Yutkundu, sesi titremeye başladı.
Yüzündeki çile ve ıstırabın
oluşturduğu çizgiler belirginleşmişti.
Derinden nefes alarak:
“Sormayın kardeşim! “ dedi.
“Üç çocuğum da fakülteyi kazandı
fakat okutamadım. Hatta iki büyük kız dereceyle bitirmişti
liseyi. Şimdi kimi açık öğretimde kimi iş arıyor.”
Neden, diye sordum.
İçini çekti, garip bir tebessümle
yüzüme baktı:
“Yokluk, yokluk işte! “ dedi.
Yüz ifadesi iyice değişmişti.
Eski günlere dalmış, gözleri kayıp
gitmişti.
Belli ki yüreğine gömdüğü çok acısı
vardı.
Belli ki parasız çok sıkıntılı gün
ve uykusuz çok gece yaşamıştı.
Devam etti:
“Çok az ücretle çalıştığım iş
yerinden genç yaşta emekli oldum. Kalabalık bir aileyiz. Bu
parayla evi geçindirebilmenin imkânı yok. Çocuklar büyüdükçe
masraflar artıyor. İkinci bir işte çalışmak zorundaydım. Aylarca
iş aradım, ne olsa yapacaktım.”
“Yığınla gencin iş aradığı dönemde
iş bulmak kolay mıydı? Bulamadım.”
“Çocuklar aç kalmasın diye,
sofradan doymadan çok kalktığımı hatırlarım.”
“Geceleri uykularımı kaçıran
parasızlığın yanında kızlarımın gelecek endişesiydi. “
“Okul masrafları, harçlıkları ne
olacaktı? “
“Çocuklarım bu sıkıntıları
hissetmeden büyümeliydi. Tek derdim buydu”.
“Ben çektim, çekiyorum bari onlar
çekmesin.”
“Sonunda mahalle pazarlarında sebze
satmaya başladım. Yani pazarcılık yapıyorum. Sağlığım yerinde,
çalışmalıyım tabii. Kısa sürede ailemi iyi kötü geçindirmeye
başladım. “
“Çocuklar aç değiller açıkta
değiller. “
“Fakat rahat değilim. Eşimle
dostumla karşılaşmaktan korkuyorum, onlardan kaçıyorum”
“Bu işi nasıl yaparsın, sen Çerkes
değil misin? Demelerinden korkuyorum!”
“Çocuklarımın yaptığım işten memnun
kalmayacaklarını sanıyor, bunun için çok üzülüyorum.”
“Pazarın kalabalık olduğu bir gün,
ürkek çekingen tavırlarla yanıma yaklaşan, benim yaşlarımda, kalın
gözlüklü, hafif sakallı adam: “ Siz Çerkes misiniz?” diye sordu.
Zor bir soruydu.
Sağıma soluma bakarak yavaşça evet
buyurun dedim.
Buranın yabancısı olduğunu, kızını
üniversiteye kaydettirmek için buralara geldiğini, yardımcı
olabilirsem çok sevineceğini söyledi. Mahcup bir tavrı vardı.
Tezgâhı bitişikteki arkadaşa
bırakıp pazaryerinden uzaklaştık.
Buradaki derneğin adresini
aldığını, tek güvencesinin buradaki duyarlı Çerkesler olduğunu
söyledi.
Maddi imkânları oldukça
sınırlıymış.
“Kız, illa okumak istiyor, güzel
de puan aldı ama… “
Bizi birkaç adım geriden izleyen
ürkek, sarışın, uzun saçlı kıza döndüm.
Adının Janset olduğunu söyledi.
Kendi imkânlarıyla sınava hazırlandığını, hayalindeki bu okulu
kazandığını, ama kayıt işlemleri, kalacak yer ve masraflar
konusunda çok sıkıntılı olduklarını mahcubiyet içinde anlattı.
Sarhoş gibi olmuştum. Bu
anlatılanlara, bu ruh haline hiç de yabancı değildim aslında.
Yıllardır yüreğime gömdüğüm acılar
üzerime gelmeye başladı.
Derneğin merdivenlerini yavaşça
çıktık. Yönetim odasında birkaç yöneticiyle birlikte yedi sekiz
kişi çaylarını yudumluyordu.
Sevindim, galiba bu çelimsiz kızın
şansı yaver gidecek, diye geçirdim içimden.
Rasim Bey, kimsenin yüzüne
bakamayan ürkek, titrek sesiyle anlattı.
İşsiz olduğunu, sağlığının bozuk
olduğunu, iş bulabilirse çalıştığını, kalabalık bir aile
olduklarını, yol parasını bile borç alarak kızının zoruyla
buralara geldiğini, kızının okumak istediğini, anlattı.
Zor anlar yaşıyordu. Belli ki her
şeye rağmen gururlu bir insandı. Yardım istemek, maddi katkı
beklemek çok ağır geliyordu ona.
Aman Allah’ım, bu parasızlık,
imkânsızlık ne zor şeydi!
“ Eğer kalacak yeri ayarlayamaz,
burs desteği sağlayamazsak ben okutamam kızı. “diyordu.
Rasim Bey konuştukça kanımın
çekildiğini hissediyordum. Odadakilerin bakışı, kapı kenarında
sandalyeye ilişen, başı eğik, ezik bir halde konuşulanları
dinleyen kıza çevrildi.
