İşin kolayına kaçtık. Suçu başka yerde
arar olduk. Sonunda suçluyu da bulduk.
Başının eğdi suçlu ve başladı
anlatmaya:
Aradığınız suçlu benim!
Ben işledim bütün suçları. Birer
masumsunuz sizler!
Hiçbir günahınız yok!
Dedim ya, günahkâr da benim, suçlu
da!
Suçlu karşınızda.
Kimse vicdan azabı çekmesin.
Sütten çıkmış ak kaşıksınız sizler.
Rahat olsun içiniz.
Siz, gecenizi gündüzünüze
kattınız.
Elinizden gelen her şeyi
yaptınız,
Yapmaktasınız da!
Kalbiniz, toplum ve kültür
sevgisiyle atmakta!
Tek düşünceniz bu güzel kültürü
yaşatabilmek, güzel bir gençlik yetiştirebilmek.
Siz bu ideal için yemiyor, içmiyor,
maddiyatınızı ve mesainizi buna harcıyorsunuz.
Derneklerde proje üstüne proje
üretiyorsunuz.
Rüyalarınıza giriyor her daim
gençliğimiz ve geleceğimiz.
Her yönüyle mükemmel bir Kafkas
toplumu oluşturmak, bu toplumun mutluluk ve huzurunu sağlamak
yegâne hedefiniz!
Birlik, beraberlik için
sarsılmaz bir inançla, gece gündüz çalışıyorsunuz.
Başarılarınıza başarılar
katıyorsunuz!
Düşüncelerinizi yaşıyor,
davranışlarınızla haykırıyorsunuz.
Dernek aidatlarını eksiksiz ödüyor,
az konuşuyor, çok iş yapıyorsunuz.
Kimsenin arkasından konuşmuyor,
dernek yöneticilerine her konuda destek veriyorsunuz.
Birikimiyle örnek olmuş
büyüklerden, hakkıyla istifade ediyorsunuz.
Onların, yazılarını okuyor,
öğütlerini dinliyor, onları anlamaya çalışıyor bu güzel insanlara
her zaman destek oluyorsunuz.
Thamadeleri gereği gibi dinliyor
onları sayıyorsunuz.
Gençliği anlıyor, gelecek hakkında
ümidinizi koruyor, hoşgörünüze güveniyorsunuz.
Yapıcısınız, “kalp kırmak mı?”
yok kitabınızda.
“Yıkıcı eleştiriler” olmaz
hayatınızda.
Ama sizi görmek düşüncelerinizi
anlamak istemeyenler var!
Bunlar, misyonerler, ajanlar,
Rus yanlıları, dinciler, karamsarlar, kötümserler, dinozorlar…
İşte ben onlardan biriyim ve hatta
tek başıma sorumluyum; yani suçluyum?
Suçluyum ben!
Siz, “ kültürüm, dilim, gençliğim!”
diyip çırpınırken ben tatil programıyla meşguldüm.
Siz, samimiyetle konuştunuz,
inandıklarınızı yazdınız, güzellikleri paylaştınız.
“Kendini kurtaramayanlar Çerkesliği
kurtarmaya kalkmasın!” dediniz.
Dernek aidatlarını fazlasıyla
öderken, dergilerimize, gazetelerimize abone olmak için heyecan
yaşarken, evlerinize çocuklarınızı bu kültürle yetiştirebilmek
için kütüphane kurarken ben dernekte dumanların içinde okey
oynuyor, tavla atıyordum.
Siz, ev ev, salon salon davanızı
anlatma gayreti yaşarken, ben, klavye başında vatan kurtarıyor,
yiğitlik yapıyor, sizlere sataşıp duruyordum.
Sizler, en samimi ve en kapsamlı
şekilde dönüşü değerlendirirken , “Ata vatanın özel durumunu
bilmeyenler, bu konuda sağlıklı bilgiye sahip olmayanlar
konuşmasın, yazmasın!” derken ben hep esiyor gürlüyor, geçici
heveslerle kırıp döküyordum.
Sizler, 21 Mayısın hüznünü
hücrelerinizde yaşarken, bu tarihler benim için hiçbir anlam
ifade etmiyordu.
Siz, “Rus düşmanlığı veya Osmanlı
düşmanlığı bize değer katmaz, rehberimiz, sevgi, dostluk ve barış
olmalı!” derken, ben savaş naraları atıyordum.
“Uzlaşmacı olmak, geleceği
koklayabilmektir, marifettir!” söyleminizi kavrayamadım.
“Yüreklere basmayalım!” dediniz.
“Sorumluluk yüklenelim zira
sorumluluk erdemdir, fazilettir, cesarettir!” dediniz.
Onurlu olalım, başımız dik duralım,
mikro milliyetçilik, bizi sülaleciliğe, aileciliğe, ferdiyetçiliğe
götürür, dediniz.
Ferdiyetçiliğinse ayrışım yolunun
taşlarını döşemek olduğunu vurguladınız.
Hep, derneklerimizdeki potansiyel
güçten layıkıyla yararlanma formülleri yaptınız.
“ Aman gençlik, aman gençlik!”
dediniz. Gençliğin olmadığı yerde geleceği konuşmanın
anlamsızlığını vurguladınız.
Gençlerimiz daha çok okusun,
büyüklerimiz daha anlayışlı olsun istediniz.
Siz, “ Bakın etrafımıza, bakın
samimi insanların yaptığı çalışmalara, bakın binlerce öğrenciye
hizmet eden yurtlara, okullara, hizmet evlerine!”
“Bizler hangi başarının gururunu
yaşıyoruz.”
“Kaç büyük hizmet binamız var.”
“Biz niye onlar gibi imkânlarımızı
birleştiremiyoruz?”
“Neden projeler sözde kalıyor?
“dediniz.
Uykularınız kaçtı, sıkıntılarda
boğuldunuz gençliğimize imkân tanıyamamadan.
Bense hep gençleri suçladım.
Gençler vefasız dedim. Anlayışsız
dedim, duyarsız dedim.
Siz, durmadan güzel şeyleri
hecelediniz, beyin fırtınası oluşturdunuz ama ben sizi
anlayamadım, size katılamadım, karşınızda oldum hep!
Siz, Çerkes toplumlu olarak
ellerimizi tutuşturup yüreklerimizi birleştiremezsek bu yolda yaya
kalacağımız söylemini her fırsatta haykırdınız.
Dilimizin göz göre göre, dilim
dilim doğranmasına, parçalanıp yok olmasına seyirci
kalmayacağımızı anlattınız.
Üyelerimiz, yöneticilerimiz, daha
fazla sabırlı, hoşgörülü ve uzlaşmacı olmalılar derken, ben
kavgacı kişiliğimi biledim, cahillik, kıskançlık ve hasetle
şeytanın avukatlığını yaptım.
Gerçekleri çarpıttım,
inanmadıklarımı söyledim, hakikati eğdim, büktüm, olmayanı, olur
göstermedim.
Suçum saymakla bitmez ki…
Daha ne çok suç işledim!
O ne?
Arkanızı döndünüz…
Yoksa itiraflarımı inandırıcı mı
bulmadınız?
O halde, gerçek sorumluları
biliyorsunuz!
Peki, niçin hep susuyorsunuz?
“Sorumluluk yüklenmek erdemdir,
fazilettir, cesarettir!” demiştiniz!
“Samimiyet en büyük gücümüz
olmalı.” diyordunuz.
Hani? |