Dinden bahsedilince rengi değişenler,
nefesi tıkananlar, Dini,
önemsiz hatta gereksiz sananlar,
İnancı atlayanlar,
Gündeminde inanç bulunmayanlar,
Dini, ısrarla sosyal hayattan
soyutlayanlar,
“İnançlar, kalp ve kafalarda
hapsedilmeli!” diyenler,
İnancın, değil günlük hayata
yansıması, konuşulmasına bile tahammül edemeyenler,
“Din, Allah’la kul arasındadır!”
sözünü işlerine geldiği gibi kullananlar,
Her şeye rağmen her söze, “Ben
de inançlıyım, hem de dindarım!” diyerek başlayanlar,
Kültürün en önemli unsurunun din
olduğunu unutanlar veya bilerek atlayanlar,
İnançsızlıktan kıvranan gençliği
görmemezlikten gelenler,
Çerkesliği, erdemi, fazileti,
diline pelesenk ettiği birkaç sığ sözcüğün içinde arayanlar,
Çerkes’in de bir dini
hassasiyetinin olması gerektiğini, gençlerimize, tek başına “kafe”nin
“yunafe”nin yetmeyeceğini unutanlar,
Yani, dünyayı ve ahreti “kafe”
den ibaret sananlar,
Çerkeslikle maneviyat arasında
bağlantı kuramayanlar,
Daha da önemlisi, her dini
hassasiyeti yobazlık, bağnazlık sananlar, her defasında dini,
oldubittiye getirenler.
Dini duyarlılığı olanlarla dalga
geçmeyi marifet sananlar,
İnançlarla ve inanan insanlarla,
seviyesiz esprilerle (!) dalga geçmeyi mizah sananlar,
Renkli gazete köşelerinden
öğrendikleri dini kırıntılarla ahkâm kesenler,
Bilmediklerini de bilmeyip bu işin
ilmini bilenleri de beğenmeyenler, büyük vebal altındadır!
Bilerek inanan, inancının
gereğini yaşayan, günlük hayata yansıtan, sevgisi, hoşgörüsüyle
hep beğeni toplayan, hayatı doğru algılayıp doğru yaşayan gençlere
ne kadar ihtiyacımız var!
Bizler için Çerkeslik, Kafkaslılık
şüphesiz ortak paydadır. İnanan- inanmayan, Müslüman-
Müslüman olmayan her Çerkes, bu paydada şüphesiz ki eşittir.
Kimsenin inancı kimseyi asla
rahatsız etmemeli.
Ama bu yetmez!
Toplumu oluşturan fertler için,
inanç, maneviyat son derece önemlidir.
Hepimiz biliriz “Tabiat boşluk
kabul etmez!”
Doğru şeylerle doldurulamayan kalp
ve kafalara, yanlış bilgilerin akması doğal olanı değil midir?
Söyleyin Allah aşkına, yeni
neslin unutulmaya yüz tutan dilinden daha mı az önemli
öğretilemeyen dini?
Neslimiz, bilinçle yaşadığı
dinini, güzel diliyle anlatsa daha iyi olmaz mıydı?
Anne babalar, “kafe”yi bilmeyen
çocukları için duyduğu sıkıntının bir benzerini, inançtan uzak,
ibadet şuurundan yoksun çocukları için de duymalı değil mi?
Hem neden tercih durumunda
kalıyoruz, anlayan varsa beri gelsin!
Bir fert, hem dindar hem de dil ve
kültür konusunda hassas olamaz mı?
Kişide, aynı zamanda ve aynı oranda
dil, din, kimlik hassasiyeti gelişemez mi?
Yoksa bilmediğimiz reddetmeler mi
var?
Ne, neyi; kim, kimi reddediyor
acaba?
Hangi din, dilinizi önemsemeyin,
kimliğinizi inkâr edin diyor?
Yoksa kültürümüzü, dini reddeden
ilkel basit bir kültür olarak mı kabul ediyoruz?
Biz, dil ve din bilincini bir arada
geliştirebiliriz.
Fakat ne yazık ki bugün, kendi
elleriyle kendilerinin ve evlatlarının sonunu hazırlayanlar var.