Derin bir sessizlik yaşandı.
“Hayırlısı olsun, zor iş bunlar!”
sözü toplantının son sözleri olmuş, ümitlerse tükenmişti.
Titriyordum, başımı yerden
kaldıramıyordum.
Dağılıyordu herkes.
Ama bu nasıl olurdu?
Ne olacaktı şimdi?
Ya Kafkas Kültür Yardımlaşma
Dayanışma Derneği…
Ya her gün bu odada konuşulanlar,
devletler kurmalar, ülkeleri kurtarmalar…
Ya her gün namaz sonrası cami
avlusundaki güzel konuşmalar…
Ya emekli eğitimcilerin mangalda
kül bırakmayan tavırları…
Neden lafın ilerisi yok bizde?
Neden ama, neden?
Ne olacak şimdi bu kızın durumu, bu
akşam nerde kalacaksın diye niçin kimse sormadı?
Dernekçilik bu kadar basit mi?
Çerkeslik bu kadar kolay mı?
Ya insanlık?
Merdivenlerden inmiş sokakta yüz
metre kadar ilerlemiştik. Ümitler bitmiş, söz tükenmişti.
Ne sefil kız, ne yaralı baba ne de
ben tek kelime söyleyemiyorduk.
Ayak seslerimizde gizliydi adeta
yaşadığımız her şey.
Gölgeler uzamış gün batmaya
hazırlanıyordu ki
“Eve gideceğiz!” dedim
Çaresiz adam yutkundu, derin nefes
alarak:
“Rahatsız etmeyelim, seni de
işinden ettik zaten, hayırlısı olsun… “
O da benim gibi hala titriyor,
anlamsız şeyler mırıldanıyordu.
Kız, sırtındaki çantanın ağırlığını
daha fazla hissetmiş olmalı ki iyiden iyiye çökmüş bir
durumdaydı.
Evdeyiz. Tanışma faslı bitmiş,
çorbalar içilmiş, çaylar yudumlanıyor.
Ani bir kararla söze başladım.
Dört kızım var, Janset beşinci
kızım olacak.
Şuraya bir kanepe daha koyacağız,
sofraya fazladan bir tabak daha gelecek. Rızkı veren Allah’tır.
Sen endişe etme, yarın kayıt
işlemlerini birlikte hallederiz, sen de memlekete dönersin, kız
benim artık, kardeş değil miyiz biz! Diyebildim.
Koca adam, ağlıyordu, gözyaşları
artık kontrolden çıkmıştı. Tek kelime edemiyor, dudaklarını
kemiriyor, çaresizliğin kıskacında eriyordu.
Odaya bir yatak ilave edilmiş,
sofraya bir tabak daha eklenmişti.
Ben pazarcılığa devam ediyorum, iyi
kötü harçlığımı çıkarıyorum. Evde meyvemi sebzemi de eksik
etmiyordum.
Nadiren de olsa pazarda dernek
yönetimindeki arkadaşlarla karşılaştığımda heyecanlanır, acaba
“Janset’le ilgili bir katkı mı düşünüyorlar” diye içimden
geçirirdim.
Oysa her defasında “Yahu Çerkes’ten
pazarcı olur mu hiç!” sözüne muhatap olur, benden utandıklarını
hissederdim.
Bu altın kalpli Çerkes kızına
istikbal hazırlama konusunda kılını kıpırdatmayan afralı tafralı
kardeşlerimin gücü hep bana yetiyordu. Çerkes'ten pazarcının nasıl
olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bir günden bir güne “ Kardeşim
sen çok zor şartlardasın, zaten aileni zor geçindiriyorsun, bir de
yabancı bir kızın sorumluluğunu üstlendin, bu nasıl olur, biz de
bir katkı sağlayalım, yükünü hafifletelim!” diyen olmuyordu.
Yıllar eriyip geçti, tam dört yıl
geride kaldı. Jansetin annesi, babası ve biz ailece mezuniyet
törenindeyiz.
Mutluluk fırtınası yaşıyorum.
Pazarcının beşinci kızı mezun
oluyor.
Janset, sevinçten uçuyor. Annesinin
gözlerinde gözyaşı, dudaklarında dua.
Babaysa, konuşamayacak kadar
duygulu.
Nihayet Janset kürsüde. Genç
mezun, yetkilinin elinden alıyor diplomasını. Kürsüden iner inmez
koşarak kucağıma atılıyor. Birbirimize sarılıyor hıçkırıklarla
ağlıyoruz.
Baba ve annede de gözyaşları sel
olmuş akıyor.
Bu sevinç, coşku ve hüzün karışımı
tablonun son perdesi de bitmek üzere.
Tören sona erdi, dışarı çıkıyoruz.
Büyük kızım koluma girdi. Ağlamaklı bir tonla “Büyük adamsın
baba!” dedi. Ve ilave etti: “ Yıllardır mecbur kalmadıkça
insanların arasına girmemeye çalıştım. Beni gören herkesin, “
Pazarcının kızı “ sözü çok ağırıma gidiyordu. Senin, bizim için
nelere katlandığını iyi biliyorum ama yine de çevremin etkisiyle
senden utandığım günlerim oldu.
“Beni affet baba, ne olur beni
affet!”
Başımı eğdim, yutkundum ve
sessizliğe gömüldüm. |