Geleceğimizi, inancımızı, tarihimizi, yani bizi biz
yapan değerlerimizi geleceğe taşıyan dilimiz değil mi?
Toplumların hayatında dil, dinden de önde gelmez
mi?
Dinler, dilsiz yaşayabilir mi?
Dini de dille anlatmaz mıyız?
Bu konuya bu şuurla baktığımızda istikbal ve
istiklâlimiz için güzel dilimize sahip çıkmak öncelikli görevimiz
olmalı değil mi?
Dilin doğru ve düzgün konuşulması, kurallarına göre
yazılması toplumlar için hayati önem taşımakta.
Unutulmamalı, dil olmadan edebiyat, edebiyat
olmadan kültür, kültür olmadan millet olmaz.
Zira dil ve edebiyat bir milletin kimliğidir.
“Millet, edebiyatı olan toplumdur.” der Balzac
Kırgızistan'da bir atasözü var. "Bana edebiyatını
söyle, sana nasıl bir millete mensup olduğunu anlatayım."
Küreselleşen dünyamızda, ekonomik ve siyasal
bakımdan güçlü olan milletlerin, diğer milletleri kültür ve dil
bakımından kuşatma altına aldıkları acı bir gerçek.
Dili yozlaşmış bir milletin yaşayabilmesi imkânsız.
Hazırdır o millet için tükeniş, yok oluş.
Bu hakikatin bilincinde olan, tükenişi düşünmek
bile istemeyen samimi kişiler, toplumlarının geleceği adına çile
çekmekte, ıstırap hissetmekte, geleceği kurtarmanın ince
hesaplarını yapmakta, çırpınmakta.
Rüyalarını anadilleriyle görmeyen,
Hülyalarını anadilleriyle kuramayan bizler farkında
mıyız acaba neler kaybettiğimizin?
“Kendi esrarını bilemeyenler, kendi sazını
çalamaz.” ( M. İkbal ) sözünün vurguladığı hakikatin farkında
mıyız?
Dil, insanları aynı duygu, düşünce ve ideal
potasında bir araya getirerek onları millet yapan, milli birlik ve
beraberliği tesis eden bir kurumdur.
Sözün özü, “ Dilsiz millet
ol- maz, o- la- maz! ”
Bunu iyi bilmek gerek, fakat bu da tek başına yet-mez!
- Dilimiz unutuluyor mu?
-Evet!
- Yeni neslin gündeminde “dil” var mı?
- Hayır!
- Büyükler bu işin bilincinde mi?
- Ne fark eder, gerekli önlemler alınıp,
uygulanmadıktan sonra.
-
Peki, ne yapılabilir?
- Öncelikle bu dili bilenler ısrarla konuşmalı,
yazmalı. Dilini bilen her anne baba çocuklarına mutlaka öğretmeli.
Buna inanmalı, bunu önemsemeli. Yok olmamak için buna mecbur
olduğunu unutmamalı. Her anne baba, en kısa sürede bu bilinçle
çalışmaya başlamalı.
Bırakmalı birilerini suçlamayı,
“ Ben ne yapabilirim, elimden geleni yapıyor muyum?” demeli.
Ne acıdır ki dilbilimciler, gerekli tedbirler
alınmazsa dünyada konuşulan 5000’e yakın dilin pek çoğunun kısa
sürede yok olacağını ifade etmektedir.
Bizler: “Ne yapalım, elden bir şey gelmiyor, bu dil
yaşasa iyiydi ama hayırlısı olsun, kader işte!” mi diyelim?
Yoksa “ Güzel dilimiz, dünya var oldukça yaşayacak,
konuşulacak, yazılacak, başımızın tacı olacak!” bunun için nasıl
bir bedel ödenecekse ödemeye hazırız! Hem de hemen, şimdi!” mi
demeliyiz?
Kültürün en önemli iki öğesi olan dil ve din ne
kadar ciddiye alınsa azdır.
Çok iyi bilmeliyiz ki “Bir milletin edebiyatı o
milletin kimliğidir.”
Her fırsatta, toplumlar için dil ve edebiyatın
önemini vurgulayan Yavuz Bülent: “Edebiyatsız bir millet, başıboş
bir kalabalıktır.” der.
