisini bulmaya”, kendisini kendinde birlemeye,
bakışını teklemeye kısacası “büyümeye” çalışan çocuk insandan
başkası değildir. Nasıl ki çocuklar yaşadıkları hayatla ve
hayatın ne olup olmadığı ile ilgili olarak “idraksiz”
iseler, nefsimiz içinde idrak mümkün değildir. Zaten
idraksizliğin kendisi zihin ortamı olarak nefsi olanaklı
kıldığından, insan bu kabus dolu uyku halini
deneyimlemektedir. Sonuçta gerçekleri olduğu gibi görebilmek
için, tıpkı matrix filmindeki neo gibi “uyanmak”
gerekmektedir.
İdrak, bu kabus içinde yaşarken,
ikiliğin ve olamayacağını sezinleyerek ve bu cılız ışığa iman
ederek, uyanacağın yola ilerleme bilincin, gücün ve azminden
oluşur.
Ve idrak ancak kalp ile mümkün
olabildiğinden, kalpten yaşayan insanı iç dünyasına Rabbine
götüren yol taşları olduğundan, bildiğimiz anlamda nefret
dolu, korku dolu dünyaya ve ayrılığın tüm bilgisine sırtını
dönerek “vazgeçmekle” mümkün olabilir.
Yeni dünyadan maksat ta uyanmış
insanların, kendini kendinde bulmuş, kendini bulduğunda da
bütün taraflarını bütünlemiş ve bakışını teklemiş insandan söz
ettiğimizdir.
Mesele uyanık mıyız, yoksa hala uykuda
mıyız meselesidir?
Mesele idrak üzre mi yaşıyoruz, yoksa
idraksiz bir yaşamda mıyız?
Mesele hayatımızın efendisi miyiz,
yoksa birileri bizi, düşüncelerle, inançlarla, ideolojilerle,
modayla, dizilerle, v.s manipüle mi ediyor meselesidir.
Hapishanenin dışına hiç çıkmamış bir
varlık “dışarısını” nasıl bilebilir ?
Ki aslında tüm bu yeryüzüne inen
öğretiler ve dinler hep bunu anlatmak için gökyüzünden
yeryüzüne indirildiği halde, insan nasıl da kendine tüm
bunlardan bir “hapishane” inşa etmiştir, anlaşılır gibi
değildir.
Tıpkı atomun parçalanmasının, dünyanın
sonsuz bir enerji kaynağına kavuşması için organize edilmesi
yerine, insanları yok etmek için kullanılması gibidir.
Manipülasyon, dünyadaki en tehlikeli
silahtır. Ve alabildiğince serbesttir.
Sizi bir takım mallara yönlendiren
reklamlardan, reklamlarda filmlerde kullanılan sübliminal
manipülasyonlardan bahsetmiyorum. Çok daha kapsamlı programlı
olanları da “atom bombası” kadar tehlikelidir.
Bildiğimiz anlamda silahlar sadece
insanların fiziksel bedenlerini öldürebilir. Ama manipüle
edilen kitleleri oluşturan “idraksiz insanlar”ın içrek içrek
tüm bedenleri; düşünsel, duygusal ve diğer bedenleri gömlek
gömlek zarara görür.
Kitlelerin kara parçası üzerinde
oluşturmuş olduğu yaşam matrixi ve gökyüzü manyetik alanları
derin düzeylerde hasara uğrar.
Bizler sadece gördüğümüzün gerçek
olduğunu göremediklerimizin ise olmadıklarını varsayan ve bu
nedenle “yaşam alanlarımızı” koruyup hayrımız doğrultusunda
yönlendiren gelişmiş varlıklar değiliz. Henüz yeni yeni birlik
bütünlük kardeşlik kavramlarına ve hallerine vakıf olmak
üzereyiz.
Sürekli bir fizikselden süptil
düzeylere kadar yoğun bir manipülasyon bombardımanı altında
yaşıyoruz.
İnsan maya takviminde de belirtildiği
üzere, şimdi çok büyük bir döngünün başlangıcındadır. Zaman
aslında bitmiştir. Biten zaman insanın evrim ve tekamül
basamaklarında rüştünü ispatlayacağı ve kendi içinde birlik
bütünlük içinde olacağı mekanları yaşayarak “yaratacağı”
zamanların başlangıcıdır.
Nefsi dünyada aslında kimse idare
etmez.
Sadece manipüle edilerek yol
gösterilir. Nefs zaten hazırda beklemektedir.
Açtır her an bir şeylerle beslenmesi
gerekir. Maslov’un ihtiyaçlarındaki temel sıralama çok masum
kalabilir bunun yanında.
Ve dünyadaki yiyecek piramidinde ilk
sırada otlar vardır.
Sonrasında otları yiyen hayvanlar
vardır.
Ve hayvanları yiyen insanlar.
Peki, insanın sorası geliyor,
“insanları kim yer ? Ve insanlar nasıl “yenir?”
