|
|
................... |
|
................... |
İNANIN
DURUM ÇOK CİDDİ! |
06.01.2007 |
|
YEMUZ
Nevzat Tarakçı |
................... |
................... |
Soğuğun, açlığın, yoksulluğun, acının,
sancının, kavurduğu insanların yaşadığı bir yerde; bizler sıcacık
odamız, tatlımız, çorbamız, hoşsohbet eşimiz ve çocuklarımızla
mutlu muyuz yeteri kadar?
Ne yazık ki, çoğumuz etrafımızdaki bu acı manzara karşısında ya
paramızın ya da vaktimizin olmadığı gerekçesiyle duyarsızız.
Doğrudur, çoğumuzun çok parası olmayabilir. Bir kısmımız da çok
yoğun çalışmaktan zamanı olmayabilir.
Ya vakti çok olanlar!
Ya maddi imkânı olup bu çaresizlerden haberdar olmayanlar.
Ya bu konuda ihtiyaç sahiplerine katkı için fikir yürütebilecek
insanlarımız!
Hayatı ve toplumu çok iyi tanıyan büyüklerimiz!
Yılların yorucu yüksek temposunu geride bırakmış, çocuklarını
meslek sahibi yapmış, hayatının olgunluk dönemini yaşayan emekli
ağabeylerimiz var.
Kısmen rahatlığa kavuşmuş, deneyimli, geniş zamanı olan bu değerli
büyüklerimizden toplum olarak bu hassas konular için gereği kadar
yararlanabiliyor muyuz acaba?
Derneklerimizde masalarda sıkça rastladığımız bu ağabeylerimiz
gurur kaynağımız hepimizin. Fakat bu kadar bol zamanı olan, bu
kadar zengin tecrübeye sahip, sağlıklı, dinç büyüklerimizi
gördükçe “ Bu enerji böylesine boşuna harcanmamalı!” diye
düşünmeden edemiyor insan.
İşsizlik ve yoksulluktan, maneviyatsızlıktan, kültür
karmaşasından, kimlik arayışından bunalımları yaşayan gençlik
karşımızda dururken, bizler, bir şeyler planlamadan bir şeyler
yapmadan nasıl boş durabiliriz?
Allah aşkına bu ilgisizliği kim kavrayabilir? Kimin idrakine sığar
bu durum?
Üniversite gençliğimizin azımsanmayacak kısmı soğuk öğrenci
evlerinde açlık ve tokluk arasında kıvranırken,
Yurtlarda kalan gençler aile sıcaklığına hasretken,
İstikbal vadeden pırıl pırıl gençlerimizden bir kısmı
parasızlıktan, kara kara düşünürken,
Her an kötü alışkanlıklara kapılma riski artarken.
Ailelerinden zamanında harçlıkları gelmeyen, bu kötü çarşı pazar
ortamında yanlış yapma riski gün geçtikçe artan, daima yanlışa,
kötüye teşvik edilen dünya güzeli genç kızlarımız varken,
Hangi insan, hangi emeklimiz boş zamanının tamamını masa başında
harcayabilir? Rahat rahat oyununu oynayabilir?
Yürekler burkulmaz mı, vicdanlar sızlamaz mı?
Kim bu vahim durum karşısında “ Bana ne!” diyerek huzurla
oturabilir?” Bu rahatlık hangi vicdana sığar?
Ne yapılabilir peki?
Evde veya dernekte geniş zamanı olan o güzel ağabeylerimiz somut
olarak ne üretebilir, bizler ne yapabiliriz?
- Uzak yerlerden gelip yurtta, evde kalan gençlere sahip çıkılamaz
mı?
- Ciddi maddi imkânsızlık içinde kıvranan gençlerle, yardımsever,
imkân sahibi kişiler arasında köprü olunup bu gençlere ufacık da
olsa maddi imkân sağlanamaz mı?
- Gurbet acısını yaşayan, anne baba özlemiyle tutuşan, sıcak
bir çorba hayalini kuran gençlere ayda bir bile olsa aile
ortamında sıcak çorba ve çay imkânı oluşturulamaz mı? Onlara
kısmen de olsa anne baba sıcaklığı hissettirilemez mi?
- Gençlerimizin derneklere yoğunlukla uğradığı zamanlarda doğal
ortamlar oluşturularak onlara moral verilemez mi? Onların sahipsiz
olmadıkları hissettirilemez mi?
Deneyimleri aktarmak, kültür akışını sağlayabilmek için beş on
dakika ayrılamaz mı onlara? Bu sayede gençliğin acısına, sancısına
ortak olunamaz mı?
- Evlerde zor şartlarda, yakacaksız, yiyeceksiz, kalan gençlere
çok mütevazı bile olsa destek verilemez mi?
- Özellikle genç kızlarımıza sahip çıkılamaz mı? Onlar nadiren de
olsa öz kızımız veya yeğenlerimizle birlikte bazı akşamlar
evimizde ağırlanamaz mı?
Bunlar çok para mı istiyor?
Yoksa çok emek mi?
Değilse büyük risk mi var?
İyi Çerkesliğin çok konuşmak, çaka satmak, lafla toplumları
kurtarmak, okey masalarında devletler kurmak olmadığını
anlamalıyız artık.
Bay, bayan, çalışan, emekli herkesin imkân ölçüsünde, en önemlisi
lafın ilerisinde yapabileceğimiz bir şeyler vardır mutlaka.
Zamanını vermek.
Emeğini katmak.
Tecrübesini aktarmak.
Varsa, küçücük maddi katkılar sağlamak.
İmkân sahipleriyle, imkânsızlıktan kıvrılanlar arasında köprü
olmak.
Yılda birkaç kez bile olsa sıcak yuvamızı açarak, akşam çorbasını
paylaşmak muhtaçlarla.
İnanın etrafımızda vakıf adına, mensubu olduğu cemiyeti adına,
öyle fedakârlık yapan emekliler veya çalışanlar görüyoruz,
tanıyoruz ki duygulanmadan edemiyor insan.
Ya bizler?
Çalışanlar?
İmkân sahipleri?
Emekliler?
Anne babalar?
Yoksa her birimiz gemisini kurtaran kaptanlar mıyız?
Yoksulluğun, açlığın, acının, sancının, sefilliğin olduğu yerde;
sıcak odamız, sıcacık çorbamızla hoşsohbet eşimiz ve
çocuklarımızla mutlu muyuz yeteri kadar?
Değilse, “Bu ortamda bana da fedakârlık düşer, hem de şimdi!” mi
diyoruz? |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|