Sorunlarımızın tam
yüreğine giden yolu mutlaka bulmalıyız.
Bu uğurda acılara
katlanmayı, gerektiği zaman gerektiği kadar bedel ödemeyi de
bilmeliyiz.
Yeri geldikçe başkaları
için de yaşamak, kalite insanların harcıdır.
Ancak hayatı doğru
yaşayanların tadabileceği bir duygudur topluma hizmet etmenin
doyumsuz tadı.
Ya kantara gelmez egosu
olanlar?
Ya çerden çöpten lafları
ipe dizip, dedikodu bataklığında boğulanlar?
Ya yorgun argın, tükenmiş
halleriyle topluma ayar vermeye kalkanlar?
Zihnini, kin, haset ve
nefretin esaretinden kurtaramayanlar,
Zamanlarını, komplo
teorileri üreterek harcayanlar,
Her yanlış hareketinde,
her hastalıklı düşüncesinde, bir hikmet arayarak refleks ve
kompleksle savunmaya geçenler,
Haset, gurur ve
kıskançlıkla, duvarlarını ördükleri kapalı sistemin içinde
boğulanlar, düşünme melekelerini kaybedenler, nasıl görsün
toplumumuzun geniş ufkunu?
Nasıl kavrasın
fedakârlığı, aşkı, sevdayı?
Sabrı, sevgiyi, hoşgörüyü
nasıl anlasınlar?
Nerden bilsinler
başkaları için de yaşamanın doyumsuz hazzını?
İnanın bu tip insanları
toplumumuz, hayret ve ibretle seyrediyor.
Diğer taraftan
milletimiz, kültürü, toplumu için ümitle ve samimiyetle elinden
geleni yapan, herkesin başarısını kendi başarısı sayarak başarılı
kardeşleriyle iftihar eden, hizmet aşkıyla dolu güzel insanları da
merakla seyrediyor, onların üzerinde titriyor. “Bu toplumun
kurtuluşu sizinle olacak!” diyor.
Büyük heveslerle ön
saflara geçen, toplumumuzun vitrininde yer alan fakat ne yazık
ki kendileri gibi düşünmeyen herkesi yargısız infaza kalkan,
kendilerini doğruluk abidesi sanan kişileri de merakla takip
ediyor toplumumuz.
Bu sessiz çoğunluk,
toplumunun değer yargılarını, inancını hiçe sayanları,
Milletini iyi tanımayan,
yetiştiği aileyi toplum sanan sığ düşüncelileri, önyargılıları
hayretle seyrediyor.
Deneyime, kültürel
birikime, sosyal statüye sahip olmadan, geniş ufukları tanımadan,
insanlık değerlerini gereği gibi hazmedemeden, doğduğu köyün
düğünlerinde oynamış olmaktan, meşhur “pşinavua”yı dinlemiş
olmaktan başka hiçbir birikimi, becerisi olmayanların her
halini dikkatle takip ediyor, ibretle seyrediyor bu toplum.
Hırs, öfke, kin ve nefret
değil bize yakışan.
Bize yakışan sevgidir,
hoşgörüdür, samimiyettir, dostluk ve kardeşliktir.
Zaman, birliktelik
şuurunu geliştirme zamanıdır.
Zaman, kültürel ve sosyal
sorunları aşmak için istişarelerle, uyumla genel aklı oluşturma
zamanıdır.
Zaman, kucaklaşma
zamanıdır.
Küskünlükleri unutma
kırgınlıkları giderme zamanıdır.
Bizler, his ve
duygularımızı akıl ve mantıkla bastırmak durumundayız.
Dedikodulardan,
önyargılardan, birilerini ipe çekme girişimlerinden
şiddetle kaçınmalıyız.
Sorunlarımızı,
sıkıntılarımızı samimiyetle, hoşgörüyle konuşmak lazım.
Konuşmak lazım,
hazımsızları, kıskançları, yorgunları, fişlenmişleri,
önyargılıları…
Yapay gündemlerle,
beceriksizliklerle gerilen toplumumuzun, buna şiddetle ihtiyacı
var.
Birbirimizin başarısını
çekemeyeceksek yazık ki binler yazık bize.
Hepimizin gayreti, güzel
toplumumuz, eşsiz kültürümüz, geleceğimiz için olmalı değil mi?
Yoksa Ziya Paşa’yı haklı
çıkarmaz mıyız?
Dilim varmıyor söylemeye:
Erbab-ı kâmili çekemez
nakıs olanlar.
Rencide olur dide-i
huffaş ziyadan.
(Dide-i huffaş: Yarasanın
gözleri)
Ne yazık ki insanları
günah keçisi sanıp daima suçlu arayan kişiler de vardır
çevremizde.
Bu kişiler, bulundukları
ruh halinin gereği olarak sığ, kolaycı, en alt perdeden
değerlendirmeler yaparlar.
Hemencecik birilerini
vatan haini ilan ederken,
Kendileri de en ucuz
yoldan vatansever oluverirler.
Kinle nefretle kim nereye
varmış ki, biz varalım!
Kısır düşünceler daraltır
ufkumuzu.
Daraltır fikir
özgürlüğümüzün alanını.
Psikolojide bir hastalık
tarif edilir.
Bu tip hastalar, yaptığı
hataları başkalarına yıkarak rahatlamaya çalışır.
Bu kişiler, sorgulamadan,
anlamaya çalışmadan başkalarının bakış açısını önemsemeden hemen
etrafını suçlamaya başlar.
Başkalarının kendisine
haksız ve düşmanca davrandığı duygusuna kapılır.
Sorumluluk alamaz,
sorumluluktan kaçmak için bin türlü bahane uydurur.
Sorumlulukları
hatırlatıldığında öfkelenirler ve etrafını suçlamaya başlarlar.
Bu kişiler, başarılı
insanlara asla tahammül edemezler.
Onlar zarar vericidir,
ötekidir.
Tek doğru kendileridir.
Kişi sürekli bir savunma
içindedir ve kendisini doğru algılamaz ve değerlendirmez.
Kendisini ve fikirlerini
asla değiştiremez.
Kendi doğruları adeta
evrensel doğrulardır.
Duyguları hep
hastalıklıdır bu kişilerin.
Kin, haset, nefret
duygularından kurtulamazlar.
Oysa kin, insanı öldürür.
Öfke, yıkıma sebep olur.
Hırs, felaketlerin
habercisidir.
Haset ise bu üç kötü
duygunun anahtarı durumundadır.
Bize yakışan konuşanı
susturmak, düşünceyi boğmak değil.
Düşünen, üreten, yol
gösterenleri yok etmek değil.
Doğruları konuşarak, yer
yer tartışarak iyiyi, güzeli ortaya koymaktır.
Doğrularla buluşmak,
tanışmak ve güzelliklerle kucaklaşmaktır.
Bu çok mu zor sizce?
Bize birlik yakışır.
Bize uyum yakışır.
Bize dürüst olmak
yakışır.
Bize
elleri tutuşturmak, gönülleri birleştirmek yakışır. |