...................
...................
ÇERKES'TEN PAZARCI OLUR MU?  
22.09.2007
YEMUZ Nevzat Tarakçı
...................
...................
Yutkundu, sesi titremeye başladı.

Yüzündeki çile ve ıstırabın oluşturduğu çizgiler belirginleşmişti.

Derinden nefes alarak:

“Sormayın kardeşim! “ dedi.

“Üç çocuğum da fakülteyi kazandı fakat okutamadım. Hatta iki büyük kız dereceyle bitirmişti liseyi. Şimdi kimi açık öğretimde kimi iş arıyor.”

Neden, diye sordum.

İçini çekti, garip bir tebessümle yüzüme baktı:

“Yokluk, yokluk işte! “ dedi.

Yüz ifadesi iyice değişmişti.

Eski günlere dalmış, gözleri kayıp gitmişti.

Belli ki yüreğine gömdüğü çok acısı vardı.

Belli ki parasız çok sıkıntılı gün ve uykusuz çok gece yaşamıştı.

Devam etti:

“Çok az ücretle çalıştığım iş yerinden genç yaşta emekli oldum. Kalabalık bir aileyiz. Bu parayla evi geçindirebilmenin imkânı yok. Çocuklar büyüdükçe masraflar artıyor. İkinci bir işte çalışmak zorundaydım. Aylarca iş aradım, ne olsa yapacaktım.” 

“Yığınla gencin iş aradığı dönemde iş bulmak kolay mıydı? Bulamadım.”

“Çocuklar aç kalmasın diye, sofradan doymadan çok kalktığımı hatırlarım.”

“Geceleri uykularımı kaçıran parasızlığın yanında kızlarımın gelecek endişesiydi. “

“Okul masrafları, harçlıkları ne olacaktı? “

“Çocuklarım bu sıkıntıları hissetmeden büyümeliydi. Tek derdim buydu”.

“Ben çektim, çekiyorum bari onlar çekmesin.” 

“Sonunda mahalle pazarlarında sebze satmaya başladım. Yani pazarcılık yapıyorum. Sağlığım yerinde, çalışmalıyım tabii. Kısa sürede ailemi iyi kötü geçindirmeye başladım. “

“Çocuklar aç değiller açıkta değiller. “

“Fakat rahat değilim. Eşimle dostumla karşılaşmaktan korkuyorum, onlardan kaçıyorum”

“Bu işi nasıl yaparsın, sen Çerkes değil misin? Demelerinden korkuyorum!”

“Çocuklarımın yaptığım işten memnun kalmayacaklarını sanıyor, bunun için çok üzülüyorum.” 

“Pazarın kalabalık olduğu bir gün, ürkek çekingen tavırlarla yanıma yaklaşan, benim yaşlarımda, kalın gözlüklü, hafif sakallı adam: “ Siz Çerkes misiniz?” diye sordu.

Zor bir soruydu.

Sağıma soluma bakarak yavaşça evet buyurun dedim.

Buranın yabancısı olduğunu, kızını üniversiteye kaydettirmek için buralara geldiğini, yardımcı olabilirsem çok sevineceğini söyledi. Mahcup bir tavrı vardı.

Tezgâhı bitişikteki arkadaşa bırakıp pazaryerinden uzaklaştık.

Buradaki derneğin adresini aldığını, tek güvencesinin buradaki duyarlı Çerkesler olduğunu söyledi.

Maddi imkânları oldukça sınırlıymış.

“Kız, illa okumak istiyor, güzel de puan aldı ama… “

Bizi birkaç adım geriden izleyen ürkek, sarışın, uzun saçlı kıza döndüm.

Adının Janset olduğunu söyledi. Kendi imkânlarıyla sınava hazırlandığını, hayalindeki bu okulu kazandığını, ama kayıt işlemleri, kalacak yer ve masraflar konusunda çok sıkıntılı olduklarını mahcubiyet içinde anlattı.

Sarhoş gibi olmuştum. Bu anlatılanlara, bu ruh haline hiç de yabancı değildim aslında.

Yıllardır yüreğime gömdüğüm acılar üzerime gelmeye başladı.  

Derneğin merdivenlerini yavaşça çıktık. Yönetim odasında birkaç yöneticiyle birlikte yedi sekiz kişi çaylarını yudumluyordu.

Sevindim, galiba bu çelimsiz kızın şansı yaver gidecek, diye geçirdim içimden. 

Rasim Bey, kimsenin yüzüne bakamayan ürkek, titrek sesiyle anlattı.

İşsiz olduğunu, sağlığının bozuk olduğunu, iş bulabilirse çalıştığını, kalabalık bir aile olduklarını, yol parasını bile borç alarak kızının zoruyla buralara geldiğini, kızının okumak istediğini, anlattı. 

Zor anlar yaşıyordu. Belli ki her şeye rağmen gururlu bir insandı. Yardım istemek, maddi katkı beklemek çok ağır geliyordu ona.

Aman Allah’ım, bu parasızlık, imkânsızlık ne zor şeydi!

“ Eğer kalacak yeri ayarlayamaz, burs desteği sağlayamazsak ben okutamam kızı. “diyordu.

Rasim Bey konuştukça kanımın çekildiğini hissediyordum. Odadakilerin bakışı, kapı kenarında sandalyeye ilişen, başı eğik, ezik bir halde konuşulanları dinleyen kıza çevrildi.

