Milyonların acı ve
öfke soluduğu bu günlerde,
Türkiye’de, ben
Çerkes’im diyen kesimin, duygu repertuarında neler var?
Tarihinde acı ve sancıyı derinlemesine hissetmiş
bir toplumun, bu olaylar karşısındaki tutumu önemli tabii!
Neler hissediyor
bu toplum, birliktelik adına, sevgi, hoşgörü ve insanlık adına?
Sevincini, çile ve ıstırabını belirleyen dinamikler
neler?
Yoğun yaşıyoruz
bugünleri:
Kafkasya’daki gelişmeler,
450,
Türkiye’deki sıcak gündem,
Milyonların acı ve öfkesi,
Bir dizi ziyaret için Kafkasya’dan Türkiye’ye
gelecek olan liderlerin hepimizi üzen gezi iptalleri,
Hazırlanmakta olan anayasa taslağında yer alması
istenen, demokrasi, insan hakları, özgürlükler…
Çerkes toplumunun,
özellikle aydınlarının duygu yoğunluğunu ve hassasiyetini
gerektirecek çok neden var.
Sahi bu
önemli konular ne kadar gündemimizde?
Derneklerimiz ne kadar diri?
Aydınlarımız ne kadar ilgili?
Toplumumuz ne kadar bilinçli?
Bu son
gelişmelerde siyaseten veya gençliğin heyecanıyla dillendirilmiş
uç söylemlerin dışında, Çerkes
aydınlarının duruşu nasıl?
Nerde
duruyor, nasıl duruyor, niçin duruyor aydınlarımız?
Acaba,
bu hızlı gelişen sıcak olaylarda ne kadar etrafımıza bakabildik?
Olayların ne kadarını görebildik, ne kadarını doğru
algılayabildik?
Hangi
ölçüde duyarlı davranabildik?
Bu
ülkede yaşayan milyonlarca Kafkas kökenlinin duygu tercümanı
kimler?
Kimler
toplumun sesi oldu?
Kimin
sesi, kimlerin nefesi duyuldu?
Duyulduysa bu ses ve nefes nasıl algılandı?
Kafkas
kökenlilerin duygu repertuarı kimler belirliyor?
Bu
dönemde verilen barış mesajı, olması gereken kadar mı?
Ne kadar
netleşti, ne kadar belirginleşti hoşgörü ve insanca yaşama
duygumuz?
Bu
duyguyu layıkıyla paylaşabildik mi?
Yoksa
hala “armudun sapı, üzümün çöpü” mantığında mıyız?
Bir
taraftan Türkiye’yi yasa boğan gelişmeler, terörün tırmanışı,
şehitlerin artışı, diğer yandan Abhazya ve KB Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlarının gezi iptalleri.
Zor
günlerde bile kıyasıya eleştirebiliyoruz birbirimizi. Şükür, böyle
bir yeteneğimiz var bizim.
Ziyanı
yok eleştirelim ama yapıcı olmak, konudan anlamak ve iyi niyetli
olmak şartıyla.
Eleştirilerimizde zayıflık, kıskançlık, eziklik varsa?
Amaç,
benlik ve gurura hizmetse, vay ki vay halimize!
Zor
günler, ellerin tutuşması, gönüllerin birleşmesi gereken günler
değil mi?
Etrafımızdaki olaylardan, bırakalım günlük telaşta olanları,
Çerkes aydınlarımız gerekli dersi çıkarabiliyor mu?
Kurumlarımız, üst kuruluşlarımız ne kadar canlı?
Tepki
var mı, varsa ne kadar anlamlı?
Yoksa
biz hala kendi içimizle mi meşgulüz?
Etrafımızla ilgilenemeyecek kadar yoğun muyuz, yorgun muyuz?
Dinler
arası diyalogların geliştiği, kıtaların birleştiği bir dünyada,
biz hala “sen - ben “ davasıyla mı uğraşıyoruz?
Yoksa
hala iki federasyon başkanının konuşmalarını cımbızlamakla mı
meşgulüz?
Oysa
uzun yıllar süren dargınlık, kırgınlık ve yorgunluktan sonra aynı
ortamı paylaşan, her şeye rağmen tek yürek olma sevdalılarını
heyecanlandıran birliktelik, olumlu gelişme değil miydi?
Yoksa
biz değil miyiz “Birleşin, güç birliktedir, birleşmek
zorundasınız, bırakın kişiselliği!” diyen?
Biz
değil miyiz, “Sesimizin ve nefesimizin daha gür duyulması için
anlamlı birliktelikler, güçlü üst kuruluşlar lazım!” diyen.
Biz
değil miyiz, “ Bu dağınıklık yapaydır aslında, samimi yaklaşımlar
bitirir bu anlamsızlığı.” diyen.
Bizler
değil mi “Bu bölünmüşlük kader değil!” diyen?
Ayrıldılar diye eleştirdik, birleşiyorlar diye eleştiriyoruz.
Allah aşkına biz ne istiyoruz?
Milyonların acı ve öfke seline dönüştüğü bu günlerde günlerde
federasyonların “ kamuoyuna duyuru” larının neyini, niçin
eleştirdik?
Bu iki
federasyon yetkililerinin ortak hazırladıkları, Türkiye’nin sıcak
gündemi ile ilgili metin daha fazla alkışlanmalı değil miydi?
Neden
“Armudun sapı, üzümün çöpü” mantığındayız?
Olması
gereken insani tepkilere duyulan tepkileri anlamak mümkün mü?
Keşke
gerçekler temennilerimiz olsa veya temennilerimiz gerçek olsa!
Boğuluyor muyuz acaba küçük ayrıntılarda?
Kayıp mı
oluyoruz teferruatta?
Her şeye
rağmen güzel şeyler olmuyor mu?
İnsani
duyguların, Kafkaslılık duygusunu da kapsadığını kim kime ne zaman
anlatacak?
Ne zaman
anlayacağız bazen sabrın ve uyumun en büyük eylem olduğunu?
Ne zaman, birlikte yaşamanın, hoşgörünün gücüne
gönülden inanacağız?
Ne zaman, “ kimliklerin kılıç olup çekilmesini ”
yadırgayacağız, kınayacağız?
Dinler arası diyaloglar gelişirken, kıtalar
birleşirken bizler de daha ciddi şeylerle uğraşmalı değil miyiz?
Artık,
duygularımız, düşüncelerimizle bütünleşsin, Kafkaslılaşsın,
insanlıkla kucaklaşsın.
Renk,
dil, din, ırk geride kalsın.
Hâlâ,
Kafkas toplumuna “hoşgörü mesajlarını” yakıştırmayanlar varsa!
Kafkas
toplumunu “barışla” özdeşleştirmeyenler varsa!
Daha
işimiz çok demektir.
Ne
kazandırdı, ne kazandırır bu topluma savaş çığırtkanlığı.
Sevgide,
dayanışmada, barışta değil mi insanlığın kurtuluşu?
“Atlas”ı, “harita”sı sadece düğünü, derneği olanlar, dünya
haritasını Kafkasya’dan ibaret sananlar, lütfen artık herkesin
bildiği bir dünya haritasının olduğuna inansınlar!
Yok
hayır, Çerkes aydınlarının milyonların acı ve öfkesini “ kafe”
dinleyerek seyrettiği doğru değil! |