Bir nesil düşünün, “savaş, düşmanlık,
sürgün, dönüş… “ anaforunda çırpınıp duran.
Anavatan, atavatan, aravatan
söylemleriyle kafası karışan.
Dil sıkıntısı, alfabe tartışması,
bayrak karmaşası, iki vatan, iki dil, bir sürgün, bir de dönüş
meseleleriyle bunalan bir nesil.
Acaba “kavgaların, düşmanlıkların,
savaş, sürgün, göç, dönüş” söylemlerinin çocuklarımızın,
gençliğimizin ruhunda, beyninde, oluşturduğu “travma”nın
kaçımız farkındayız?
Farkında mıyız, söylemlerimizin
savaşı, acıyı, gurbeti, yalnızlığı, sefilliği…çağrıştırdığının,
genç dimağları olumsuz etkileyebildiğinin?
“Bazen neslimizin ümidini kıran,
idealini hançerleyen, geleceğe ait hayallerini yıkan,
büyüklerimizin dayatmalarıdır!” diyen gençlerin haykırışları
büyüklerin, yazar ve çizerlerin kulağına ulaşmıyor mu acaba?
“Yeter, bıktık kavgalardan,
savaşlardan, sürgünlerden!” diyenleri duymuyor mu bu kesim?
“Yıllardır dinliyoruz sizi ama
bizler artık yeni şeyler duymak istiyoruz!“
“İyi niyetinize inanmıyor değiliz
fakat yine de kavgalarınız, sataşmalarınız korkutuyor bizi,
hayretle, ibretle seyrediyoruz sizi!” diye feryat edenlerin sesi
nereye gidiyor acaba?
“BURALAR BİZİM DEĞİL, DÖNELİM
HADİ!”
Mantığı kavranmadan, akıl
süzgecinden geçirilmeden, altyapısı tamamlanmadan “ Buralar bizim
diyarlar değil, hadi gel köyümüze dönelim!” edebiyatının
sakıncalarının ne kadar farkındayız?
Siz, konuyu bilimsel boyutta ele
alıyor, savunduğunuz her şeye yürekten inanıyor, bu konuda
kimsenin bilmediği kadar da bilgi sahibi olabilirsiniz.
Peki ya masum çocuklar, ya
gençler? Bunlar bu konuda ne düşünüyor, nasıl bakıyor olaya?
En önemlisi de ya bu gençlerimiz,
bir ömür boyu çekmek durumunda kalırsa “gurbet acısı”nı, “sıla
özlemi”ni? Ve bunun neticesi “sefilliği”?
Kavuşamamanın verdiği hüzünle bir
ömür deli divaneye dönmüş bir halde yaşarsa topyekun bir nesil?
Sorumlusu kim olur dersiniz?
“Osmanlı” mı, Rusya mı?
Çerkes Ethem mi?
“Kabardey”ler mi,
“Abzegh”ler mi, “Abaza”lar mı yoksa “Wubıh”lar mı?
Yoksa …
Yoksa, geleceği kin, nefret,
düşmanlık üzerine kurmaya çalışanlar mı?
Gençlerin asla anlayamadığı, “akl-ı
selim”, akıl sır erdiremediği için ilgilenmediği, ham hayalleri
kurgulayanlar mı?
Yoksa geçmişteki acıları her
daim tazeleyenler mi?
BIRAKIN, BU FİDANLAR, BÜYÜMEK,
GELİŞMEK, MEYVEYE DURMAK İSTİYOR!
Bir fidan düşünün, büyüyüp
gelişmek, meyveye durmak için kök salmaya çalışan bir fidan.
Siz, bu fidanı “Burası senin gerçek
toprağın değil, seni yakın bir tarihte gerçek bahçene taşıyacağım,
sakın burada kök salma, bu su, bu toprak, bu oksijen sana
göre değil, sen asil bir fidansın!” diyerek muayyen zamanlarda
topraktan çekip çıkarıp tekrar yerine ekerseniz ne olur bu
fidancığın hali Allah aşkına?
Bu fidan nasıl kök salsın, nasıl
yeşersin, nasıl gelişsin ve ne zaman meyveye dursun?
Gelişemediği, meyve veremediği
için şimdi “fidan suçlu” değil mi?
Yapmayalım, etmeyelim Allah aşkına!
Gençlerden şu ifadeleri duymayı kim
ister?
“Bu kültürün gerçek sevdalısı
görünen sizler, yeter! Yeter, bizleri kavga, düşmanlık,
‘sürgün’ ekseninde dolaştırdığınız!
“Artık Çerkesliği, dostluk,
hoşgörü, barış, akıl, mantık ve anlayış eksenine oturtmak
zamanıdır!”
“Siz büyükler, galiba dünyanın
geldiği durumu iyi kavrayamadınız. Unutmayınız, önyargılar,
tarihi saplantılar, şovenist duygularla, hisle, heyecanla
büyük toplum olunmaz. Ütopyalarla uzun süre yaşanmaz!”
Evet, bu serzenişleri
çocuklarımızdan duysak nice olurdu halimiz?