Derin bir sessizlik yaşandı.

“Hayırlısı olsun, zor iş bunlar!” sözü toplantının son sözleri olmuş, ümitlerse tükenmişti. 

Titriyordum, başımı yerden kaldıramıyordum.

Dağılıyordu herkes.

Ama bu nasıl olurdu?

Ne olacaktı şimdi?

Ya Kafkas Kültür Yardımlaşma Dayanışma Derneği…

Ya her gün bu odada konuşulanlar, devletler kurmalar, ülkeleri kurtarmalar…

Ya her gün namaz sonrası cami avlusundaki güzel konuşmalar…

Ya emekli eğitimcilerin mangalda kül bırakmayan tavırları…

Neden lafın ilerisi yok bizde?

Neden ama, neden?

Ne olacak şimdi bu kızın durumu, bu akşam nerde kalacaksın diye niçin kimse sormadı?

Dernekçilik bu kadar basit mi?

Çerkeslik bu kadar kolay mı?

Ya insanlık? 

Merdivenlerden inmiş sokakta yüz metre kadar ilerlemiştik. Ümitler bitmiş, söz tükenmişti.

Ne sefil kız, ne yaralı baba ne de ben tek kelime söyleyemiyorduk.

Ayak seslerimizde gizliydi adeta yaşadığımız her şey. 

Gölgeler uzamış gün batmaya hazırlanıyordu ki

“Eve gideceğiz!” dedim

Çaresiz adam yutkundu, derin nefes alarak:

“Rahatsız etmeyelim, seni de işinden ettik zaten, hayırlısı olsun… “

O da benim gibi hala titriyor, anlamsız şeyler mırıldanıyordu.

Kız, sırtındaki çantanın ağırlığını daha fazla hissetmiş olmalı ki iyiden iyiye çökmüş bir durumdaydı. 

Evdeyiz. Tanışma faslı bitmiş,  çorbalar içilmiş, çaylar yudumlanıyor. 

Ani bir kararla söze başladım.

Dört kızım var, Janset beşinci kızım olacak.

Şuraya bir kanepe daha koyacağız, sofraya fazladan bir tabak daha gelecek. Rızkı veren Allah’tır.

Sen endişe etme, yarın kayıt işlemlerini birlikte hallederiz, sen de memlekete dönersin, kız benim artık, kardeş değil miyiz biz!  Diyebildim.  

Koca adam, ağlıyordu, gözyaşları artık kontrolden çıkmıştı. Tek kelime edemiyor, dudaklarını kemiriyor, çaresizliğin kıskacında eriyordu. 

Odaya bir yatak ilave edilmiş, sofraya bir tabak daha eklenmişti.

Ben pazarcılığa devam ediyorum, iyi kötü harçlığımı çıkarıyorum. Evde meyvemi sebzemi de eksik etmiyordum. 

Nadiren de olsa pazarda dernek yönetimindeki arkadaşlarla karşılaştığımda heyecanlanır, acaba “Janset’le ilgili bir katkı mı düşünüyorlar” diye içimden geçirirdim.

Oysa her defasında “Yahu Çerkes’ten pazarcı olur mu hiç!” sözüne muhatap olur, benden utandıklarını hissederdim. 

Bu altın kalpli Çerkes kızına istikbal hazırlama konusunda kılını kıpırdatmayan afralı tafralı kardeşlerimin gücü hep bana yetiyordu. Çerkes'ten pazarcının nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bir günden bir güne “ Kardeşim sen çok zor şartlardasın, zaten aileni zor geçindiriyorsun, bir de yabancı bir kızın sorumluluğunu  üstlendin, bu nasıl olur, biz de bir katkı sağlayalım, yükünü hafifletelim!” diyen olmuyordu. 

Yıllar eriyip geçti, tam dört yıl geride kaldı. Jansetin annesi, babası ve biz ailece mezuniyet törenindeyiz.  

Mutluluk fırtınası yaşıyorum.

Pazarcının beşinci kızı mezun oluyor. 

Janset, sevinçten uçuyor. Annesinin gözlerinde gözyaşı, dudaklarında dua.

Babaysa, konuşamayacak kadar duygulu.  

Nihayet Janset kürsüde.  Genç mezun, yetkilinin elinden alıyor diplomasını. Kürsüden iner inmez koşarak kucağıma atılıyor. Birbirimize sarılıyor hıçkırıklarla ağlıyoruz.

Baba ve annede de gözyaşları sel olmuş akıyor.  

Bu sevinç, coşku ve hüzün karışımı tablonun son perdesi de bitmek üzere.

Tören sona erdi, dışarı çıkıyoruz. Büyük kızım koluma girdi. Ağlamaklı bir tonla “Büyük adamsın baba!” dedi. Ve ilave etti: “ Yıllardır mecbur kalmadıkça insanların arasına girmemeye çalıştım. Beni gören herkesin,  “ Pazarcının kızı “ sözü çok ağırıma gidiyordu. Senin, bizim için nelere katlandığını iyi biliyorum ama yine de çevremin etkisiyle senden utandığım günlerim oldu.

“Beni affet baba, ne olur beni affet!”  

Başımı eğdim, yutkundum ve sessizliğe gömüldüm.