...................
...................
FARKINDA MIYIZ SAHİP OLDUĞUMUZ DEĞERLERİN?
13.01.2007
YEMUZ Nevzat Tarakçı
...................
...................
Yüzler gülüyor. Çaylar içiliyor, tatlılar yeniliyor. Bayram neşesi olabildiğince sinmiş ortama. Sohbet koyulaşıyor. Konuşmalarda konu yavaş yavaş toplumsal övünmeye geliyor. Çerkeslerin asaleti, zarafeti, dürüstlüğü, giyim ve kuşamı, birliktelikleri… 

Odadaki herkes memnun gibi ortamdan. Sadece bir kişi isteksizce katılıyor sohbete ve Çerkeslerin olması gerektiği yerde olmadığını vurguluyor. “Esnaflıkta, siyasette… Olmamız gereken yerde değiliz!” diyor. Gerekçesini de toplumumuzun, paranın ve zamanın önemini yeteri kadar kavrayamamış olmasıyla açıklıyor.

Kafasını sallayarak bu görüşü onaylayanlar var, tepkisiz kalanlar da reddedenler de… 



Ve görüşler derinleşiyor yavaş yavaş: 

- Ben uzun yıllar köylerde kasabalarda görev yaptım. Çerkes’i ve Çerkesliği hiç duymamışlardır dediğim bu uzak köy ve kasabalarda hayretle hep şunu duydum. Ailece birlikte olduğumuz ortamda köydekiler çocuklarına şöyle derlerdi:

Bak yavrum, bunlar Çerkes, bunlar bağırıp çağırmadan konuşurlar, anlaşırlar, küfür bilmezler. Büyüklerinin yanında oturup kalkmaları çok farklıdır bunların. Siz de bunlara benzemeye çalışın, bunlar gibi olun ha!” 



- Yıllar önce köyümüze siyasiler gelmişti. Şöyle bir dolaştılar köyü. Gezdiler bahçeleri. Sokak arasından geçip çay içeceğimiz eve doğru ilerlerken milletvekillerinden biri heyecanla şöyle dedi: “Yahu kardeşim hayret ediyorum ben, köyde affedersiniz hiç koyun, keçi, sığır yok mu? Bu sokaklar bu yerler nasıl bu kadar temiz. Bunun nedenini bana bir açıklar mısınız?

“Bitişiğinizdeki diğer köylere gidiyoruz durum çok farklı. Bu Çerkez köyleri niye bu kadar temiz ve bakımlı? Siz ne kadar farklı bir topumsunuz!”



- Ben de uzun yıllar önce bir dağ köyüne düğüne gitmiştim. Çerkes olduğumu bildikleri için laf döndü dolaştı bana geldi. Sohbete katılanlardan biri:

“Arkadaşlar, bilir misiniz Çerkesler hep ata biner. Şu ana kadar ben eşeğe binen bir Çerkes görmedim. Eğer bu Çerkes arkadaşımız şu eşeğe binip şu yoldan köyün ortasından geçerse, şu sürüdeki en büyük koçu hediye olarak vereceğim ona.”  

Şaşırmıştım, ne yapmamı, ne dememi bekliyorlardı acaba? Cidden ne yapmalıydım? Nasıl davranmak doğru olurdu? Farkına varmadan şu sözü söylemişim:

“İnanın koçu değil o sürüyü verseniz binmem ben o eşeğe. At varsa getirin!”




- Çerkes damadıyım ben. Yıllar önce şehir merkezinin kalabalık caddesinde amcamın mağazasında oturuyoruz. Sohbet ortamı var, çaylar yudumlanıyor. Amcam, caddeden geçen, yaşlı ama dimdik yürüyen, tiril tiril giyimli, günlük tıraşlı birini göstererek:

“Bunu tanıyor musun?” dedi.

Yanındaki beyefendi:

“İlk defa görüyorum, ama mutlaka Çerkes’tir o!” yanıtını verdi.

Nasıl, niçin derken amcam, yoldan geçen beyefendinin yanında buldu kendini ve davet etti mağazaya beyefendiyi.

Sordu yaşlıya:

“Merek ettim bağışlayın beni. Her gün aynı saatlerde buradan geçiyorsunuz, her gün ütülü pantolonlu ve günlük tıraşlısınız bu yaşta bu titizlik ilgimizi çekti, siz kimsiniz, sizinle tanışabilir miyiz?”

Yaşlı beyefendi, asil duruşu ve sempatik tavırlarıyla sıcacık çayını yudumlarken hayran bakışlar arasında konuşmasını sürdürdü:

“Ben emekliyim, uzun yıllar oldu görevden ayrılalı. Fakat şükürler olsun sağlıklıyım. Çocuklarımın hepsi görevleri başında, bana ihtiyaçları kalmadı. Biraz ilerdeki sokakta bizim Kafkas Kültür Derneği'miz var. Benim gibi zamanı bol, sağlığı yerinde olan üç beş arkadaş dernekte bir araya geliyor, kahvelerimizi içiyor, sohbete, muhabbete dalıyoruz. Çocuklarımızın bize ihtiyacı kalmadı ama aç, susuz, odunsuz, kömürsüz, harçlıksız çok zor şartlarda okumaya çalışan gençler var etrafımızda. Birileri el uzatmalı onlara. Onlara yardımcı olmak zorundayız.

“Müsait olduğumuzda bir araya geliyor, ana babalarından uzak, gurbette sıkıntılarla yaşamaya çalışan bu kişiler için ne yapabiliriz, onlara nasıl maddi manevi destek verebiliriz, konularını konuşuyoruz. Fikirler üretiyoruz. Az da olsa elimizden gelen desteği sürdürmeye çalışıyoruz, karınca kararınca.”

Ve konuşmasını titrek sesiyle, yutkunarak, nefesi sıkışarak sürdürdü:

“Ne dersiniz, emeklinin de esnafın de yaşlının da gencin de zenginin de fakirin de insanlık adına toplumu, kültürü için yapacağı bir şeyler vardır mutlaka değil mi?”