|
|
................... |
|
................... |
HELEN
KELLER |
04.11.2006 |
|
YEMUZ
Nevzat Tarakçı |
................... |
................... |
Tüm dünyaya, cesaret ve inancın
sınırının olmadığını gösteren kör, sağır ve dilsiz bir pedagog.
Bir mücadele insanı.
Bakan körler, işiten sağırlar ve konuşan dilsizlerle dolu bir
dünyada o, gören bir kör, duyan bir sağır ve kendini ifade
edebilen bir dilsizdi.
O, engelli olmamasına rağmen
“görmeden, duymadan” yaşayanlara şöyle sesleniyordu:
“Yalnızca üç gün daha görebileceğinizi düşünün.
Nasıl tüm ayrıntıları gördüğünüzü
anlayacaksınız.“
“Üç gün daha işitebileceğinizi
düşünün. Her bir sesin, her bir notanın nasıl özlemle ruhunuza
dolduğunu göreceksiniz.”
“Yaşanacak üç gününüz kaldığını düşünün. Yaşamın tüm saniyelerini
nasıl özlemle yaşadığınızı göreceksiniz."
Helen Keller 1880 yılında doğmuş Amerikalı bir pedagogdu. Onu
diğer pedagoglardan farklı kılan şey neredeyse doğuştan
diyebileceğimiz kör, sağır ve dilsiz olmasıydı. İki yaşında
geçirdiği ateşli bir hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma
yeteneğini yitirmişti.
Çevresindekileri anlamaktan ve onlar tarafından anlaşılmaktan
yoksun karanlık, sessiz bir dünyanın içinde kalmıştı.
Keller’in hayatı, yedi yaşındayken yaşamına giren bir öğretmenle
değişti. Kendisi de bugün yaptıklarıyla bir efsane olan öğretmen
Anne Sullivan, Keller’in yaşamının dönüm noktasıydı. Bu iki insan
iletişim kurmanın güzelliği ile hayatlarına bambaşka anlamlar
katmakla kalmadı, birlikte keşfettiler yeniden hayatı.
Bayan Sullivan, ümit etme ve uzağı görebilme yeteneğine sahip
büyük bir insandı. Sabrı ve sevgisiyle bu küçücük çocuğa
karanlıktan aydınlığa giden yolda rehberlik yaptı. Sullivan’ın
kendisi de kör sayılırdı. Çok az görme yeteneği vardı. Sullivan’ın
Helen Keller’e verdiği eğitim ona sadece okuma, yazma ve konuşmayı
öğretmekle kalmadı, normal bir eğitim almasını da sağladı.
1900 yılında, yirmi yaşında girdiği Radcliffe Kolejini, normal
öğrenciler gibi dört yılda ve takdirnameyle bitirdi.
Peki, neler yaptı Helen Keller?
Neler yapmadı ki, çoğumuzun yapamadığı başaramadığı şeyleri
göremediği duyamadığı ve konuşamadığı halde başardı.
Yelkenliyle gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan, bisiklete
binen, tiyatroya, müzeye giden, parmaklarının ucuyla dünyayı
keşfeden, Latince, Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça okuyup
konuşabilen, duymadığı halde sesine yön ve güç vererek konuşmayı
beceren bir insandı.
Helen Keller tıpkı öğretmeni Anne Sullivan gibi hayatını kendisi
gibi ışıktan ve sesten yoksun olanlara adadı. Bunu, yaptığı
konuşmalar yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla başardı Aynı
zamanda çeşitli organizasyonlarda görev aldı. O, azmin ve zaferin
abidesidir.
O, insan beyninin gücünün de canlı bir örneği.
Helen’in başardığı her şey, beynin, kullanıldığı takdirde
olağanüstü kapasitesinin olduğunu gösteren bir mucizenin
ifadesiydi.
Bakan körler, işiten sağırlar ve
konuşan dilsizlerle dolu bir dünyada o gören bir kör, duyan bir
sağır ve kendini ifade edebilen bir dilsizdi. Azmiyle,
yaptıklarıyla, bıraktığı eserleriyle milyonlarca insana esin
kaynağı ve başarı örneği oldu.
Bedensel ve zihinsel hiçbir engeli ve özrü olmayanların şikâyete
hakları var mı?
“Yapamıyorum, başaramıyorum!” diyebilir miyiz buna rağmen?
Görmenin, işitmenin ve
konuşabilmenin ne kadar büyük nimet olduğunun farkında mıyız?
Hakkını verebiliyor muyuz bu değerlerin?
Kör, sağır ve dilsiz birinin mücadelesi yeteri kadar etkili bir
örnek değil mi bizler için?
Dilimiz, kültürümüz, gençliğimiz adına yapabileceklerimiz
konusunda bizi ateşlemiyor mu?
Acıtmıyor mu yüreğimizi?
Kanatmıyor mu vicdanımızı?
Kızartmıyor mu yüzümüzü?
Biz görebilen, işitebilen,
konuşabilenler, istersek neler yapamayız ki!
Yeter ki hayatın gayesini doğru tahlil edelim, hayatı doğru
anlayalım onu doğru yaşayalım.
Zaman zaman bizlerin, başarısızlık için ileri sürdüğü bahaneler de
bahanemi Allah aşkına?
“Hayat ya cesaretle göğüslenecek bir serüvendir ya da bir hiç. "
* Kaynak:
Bütün
Dünya Dergisi
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|