Ya şöyle devam etseler:
Bırakın bizleri, yaşadığımız cennet
yurdun, “vatanım” dediğimiz yerin kıymetini bilelim!
Hepimiz imkanlar ölçüsünde,
dilimizi, kültürümüzü öğrenmek için elimizden geleni yapalım.
Yaşayalım, yansıtalım kültürümüzü.
Birlikte olduğumuz farklı
kültürlerle barış ve mutluluk içinde yaşamaya çalışalım!
Hepimiz söylemleriyle, icraatıyla,
uyumdan, hoşgörüden, barış ve dostluktan yana olalım.
Kültürel farklılıkları zenginlik
olarak kabul edelim.
Korkmayın, bize güvenin,
yalnız bize ortam hazırlayın!
TV’mizi kurun!
Yazılı basınımızı geliştirin!
Merek etme, okuma sevdamızı
oluşturun!
Derneklerimize ruh verin!
Eğitimimize katkı sağlayın,
kişiliğimizi besleyin?
Bize inanın, bize güvenin!
Evet, bu söylemler bazılarımızı
etkileyebilir.
“Evet gençler, mesajınızı aldık. Bu
hayati önem taşıyan konularda çok daha fazla özenli, dikkatli
olacağız!”
“Biz büyükler, bu toplumun aydın
kesimi, detaylarda boğulmadan sizlere ışık tutacağız. Her zaman
destekçiniz olacağız. Uç söylemlerimizi düzelteceğiz. Popülist
politikaları bırakacağız. Sizlere model olacağız!”
“Bizler, ne yapıp ne edip ‘ortak
aklı’ oluşturup bunun gereğini yapacağız.”
“İnanıyoruz, ancak bu şekilde
doğrulara ulaşmış, efsanelerden, duygusallıktan kurtulmuş
olacağız!” diyerek iyi niyetini ortaya koyabilir.
Peki ya :
“Analar, evlatları böylesi günler
için doğurur, savulun bre gafiller! ‘Sürgün’süz, ‘acı’sız,
‘dönüş’süz Çerkeslik olur mu hiç?” tavrını takınanlar?
Ya “duygusallığın esiri” olanlar?
Ya “tarihin karelerine” saplanıp
kalanlar?
Ya “Bir ben bilirim, gayrısı
yalan!” diyenler?
Ya, “Ben dobra Çerkes’im, bildiğim,
inandığım doğruları, eğip bükmeden mertçe haykırırım, bu kültür
için gerekirse kendimi feda ederim!” diyerek yanlışına,
kabalığına, cahilliğine kılıf arayanlar?
Ya bu hezeyanları yiğitlik
sananlar?
Bilmem ama iyi Çerkeslik, ”her şeyi
başkasından bekleyen, durmadan, yorulmadan kompleks içinde hak
kavgası yapan kangacı kişi” olmasa gerek.
Evet, tarihte yaşadığımız
talihsiz olayları kim inkar edebilir?
Kimsenin gücü yetmez elbet geçmişi
değiştirmeye.
Doğru olan geçmişi olduğu gibi
kabul edip gerekli dersi almaktır.
Ama ya gelecek?
Geleceği iyi kurmak gerekmez mi?
Takılı kalmak mı lazım
“sürgün”e, büyük göçe?
Kimin hakkı var:
Sürgün efsaneleri neslimizin
ruhunda travma etkisi yapsa da?
Atavatan, anavatan, aravatan
tartışmaları “vatansız” gençlik yetiştirse de.
“Sürgün”, “soykırım” kavramları
düşmanlıkları kökleştirse de.
Gençlik, “sürgün” söylemleriyle
yatıp “sürgün”le kalksa da.
Vatansızlık kompleksiyle
uyuyup, uyansa da.
“Arkadaş, ben bildiğimi okurum!”
demeye?
Söyleyin, bu durum karşısında kimin
söylenecek sözü kalır?
Bu vebali kim üstlenir?
“Dönüş olamadan yapılan, yapılacak
olan hiçbir icraatın, asla değeri yoktur!” demek milliyetperverlik
mi?
Çözüm, Türkiye’den Kafkasya’ya veya
Kafkasya’dan Türkiye’ye alaycı bakışlarla bakmak, her iki
coğrafyada yapılan iyi niyetli çalışmaları küçümsemek, yok saymak
mi?
Çözüm, düşmanlıkları canlı tutmak,
ayrılıkları körüklemek mi ?
Her Çerkes, kendisine “bir
düşman” belirleyip, onu dinlemeden, tanımaya ve anlamaya
çalışmadan, ona saldırmalı mı?
Bu sebepten olsa gerek ki “Biz ve
onlar” üzerine kurulu söylemler, düşmanlıklar çoğu zaman fazlaca
alkış alıyor.
Gönüller daha fazla yaralanıyor.
Merak ediyorum, ne zaman, kültür,
toplum ve vatan sevgimiz, söylemlerimizle, astığımız bayraklarla,
attığımız sloganlarla değil, toplumumuz ve kültürümüz için
ürettiklerimizle değerlendirilecek acaba?
