Dini hassasiyeti
olanlar, bir zamanlar, Çerkeslik adına olan bitenleri hep geriden
izledi.
Sosyal ve kültürel faaliyetlerde arka koltuklarda
oturmayı yeğledi.
Çok sıcak
değildi faaliyetlere.
Zaman zaman da
vitrindeki söylemler sanki soğuk geldi onlara.
Yoksa dini
hassasiyetle Çerkesliği mi bağdaştıramadılar?
Kültüre gerek
mi duymadılar?
Yoksa “Din
tek başına bize yeter!” mi dediler?
Bu kültürün,
dinle çakışan boyutunun varlığına mı inandılar?
Acaba bu
mesafeli duruşun temelinde yatan gerçek faktör ne idi?
Yoksa 12 Eylül
dönemi siyasi olayların etkisi mi?
O dönemin yer
yer kullanılan uç söylemleri mi?
İçi çok da
doldurulamayan, duygu ağırlıklı, dönüş senaryoları mı?
Dönelim
“dayatmaları” mı?
Kuru, yavan,
soyluluk tavırları mı?
Yoksa bazı
etkili ve yetkililerin inanç konusundaki duyarsızlıkları mı?
Düğünler mi?
“Kaşen”lik mi?
“Fâde” (alkol) mi?
Dini
anlayamama boyutu mu?
Bağnazlık durumu mu?
İşine
gelmediği için dine sığınma psikolojisi mi?
Çerkesliği, tek başına etnik milliyetçilik sanma duygusu mu?
Bu
kesime göre din ve kültür nerede çatışıyordu?
Kültür, dinin gerisinde miydi?
Yoksa
bu kültürün ekseriyetini yasaklayan dini bir emir mi vardı?
İyi bir Çerkes, aynı zamanda vasıflı bir dindar olamaz mıydı?
Yoksa
dini hassasiyete sahip olanlar, karşılarında “Din, ikinci planda
olmalı hatta hiç olmasa da olur!” tavrını sergileyenler oldu da
bunlara tepki olarak mı kültür ekseninden uzaklaştılar?
Kültürel faaliyetleri, yetersiz mi, yoksa bu faaliyetleri gereksiz
mi buldular?
Neden
kendileri bu “yetersizliği” veya “eksikliği” gidermek için göreve
talip olmadılar?
Diğer
taraftan, toplumun iyi Çerkes olarak bildiği kişiler, çoğu zaman
inançlara ilgisiz mi kaldı?
“Çerkeslik başka, din başka şey!” mi denildi?
“İnançlar kültürümüze zarar verir, bize Çerkeslik yeter!”
düşüncesi mi hâkimdi?
Bu
sorular iki taraflı uzar gider.
Kanaatimce, dindarlık asla mani değil Çerkesliğe!
Hele
bu din,
Akıl
diniyse,
Hoşgörü diniyse,
Saygı, sevgi ve estetik diniyse!
Zaten
biz inancımızın özünü anlayıp onu doğru yaşasaydık, kültürümüzün
derinliğini kavrasaydık bu sorunları yaşamazdık.
Dinin
insan kişiliğine katkısını, moral değerlerini nasıl beslediğini,
gönülleri nasıl coşturduğunu bir anlasaydık.
Bir
anlasaydık, dinin gelişmeye ve modernliğe nasıl açık olduğunu.
Evet,
dinimiz ve dinler karşıdır;
Tembelliğe karşıdır.
Kin
ve nefrete karşıdır.
Kıskançlığa karşıdır.
Gönül kırmaya karşıdır.
Bölmeye, ayrıştırmaya karşıdır.
Kabalığa, önyargıya karşıdır.
Güzelliklerden yanadır.
Olgunluklardan, içtenliklerden, sevgiden, samimiyetten, hoşgörü ve
kardeşlikten yanadır.
Biz,
yerer ki bilgisizlik ve bağnazlıktan uzak kalalım.
Bu
mükemmel din ve bu harika kültür asla birbirini reddetmez.
Birbirini kucaklar.
Bu
birliktelik, kalp ve kafa bütünlüğüne sahip güçlü kişilikler
oluşturur.
Bu
birliktelik, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı doğurur.
Kişiliği ve moral değerlerini besler.
Şüphesiz, insan hayatının şekillenmesinde inancın hayati önemi
vardır.
İnanç
sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik alanlarda belirleyici bir
unsurdur.
Din, birçok
sorunun çözülmesine yardımcı olduğu gibi, şiddetin ve toplumsal
travmanın azaltılmasında önemli bir araçtır.
Her toplumda
din müessesesi olagelmiştir.
Bugün,
“dini, halkın afyonu sayan görüş” çoktan yıkılmış, dini yok sayan
rejimler yok olmuştur.
Bugünlerde herkes,
kendi dinine dönüş yolundadır.
Bu tecrübelerle
bir kez daha toplumların dinsiz yaşayamayacağı çok iyi
anlaşılmıştır.
Din ve
kültür, toplumlar için vazgeçilmez ikilidir.
Çerkes
toplumunda da bu ikilinin uyumu, kültürümüze zarar vermek yerine,
fert bazında ve kültür boyutunda toplumumuza ciddi katkı
sağlayacaktır.
Yeter ki din ve
kültür doğru anlaşılsın doğru yaşansın! |