Yoksa gelenek, yenilik dediğimiz şey
mi?
Hayatta kalan, yaşayan cevher mi
gelenek?
Yenilik, geleneğin üzerine mi
kurulur?
Yeniliği yaşatan da gelenek mi
yoksa?
Doğru mu “Yenilik denen şey,
kendini gelenek denen şeye katabiliyorsa yeniliktir” sözü?
Yenilikçilik, bazı durumlarda
“köksüzlük” anlamına da gelir mi?
Sürekliliğin, akıp gelen şeyin, biçim veren özün adı mı olmalı
yenilik?
Mevcudun, kasıtlı ya da cahilce,
olduğu gibi sıkı sıkıya korunması ve hiçbir yenileşmeye, değişmeye
açık olmamasının adı ne olmalı sizce?
Gelenek değişir ama değişirken,
kendiliğini de korur.
“Kökü mâzide olan âti”dir,
gelenek.
Değişerek devam etmektir,
değişirken özü korumaktır, gelenek.
Korunan, muhafaza edilen mana
misyonudur, gelenek.
Dünden çok, yarın demektir
gelenek.
Geleneğin, sözlüklerdeki yaygın
tanımı: “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları
dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü
olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve
davranışlar, ananelerdir.”
“Gelenek; topluluk halinde yaşayan
insanların, toplumsal düzenleri, günlük hayatları, birlikte
yaşamaya başladıkları günden itibaren tecrübelerin imbiğinden
geçen olaylarla kurulan ilişkilerin “anonim” hale gelene kadar
denenmesi sonunda ortaya çıkan ve genel kabul gören
davranışlardır.”
”Dünden çok yarın, demek olan gelenek, yani muhafaza edilmesi
gereken irasyonel değerler sistemi, manzumesi için; dondurucu,
tutucu, örtücü, öldürücü gibi tanımlar kullanmak ancak cahilin,
cühelanın işidir.”
Tabii ki, yeniliğe, değişikliğe
açık olacaksın fakat kimliğini, özünü muhafaza ederek!
“Her dem yeniden doğarız, bizden
kim usanası!” diyerek.
Yani büyük sevgi zirvesi
Mevlâna’nın pergel misali gibi: Bir ayağınız kendi coğrafyanızda
sabit olacak, ötekisi ile dünyayı dolaşacaksınız.
Eğer gelenekten kopar, iki
ayağınızı da serbest bırakırsanız, önce kendinizden uzaklaşır,
sonra büsbütün kopar, yok olursunuz.
“Eğer geleneği devam ettirmek
istiyorsak modern olmak zorundayız. Çünkü aslında gelenek ve
modernizm birbirinden sanıldığı gibi ayrı şeyler değildir.
İkisi birbirini besler, birbirini tamamlar. “
“Yaşamayan, hayatiyetini
sürdüremeyen bir gelenek, gelenek olmaktan çıkmıştır zaten.”
Toplumumuzun yazarları, çizerleri,
sanatçıları, kendi toplumunun mevcut tarihsel ve geleneksel
birikimini, çok iyi tanımak, kavramak ve kullanmak zorundadır.
Aksi takdirde, hem kendine, hem de
toplumuna yabancılaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalır.
Yaptığımız pek çok işte geleneği (
Xabze ) alet ettiğimiz doğru mu?
Doğru mu geleneği suçlu ilân
ettiğimiz?
Herkesin, “Xabze”yi işine geldiği,
aklının erdiği biçimde kullandığı, doğru mu?
Doğru mu, bazen
beğenmediğimiz, yadırgadığımız şeyi “gelenek” diye kınadığımız?
Oysa bilinçli her toplum,
geleceğini kurmak için geleneği muhafaza etmek zorunda değil
mi?
Bunun yanında, çağımızda yeri
olmayan, (olmaması gereken) belki de topluma ayak bağı olan bazı
inanışların, günümüzde de varlığını sürdürmesi, pirim yapması,
izah edilebilir bir durum mu?
Gören var mı tarih sahnesinde,
geleneklerini hepten yok sayarak çağdaş toplum olmuş bir milleti?
Ya geleneklerine, kendini yenileme
fırsatı tanımadan tutucu, muhafazakâr kalarak, modern olmuş bir
toplumu gören, bilen, işiten, var mı?
Anthony Giddens, geleneği, “yaşam
hamuru” olarak nitelendirmektedir.
“Gelenek, yüzyıllar boyunca
değişmeden gelen bir yapı değildir.” Mutlaka zaman içerisinde
kaybolan, tesiri azalan yönlere sahiptir, gelenek.
Geleneğin değişime kapalı
olduğunu düşünmek boş bir sözdür. Gelenekler zaman içinde
değişim geçirebilir.
Çünkü hiç bir geleneğin, doğduğu
andaki şekliyle yaşaması veya yaşatılması mümkün değildir.
Yaşayamayacağı şartlar oluştuğunda
“xabze”ler de değişir, yenilenir, çağa uyarlanır.
Yaşamaması gerekenlerin inatla
yaşatılmaya çalışılması doğru davranış da değildir zaten.
Geleneğe sahip çıkmakla,
tutuculuğun ve bağnazlığın esiri olmak çok farklı şeylerdir!
“Xabze”sini, kimliğini, toplumunu
iyi tanıyan, sahip olduğu değerlerin farkına varan gençlerimizin
sayısı artarsa işimiz kolay demektir.
Gençlik, geleneğin, gelecekte de
yaşatılabilecek kısmını alıp çağa dönüştürebilirse, kuşaktan
kuşağa sağlıklı geçişi sağlayabilirse, problem yok demektir.
Aksi takdirde birbirinin dilini
anlamayan kuşaklar ve birbirinin dilini reddeden toplumsal
kesimler belirir ki bu da değerleri bitirir, yok eder.
Gelenek mi, geçmiş mi, gelecek
mi?
Binlerce yıllık köklü bir geleneğin
yok oluşunu hangi yürekli insan, gönül huzuruyla seyredebilir?
Ne güzel, ne özel bir davranış,
kendini çözmeye çalışmak!
Ne erdemli bir olgunluk, maziyle
barışık çağla yarışmak, ufukları aşmak! |