Merak ediyorum, kulaktan dolma
“sürgün” hikayeleri, duygusal boyutlu “dönüş” manevraları, kabak
tadı verirse ne konuşup ne yazacağız artık?
Korkuyorum!
Neden mi?
Bazı fikirlerin ateşli
savunucuları, maalesef bu halleriyle, “Başkaların besteleyip
seslendirdiği bir parçaya mırıltıyla iştirak eden dahilerin
bestekarlığı”na benziyor da ondan!
SORUMLU KİM?
“Sürgün” nidalarıyla büyüyen
çocukların garip ruh halinden kimler sorumlu?
Kim ne kadar üzülüyor, ” iki vatan”
arasında sıkışıp kalan gençlerin trajik durumuna?
Kim çare olacak “iki dilin”
dilsizleştirdiği “iki dilden avare” nesle?
Ne yapsın “alfabeler arasında”
bocalayan bir nesil?
Kaçımız farkındayız gençliğimizi
inancından ve kültüründen kaçıran “yemuk” ve “günah”
sendromundan?
NE BEKLİYORDUK?
Büyükleri durmadan vatan, bayrak,
dil, sürgün, dönüş kavgası yapan küçüklerin nasıl bir ruh hali
içinde olmasını beklersiniz?
Vatan tercihini yapamayan,
bayrağını bulamayan, ”gurbet”te mi değil mi karar veremeyen,
“sıla” neresidir anlayamayan bir nesil, kültürü, kişiliği ve
kimliğiyle nasıl bütünleşsin?
Bu nesil, bu psikoloji içerisinde
kendine, ailesine, toplumuna nasıl faydalı olsun? İdeali nasıl
bulsun?
Peki şu düşünceleri hecelemeye
kimin hakkı olabilir?
“Evet, katılıyorum. Büyükler olarak
bazı söylemlerimiz gençleri ümitsizliğe sevkediyor ama…”
“Evet, bazı konuların sıklıkla
işlenmesi kabak tadı veriyor ama…”
“Evet, bazen yeni nesli geriyoruz,
usandırıyoruz, farkına varmadan onların ideallerini
hançerliyoruz ama…”
“Evet, gençler bizim
kavgalarımızdan olumsuz etkileniyor, yıkılıyor ama…”
“Evet, gereksiz ayrıntılarda
gençleri boğuyoruz ama… “
“Yine de biz bildiğimizi okumaya,
yazmaya devam edeceğiz!”
“Çünki biz aydın kesimiz, biz, bu
toplumun düşünen, üreten, sorgulayan yazar çizerleriyiz!” Böyle
diyebilir miyiz?
NE YAPMALI?
Sizce, yıllardan beri süren
dertlerimize, düşmanlıklarımıza onulmaz sandığımız
hastalıklarımıza, korku ve endişelerimize, kargaşa ve
buhranlarımıza çare aradık mı?
Bu konuda samimi çalışmalar yaptık
mı?
Gereği kadar tartıştık mı,
fikirlerimizi birleştirdik mi?
Yoksa bunlara gerek duymadan
yapacağımız bir coğrafya değişikliği çözecek mi bütün
problemlerimizi, rahatlatacak mı hepimizi?
Bu anaforun yuttuğu
gençlerin feryadı duyulmuyorsa hâlâ?
Bu kararsızlıkların, kavgaların,
hırçınlıkların, belirsizliklerin perişan ettiği bir nesil
duruyorsa karşımızda, biz büyükler bu tabloya rağmen hâlâ
“kendimizi tekrar edip” duruyorsak, yeni şeyler üretemiyorsak bu
işlemin faturası çok ağır olacak demektir.
Ç Ö Z Ü M
Peki ne olmalı çözüm?
Çözüm, gelecek neslin zihnindeki bu
ikilemi yok etmekte.
Çözüm, zihinlerdeki karmaşaya
son vermekte.
Çözüm, gelecek nesle mantıklı,
tutarlı yol göstermekte, inançlı, kültürlü nesil yetiştirmekle.
Çözüm, her konuda büyüklerin
küçüklere model olmasında.
Çözüm, acı da olsa doğrularla
yüzleşmekte.
“Biz bu topraklarda yetiştik bu
topraklara aidiz! Ama Kafkas’lardan gelen kökümüz var bizim!”
demeli ve bu kökten beslenmeli bu nesil.
Yani bu güzel diyarda,
gönüllerdeki Kafkasya gelişmeli, büyümeli.
“Türkiye’deki Kafkasya’m”
canlanmalı, yaşamalı.
Şüphesiz, mesleğine kavuşmuş, işini
kurmuş, kafası rahat, eşi, işi, olan insanlarla kültürü yaşamak
çok daha kolay.
Çok daha kolay düşünmek, üretmek,
uygulamak.
İşi olmayan, gurbet
hikayeleriyle kafası karmakarışık, yarınını göremeyen, her
daim karşısına karanlık, karmakarışık tablolar konan bir gençlik,
nasıl sağlıklı düşünülebilir, bu kafayla gençlik nereye varabilir?
İyi niyetin ötesine geçebilmek
umuduyla… |