Çerkes toplumunun
hüzün tarihi yaklaşıyor. 21 Mayıs etkinlikleri için derneklerimiz
yoğun hazırlık içerisinde.
21 Mayısları anmak yetmez, anlamak lazım.
Anlamak da yetmez, anlatmak
lazım.
Anlatmak da yetmez, 21 Mayısların
ruhunu yaşamak lazım.
Bu nedenle, bu önemli tarihin en
iyi şekilde değerlendirilmesi gerek.
Çile insanlarını anmayı, anlamayı,
anlatmayı görev bilmeliyiz.
Şairin dediği gibi:
Biz istersek dağları un
Demiri yün
Kılıcı kın ederiz
Biz istersek dikeni gül
Nefreti kül
Yüreği tül ederiz
Biz seversek geceyi gün
Bugünü dün
Sevdayı düğün ederiz
Tarihinde, yazılı olmayan hukuk kurallarıyla (xabzeleriyle)
yaşayan, dünyada hapishanesi olmayan belki tek halk olan bu
kültürün temsilcileri, şimdi dünya coğrafyasında alabildiğine
dağınık.
Gelenekleri, hayat felsefeleri
farklı bu güzel insanların kültürleriyle yaşaması lâzım. Bu,
insanlığın bir zenginliği değil mi?
Bu farklılığın yok olması kime ne
kazandırır, kimi sevindirir?
21 Mayıs, hüzün tarihi! Çerkes
toplumu için acının, hüznün ve bölünmüşlüğün kara tablosu.
Efsaneler ülkesi, yaralı cennet
köşesi mahzun bekliyor.
Kuban mahzun, Terek mahzun…
Elbruz sağına bakıyor, soluna
bakıyor.
Psıj, eski neşesinden uzak, durgun
akıyor.
Ateşi, cennetten alıp insanlara
getirdiği için cezalandırılan Sosrukua Kafkas dağlarında
zincirlenmiş yatıyor.
Lermontov: “Bu insanlar neden
yurtlarını ve babalarının mezarını terk ediyorlar? Düşman
kuvvetlerinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber
getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!” diyor.
O dönem araştırmacıları ve
tarihçileri, anayurtlarından ayrılmak zorunda kalan Çerkeslerin,
ayrılış sırasındaki çektikleri eza ve cefa için, “insanın bu kadar
acıya nasıl dayandığına şaştıklarını” yazarlar.
21 Mayıs, yürekleri burkan bir
tarih. Şuur ve sabırla, bu kara tablodan neden diriliş tablosu
çıkmasın!
Bu tabloyu iyi okumak iyi anlamak
lazım.
Bu tabloda boğulmamak lazım!
Acı deneyimlerle de olsa
geleceğimize, güzel günlerimize ışık tutmalı bunlar…
Bu tarihlerde tartışılması gereken
şey “Göç mü, sürgün mü, soykırım mı?” sorusu değil. Tartışılması
gereken, “Tükeniş mi diriliş mi?” olmalı.
Kafkas toplumu, dünyanın hangi
coğrafyasında yaşarsa yaşasın kültürel kimliğini koruma çabasından
asla vazgeçmemeli.
Kökleri parçalanan, dalı budağı
kesilen bu ulu ağaç yeni filizlerle bile olsa canlanmalı eski
ihtişamına kavuşmalıdır.
Aşırılıklara kaçmadan, suyu ters
akıtmaya çalışmadan bilinçle, tutarlılıkla sürmeli bu birliktelik
ve yardımlaşma sevdası.
Çerkes adı dünya durdukça hep
zarafetle, iyilikle, saygıyla, onurla anılmalı.
Çerkes, dünyanın neresinde yaşarsa
yaşasın, aynı atadan, aynı kökten gelmiş olmanın bilinciyle,
birbirini sevme, yardımlaşma, dayanışma şuurundan uzak kalmamalı.
Bu güzel toplumun ikinci bir
sürgüne asla tahammülü yoktur.
Unutmayalım, “küllerinden doğan
uluslar vardır!”
O halde anmak yetmez! Acıların,
güzelliklerin, anlatılması, anlaşılması en önemlisi yaşanması
lazım!
Denize, ırmağa siyah çelenkler
bırakılmalı elbette.
Duygusal konuşmalar da olmalı
mutlaka.
Kefken hak ettiği derin anlamını
kazanmalı muhakkak.
Ama bir ileri safhalar
unutulmamalı.
Kaderin acı cilvesiyle alabildiğine
dağınık yaşayan bu duygulu insanlar için dernekler, federasyonlar
bazında ve uluslar arası bazda gerekli girişimler acilen ve
hassasiyetle yapılmalı.
Akıl, mantık ekseninde yapılmalı.
Dayatma olmadan yapılmalı.
Konu, Osmanlı düşmanlığı veya
Rus düşmanlığı ekseninden çıkartılıp sağduyu eksenine yani çözüm
eksenine oturtulmalı.
Akılcı çözümler üretilmeli. Her yıl
mayıs ayı, beyin fırtınalarının doruğa çıktığı günler olmalı.
Samimi çözümler üretilmeli.
Bilinenlerin tekrarından uzak
durulmalı. 21 Mayıslar tekrarlardan ibaret olamamalı.
Gelin bir 21 Mayıs günü
“binlerce yıllık damgamızı vuralım tarihin yüreğine!”
Bu hassas toplantılarda, bu özel
günlerde kimse “Haydin dönüyoruz, tek çözüm dönüştür, şimdi,
hemen!” dayatmasını önerme hakkına sahip değildir. Her şey program
dâhilinde, akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek yapılmalı.
“Yıllar önce taşındığı ilçeden
şimdilerde 20 km mesafedeki köyüne dönemeyen, bunun hesabını
tutturamayan insanımı, sen hangi cesaretle ülkeler dışına taşımaya
çalışıyorsun!” demezler mi?
Ona, “ Benim gibi düşünmüyorsan,
sen iyi Çerkes değilsin! “ diyebilir misin? Bu hakka sahip misin?
Yürek işi, gönül işi, bilinç işi
değil mi bu?
Her dayatma onulmaz yaralar açmıyor
mu?
Açmaya devam etmiyor mu?
Bu da bizi bitirmiyor mu?
Dönüş konusunu, hiçbir zaman
önyargılar, duygusal yaklaşımlarla
karanlık, karışık ve
bulanık hale getirmemek lazım.
Politikamızın temeli
zıtlaşmalar, karşıtlıklar değil, dostluk, sevgi ve barış olmalı.
Yine unutulmamalı: “Türkiye,
Çerkeslerin de vatanıdır.”
Dünya coğrafyasında yaşayan bütün
Çerkesler, ekonomik ve kültürel ilişkilerini sağlıklı bir şekilde
geliştirirse.
İnsanımız, bu şuurla ellerini
tutuşturur, yüreklerini birleştirirse işimiz sanıldığından kolay
olacaktır.
Yapılacak iş bellidir!
O halde… |