Şair Bekir Sıtkı Erdoğan: "Vatanın vatan olması
için, şiirin şiir olması lâzım!" diyor.
Onun için bir milletin heyecanını, bir milletin
duygusunu, bir milletin şevkini ve güzellik anlayışını
anlatanların, yani yazar ve şairlerin işi çok zordur.
Millet adına konuşmak bilgi, birikim, daha da
önemlisi sorumluluk gerektirir.
Dilimiz, geleceğimizdir!
Olmazsa olmazımızdır!
“Dil, bir milletin yaşayışını, kültürünü, inancını,
devlet anlayışını, tarih şuurunu, geleneklerini, göreneklerini,
eğitimini, teknolojisini, mimarisini, musikisini… Yani iç ve dış
dünyasını söz veya yazıyla ifade ettiği, asla vazgeçilmesi mümkün
olmayan şah damarıdır.”
Ünlü düşünür Wittgenstein: “Dilimin
sınırları dünyamın sınırlarıdır.” İfadesine bakılırsa, dil,
sadece düşünceyi aktaran kuru bir ifade değil, aynı zamanda
kişinin dünyayı algılama biçimidir.
Bugün konuşmadığımız, konuşmak istemediğimiz güzel
dilimizin hali içler acısı.
Oysaki bir millet, kendi düşüncelerini, hayat
biçimini hiçbir şeyin tesiri altında kalmaksızın ifade edebileceği
kadarı ile hürdür.
Bu manada hürriyetin sınırı da, toplumun ve onu
oluşturan kişilerin inanmış oldukları değerler bütünüyle yakından
alakalıdır.
Dil, bir millet için çok şey ifade eder.
Çünkü o doğrudan doğruya milleti ifade etmektedir.
Milletse “Edebiyatı olan bir topluluktur.”
Edebiyatın temel malzemesi dildir.
Dil olmazsa edebiyatımız olmaz.
Cengiz AYTMATOV’un da ifadesiyle, “Millet,
edebiyatından tanınır.”
Edebiyat ise varlığını dile borçludur, millet de
edebiyatıyla vardır.
Söz dağarcığı alabildiğine fakirleşen dilimiz,
büzüldü, küçüldü.
Bunun sonucu olarak, düşüncelerimiz,
hayallerimiz, fikir dünyamız ve kapasitemiz de
küçüldü.
Bu durum, farkında olmasak da kendi kendimizi
reddetmeye kadar gidecek.
İşte bu, millet olmayı
reddetmektir!
Oysa dil meselesi ihmale gelmez.
Dil ki milletin kalbidir.
O kalpteki her kriz, millet bünyesini ölüme
yaklaştırır.
Bunun için büyüklük iddiasındaki bütün milletler,
dillerini koruma ve onu zenginleştirme yolunda şuur sahibidirler.
Bir insan için şahdamarı ne ise, milletler için de
dil odur.
Vatan ve millet sevgisini bize şırınga eden dil ve
edebiyattır.
Anlaşılıyor değil mi acılarımızın, sancılarımızın
gerçek nedeni?
İşte bu zayıf, çelimsiz dil dünyasında
çocuklarımız, güdük insanlar olarak yetişiyor.
Namık Kemal'in söylediği gibi:
"Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla
orantılıdır."
İşte hesap ortada: 70.000 kelimeyle okuyan,
düşünen, konuşan, yazan insanla bir avuç kelimeyle okuyan,
düşünen, konuşan insan nasıl bir olabilir?
Demek ki kelime hazineniz ne kadarsa o kadar
dünyanız, o kadar ufkunuz vardır.
Kanayan, parça parça olan dilimizin şu anki durumu,
gençlerimizin kelime dağarcığı,
dili bilen büyüklerin ilgisizliği,
şuur ve his sahibi kimleri terletmiyor, kültürüne
değer veren kimleri bunaltmıyor ki?
Dilim dilim benim dilim.
Yok oluyor kültürüm, yok oluyor geleceğim.
Ya ben ecdadıma ne diyeceğim?
Ne acı, bir yanda yok olan dil, yok olan kültür,
yok olan gelecek…
Diğer yanda biz.
Ya biz neyle meşgulüz?
Rüyasını anadiliyle görmeyen,
Hülyasını
anadiliyle kuramayan bizler farkında mıyız acaba neler
kaybettiğimizin? |