Şimdi biz insanoğulları hayvanları
nasıl yersek ve hayvanları beslenme zincirimize katmak için
dünyada nasıl bir düzenek kurduysak, aynı düzenek ve oluşum
insanları yemek içinde dünya sisteminde kurulmuş mudur
bilinmez.
Tabii ki insanı yemek daha incelikli
ve çetrefilli bir konu olsa gerektir, Çünkü insan hayvana göre
daha zeki ve daha komplikedir.
İnsan “zekasından(?)” dolayı sınıflara
bölünmüştür, detaylı planlar yapmayı gerektirir. İnsana
sunulan “havucun” daha zengin ve özgün olması, kişiye
özel hissettirmesi gerektirir.
Küresel ısınma dediğimiz olayın,
tüketim toplumlarının yaratılması ile başladığını ve dünyanın
tüm denizlerinin kirletildiğini, yeryüzünün 2100
yıllarda bir çöp planeti olacağını düşünürsek ve dünyanın
nüfusunun yarısının obez olma yolunda yarısının da açlıktan
ölmek üzere olacağını da hesaba katarsak, insanın fiziksel
bedeninin ne şekilde manipüle edilerek “tüketildiğinin”
farkına varmamız daha da kolaylaşır. Üstelik bu fiziksel
bedenin tüketilmesinin sadece bir örneği ve sonucudur. Henüz
duygusal, düşünsel ve diğer içrek bedenlerimizin de
manipülasyonlarla ne şekilde “tüketildiğinin” farkında bile
değiliz.
Ayrıca, dünyadan bana ne
diyebilirsiniz ama dünyanın bedeni ve sizin bedeniniz bir’dir.
Dünya bir top kumaş gibidir, hepimizde
bu kumaşta bir düğümden başka bir şey değiliz. Sizin
sağlığınız herkesin sağlığına sizin refahınız da herkesin
refahına bağlıdır.
Şimdi insan uykuda olduğu için, bu
kadar fakirlik, bu kadar açlık, bu kadar savaş ve bu kadar
ölüm vardır. Çünkü üzerinde olduğu yaşam matrixi delik
deşiktir. Tıpkı bir elek gibidir. Tamir olması için insanın
uyanması, bu kumaş üzerinde tahribata neden olan ne ise bu
“hastalığı” temizlemesi gerekmektedir. İnsanın, goblendeki
diğer düğümlerle olan birliğini görmesi ve bütününe sahip
çıkması gerekmektedir. İşte o zaman bolluk, bereket, ışık,
çiçek, şifa ve düşünebileceğimiz tüm muhteşem “düşler” bizimle
olacaktır.
Kısacası nefsimizin gelişmişlik
düzeyine veya entelekt kapasitesine kadar her şey organize ve
ince bir şekilde nefse sunulur.
Bunları düşünce ve inanç çiftlikleri
olarak adlandırabiliriz.
Düşünce ve inanç çiftlikleri,
insanoğlunun hapishanesidir. Veya sınırları.
Çünkü buradan dışarı çıkmak her
babayiğidin harcı değildir.
İnsanlar, takıldıkları düşünce ve
inanç kalıplarına göre avlanırlar ve can enerjilerini çeşitli
katman ve düzeylerde, bu sözler dizininin ifade bulduğu her
yerde ve şekilde “heba” ederler.
İnsanın can enerjisi, hayat enerjisi,
ayrılık kabusundan tükenmektedir.
Çünkü insan, kendisi dışındaki
dünyadaki diğerlerinden ayrı olduğu yanılgısı içindedir.
Tüm bu düşünce çiftlikleri de insanın
“ayrılık” duygusunu kuvvetlendirmek ve kronikleştirmek üzerine
yapılanmıştır.
İnsanın en derin ruhsal acısı, ayrılık
üzerinedir. Tanrıdan ayrılık, anadan ayrılık, sevgiliden
ayrılık, dosttan ayrılık, ayrılık, ayrılık…
Ve İnsanın en derin özlemi ve hasreti
de ayrıldığına kavuşmak ve bütünlenmektir.
İnsan, daima bir yere ve bir
şeye ait olurken hep diğerlerinden ve diğer şeylerden ayrı
düşmektedir.
Ve aslında her zaman çıkmak
istediğiniz o hapishanenin duvarını kalınlaştırmaya hizmet
etmekten başka bir şey yapmamaktasınızdır.
Düşünce ve inanç çiftliklerinden
kurtulmanın yolu içsel olarak özgürleşmekten geçer.
İşte insanlığa indirilen tüm din
kitaplarının, tüm öğretilerin, velilerin ve bilgelerin
anlattığı ve yolunu işaret ettiği bu “içsel özgürlük” yoludur.
Ama biz içsel özgürlükle, tv
reklamlarında ve süptil yayınlarda kullanılan “anda
yaşa, hayatı yaşa” özgürlüğünden bahsetmiyoruz.
Özgürlük, dünyada en çok manipüle
edilmiş ve gerçek olduğu anlamdan saptırılmış bir kelime
olmakla birlikte başka bir yazımın konusudur. Bildiğimiz
anlamda özgürlük her istediğimizi yapmak demek değildir.