Bu vurdumduymazlığın ve önyargının
sonucu olarak nesil, ahlâk ve maneviyattan uzak, çarpık hayatlara
özendirilmiş olarak yetişiyor.
Gençlik, her geçen gün artan
sıkıntı ve acılarla, rüzgârın önüne takılmış kuru yaprak gibi
savrulup gidiyor.
Bizler de galiba, vatanı
kurtarmakla, “kafe”yle “yunafe”yle meşgulüz!
Yoksa evlatlarımızın, insani
değerleri yaşayan, yaşatan; keder ve sevinçleri paylaşan, daima
yardımlaşan gençler olarak yetişmesi gerektiğini mi unuttuk?
Maneviyat eğitimi ihmal edilen
gençliğin, doyumsuzluk, samimiyetsizlik, bencillik, şehvet, hırs
tuzaklarına daha çabuk düşeceğini, aile yapımızın sarsılacağını,
düşmanlık ve kavgaların artacağını mı unuttuk!
Değil mi ki maneviyatsızlık, her
türlü kötülüğün ürediği bir zemindir.
Manevi açlık değil mi insanları
büyük yıkımlara sürükleyen.
Yaşadığımız bunalımlarda büyük
payı yok mudur inançsızlığın?
Doymak bilmeyen, nefsinin kölesi ve
hırsının esiri olan gençlik, uygulamada olan maddeci anlayışın
eseri değil mi?
Günümüz gençlerinin içine
düştükleri bunalım ve sıkıntıların, yaşadıkları karamsar ve
çözümsüz ruh halinin ana sebebi, yaratıcılarını ve dinlerini
layıkıyla tanımamak değil mi?
Bu boşluk gereği gibi,
doldurulduğunda, büyük ihtimalle ne yalnızlık, ne sıkıntı, ne
herhangi bir korku, ne depresyon ne de kişilik bozukluğu
kalacaktır.
Acaba kaçımız manevi ve duygusal
yönden genç nesli destekleyebiliyoruz?
İşte gençliğimiz bir amansız
fırtınaya tutulmuş, korkunç bir anaforun içine düşmüş
çırpınıp duruyor.
Eğer anne-babalar, çocuklarının bu
acı halini bir can yangını halinde yüreklerinde hissedebilirlerse
problem çözülür. Değilse işimiz oldukça zordur.
Unutulmasın, “Herkesin, kapısının
önünü süpürmesinin en gerekli olduğu bir andır bu an.”
“Çocuklarımızın soluduğu sokak
havasını, okul havasını, medya dalgalarını temizlemek en hayati
görev haline gelmiştir. “
Bu duyarlılıkla bir araya gelmeli,
samimiyetin zirvesine tırmanmalı, çözüm için kültür
derneklerimizin yüreğinin kapısını daha yüksek vuruşlarla
çalmalıyız!
Bu işi ciddiye almazsak, utancı,
ezikliği, mağlubiyeti, hüsranı, pişmanlığı paylaşmak durumda
kalırız.
Bizler çok yıllardır gençliği
düşünmedik.
Onlara güzel yarınlar
hazırlayamadık.
Onları hep susturduk.
Susturmayı başardığımızda da “
Artık akıllandılar!” deyip durduk.
Ama yanıldık!
Ne yazık ki, şimdilerde neslimizin
ana dilini öğrenmesini, kimliğine sahip çıkmasını, inancıyla
yaşamasını gerektirecek pek neden de kalmadı.
Sayemizde gençlik, maddeyi en yüce
değer bilip, insanı insan yapan değerleri çoktan unutmuş,
mutsuz ve umutsuz bir halde.
Sıcak bakmıyor dini ve kültürel pek
çok meseleye. Hatta birçoğuyla hiç ilgilenmiyor.
“Aklın yolu birdir!”
Yeni nesli, kötü alışkanlıklardan
uzak tutmak için,
Onların hayatı doğru yaşamalarını
sağlamak için,
Mutluluklarını arttırmak için,
İdeallerini güçlendirmek için,
Kısaca, iki cihan saadeti için bu
şuurla yapılması gereken bir eğitim şart!
Ne dersiniz, yaz tatilleri
çocuklarımızın eğitimi için bir fırsat değil mi? |