Ayrıca her istediğimiz, “ne kadarı
bizim istediğimizdir?” bu da bilinmez.
Mesela diyebiliriz ki, içsel
özgürlüğüne ulaşma yolunda olan insanın, kendini diğerleri
sandıklarından ayıran “blokajları” çözülür, bunu perdelerin
kalkması izler ve içsel özgürlüğün gözü açılır ve gerçek bir
“bakış” doğar ve birey gerçekten görmeye başlar.
Neyi görür, tüm dünyanın tek bir
insanlık varlığından oluştuğunu.
Bizler genelde varlık deyince hep
insan şekli gelir aklımıza. Aslında insan şekil değildir,
insan bir bilinçtir.
İlahi Alem dünyadakilere lütfettiği
için insan şeklinde “illüzyonu deneyimlemesine” izin
vermiştir.
Gerçekte insan henüz anne
karnında düş gören bir “çocuk bilinç” olduğu için, daha Hakiki
dünyasına doğmamıştır.
Rüyada, uykudadır ve kabus
görmektedir.
Gerçi yakında anneden ayrılacak ve
dünyasına bir şekilde doğacaktır ama artık bu ayrılık
yanılsamasından dolayı gördüğü düşlerden sonra sağ salim mi
doğar yoksa yine düşer mi bilemeyiz.
Hak yolunun yolcusunun temennisi ve
eyledikleri; insanın kardeşlik ile birlik bütünlük içinde,
kendisi ile ve çevresi ile sulh olması ve Hakikaten “Hakiki
Hayatına” doğması, yaşaması ve yaşatmasından başka bir şey
olamaz.
Bunun da yolu benim senin değil,
hepsini bırakmaktan ve durmaktan geçer.
Bütün sesler susana ve içinizden
sessizlik, dışınız sandığınız “iç aynanıza” taşana kadar
fiziksel anlamda, duygusal anlamda ve zihinsel anlamda
durmaktır.
DURMAK
Durmak sakinlik verecektir.
Durmak kalbinize işaret vermektir.
Durmak, hazır ve nazır O’na teslim
olmaktır.
Düşünce çiftliklerinde olanlar
duramaz. Çünkü orada “av” inançlardan birisi, hareket
berekettir.
İllüzyonda, her kelime kendi
manasından sapmış ve manipüle edenlerin elinde kendi
istedikleri manipülatif anlamları yaratmak için
kullanılmaktadır. Mesela sevgi, aşk, hayat, an, devrim, insan,
disiplin, kader, ışık v.s ve daha birçokları gibi kelimler
özellikle ve insanoğlunun kullandığı her sözcük de hemen hemen
kendi gerçek anlamının dışında kullanılmaktadır.
Bunun yol
açtığı pekçok sonuç vardır. Sonuçlardan birisi, bu kelimeler
kendi gerçek anlamlarının dışında kullanıldıklarında ve bu
uzun süreli bir manipülasyon ise artık bizim kalbimizi
titreştirmez. Kalbimiz söylenen kelime ile titreşmez ise, biz
sözcüklerden oluşan bir illüzyonda yaşar gideriz.
Nasıl ki çok susamış birine
“su” dediğimizde susuzluğunu gideremiyorsak, kalbimizde
“gerçek manasını içermeyen sözcüklerden” titreşemez ve bizler
can denizinde “cansız” kalırız. Can enerjilerimiz “tüketilir”.
Bunları her kim kullanıyorsa da,
vebali kendi boynunadır. Elbette bu dünya da gördüğümüz şey
değildir.
Aslında “hareket berekettir”, Hakikat
Alemine ait bir süreci tanımlayan bir hal ile ilgiliyken,
düşünce çiftliklerinde bu söz dizini halinde manasından
soyulmuş ve çarpıtılmış insanlara sunulur.
“Hareket berekettir “, neden çünkü
insanlar bir yerlere manipüle edileceklerdir, alış verişe,
tüketime, zevke, çılgınlığa.
Aslında yemenin içmenin zevkin
hiçbirisi kötü değildir. Şer olan, bunların kötülüğün ortaya
çıkması için kullanılmış olmasıdır.
Biz, insanlar için bize acı
veren kötüdür. En büyük acımız olan ayrılığın yaratılması
için, bizi bizden, bizi diğerlerinden, karadeşlerimizden ve
bizi bütünden ayırmak için yapılanlardır.
Yoksa neden dünya insanı üzerinde
bulunan 7 milyar insan bu kadar ayrı, bu kadar acı içinde ve
bu kadar yalnızdır ki?
Neden bütünleşememekte, neden
sınırları kaldıramamakta, neden birbirlerinin can
enerjilerinin transferine hizmet etmektedirler?
İnsanı kim yer?
İnsan gerçek anlamda özgür olana
kadar, insanların can enerjileri bir şekilde tüketilir.
Tutsaktır.
İnsan hapishanesinden kurtulabilir mi?
İnsan gerçek özgürlüğün ne olduğunu
deneyimlediğinde,
ne hapishane kalır ne kapı.
Özgürdür.
|