...................
...................
SORUMLULUĞUN AĞIR SANCISI
06.05.2009
YEMUZ Nevzat Tarakçı
...................
...................

Dili, kültürü, kimliği konusunda fikir üretirken, bu zarif topluma duygu ve düşüncelerini aktarırken duyarlı olabilen, sorumluluğun ağır sancısını derinden hisseden güzel insanlar, ne mutlu size.
 

Çok asil bir duygudur sorumluluk duygusu.


İnsanın yapacağı her işte, söyleyeceği her sözde dikkatli olmasıdır sorumluluk.


Bireyin, kendi istek ve iradesiyle yaptığı ve yüklendiği her eylemin mutlaka hesabını verme duyarlılığıdır sorumluluk.


“Sorumluluk duygusu, bir inanç, felsefe veya ideolojiden değil, doğrudan doğruya insanın tabiatından kaynaklanır. İnsan olmak sorumlu bir varlık olmak demektir ve sorumluluk, insanı aksiyona iter ve ona dünyayı şekillendirme kabiliyeti kazandırır.” (J. Paul Sartre)


Ne kadar zor, düşünerek,  inanarak “Birilerini kırar mıyım acaba?”, “Ya birilerini yanlış yönlendirirsem?” hassasiyetiyle yaşamak, bu duyarlılıkla yazmak.
 

İnandığı şeyleri yazmak, yazdığı şeylere inanmak.


Her şeye rağmen kırılan, dökülen olursa özür dilemeyi bilmek.


“Sözü süz de söyle, mânâyı inci gibi diz de söyle,
             İllâ haddini hududunu çiz de söyle,
Hem de iyi bir pozda, tam bir dozda söyle.                        ,

             Söylerken hakkı biraz da nefsine söyle…” hassasiyetiyle kılı kırk yararak, yazdığını kırk defa okuyarak, düzelterek yazmak, ne zor.
 

Ne kadar zor, sorumluluk bilinciyle kalp kırmadan, idealleri hançerlemeden, yüreklere ve bileklere basmadan yazmak. 
 

“BEN YAZDIM OLDU!”
 

Akll-ı selim insan için hangi eylem sorumluluk gerektirmez ki?

Duygu ve düşünceleri internet sayfalarında paylaşmak sorumluluk istemez mi?


Topluma mal olmuş birini eleştirmek, kavram kargaşası yaşadığımız “Adige”, “Çerkes”, “Kafkas”, “dönüş” konularında görüş bildirmek, “sürgün”ü tartışmak  ağır bir sorumluluk gerektirmez mi?


“Cesaret ve  birikim” uluorta sorumsuzca konuşmanın, ölçüsüzce, pervasızca yazmanın adı olmasa gerek.


Herkes sorumluluk hissetmeden “Ben yazdım oldu!” rahatlığıyla her konuda yazarsa, “Ben bilirim!” tavırları prim yaparsa ne olur bu işin sonu?


Hiç mümkün mü, duygu ve düşünceleri akıl, mantık süzgecinden geçirmeden hisle, hevesle yazacaksın, kültürel konularda kimlikleri kılıç olarak kullanacaksın, sonra da birlik, bütünlük, kardeşlik ve insanlık paydasından bahsedeceksin.


Sen, elbette kimliğinle, kültürünle bezenmelisin ama aynı zamanda renk, dil, din ayrımı yapmadan insanlık ortak paydasında herkesi kucaklamasın. Zor olan da bu zaten!


Yoksa  “Ben yazıyorum oluyor!” sorumsuzluğu iyi yere götürmez bizi.

Büyük birikimle, geniş ufukla, kitlelere yazacaksın. Başka kültürlere asla düşmanlık yapmadan yazacaksın.
 

Hem de “Adige”lik, “Abahaz”lık, “Ubıh”lık… kavramlarında boğulmadan yazacaksın.


İşte o zaman kendini  aşmış olacaksın.


Yoksa her bir küçük mesele ayağına dolanacak, bu sığ düşünce ne yazık ki her seferinde seni “künde”ye getirecektir.
 
 

Evet, sorumluluk, bazen susmaktır. Yüreğin kan ağlarken konuşmamaktır. “Yanlış anlaşılırım!” dan korkmaktır.


Sorumluluk, tarih bilinciyle konuşmaktır, yüreğinden gelenleri yazmaktır.


Sorumluluk, düşünerek konuşmak, hissederek yazmaktır.


“İnsanların pek çoğu değişik maksatlar peşinde koşar dururlar ama bu koşup durmalar sorumlulukla derinleştirilmediği sürece bunlardan bir şey beklemek boşunadır.”


“Ben” ekseninde düşünmek, “his”le, “ heves”le yazıp çizmek, menfaat ekseninde emek harcamak sorumluluk duygusuyla asla bağdaşmaz.

Dil bilmeyen gençlere karşı sorumluluk.“Dava arkadaşlığı” sorumluluğu. Aynı sitelerde yazmanın, aynı köşeleri paylaşmanın sorumluluğu.


Tarihimize karşı, neslimize, geleceğimize karşı sorumluluk.


Ne yazık ki kolayı seçen sorumsuz insanlar, bahanelere gizlenirler.

Daima başkalarını ve içinde bulundukları şartları eleştirirler.


Bu insanlar, hareket etmekte çok yavaş ama şikayet etmekte çok hızlıdırlar.
 
 

Kalp kırmakla, başkalarına acı vermekle beslenen hastalıklı ruhlar, görevlerini eksiksiz yapıyor.


Onlar sorumluluklarının(!) bilincinde,  her ifadeleriyle  yıkmayı, kışkırtmayı, kişiliklere saldırmayı, dün takdir ettiklerini bugün aşağılamayı ustalıkla yapıyorlar.


Çünkü bulundukları ruh hali bunu gerektiriyor.


Sorumluluk sahibi olmak, insanların saygısını, güvenini ve sevgisini kazanmanın en güzel yoludur.


Acaba, ne kadar özverili, ne kadar hoşgörülü ve ne kadar bağışlayıcıyız?


Hiçbir  menfaat beklemeden sevmeyi, birbirimize güvenmeyi öğrenemediysek,  hayat adına sorumluluğumuzu yerine getiremiyoruz demektir.


Evet, bizim her teşebbüsümüz sorumluluk endeksli olmalıdır.


Hayatın gayesini arama sorumluluğu.


Ruhumuzdaki aşka ulaşma sorumluluğu.


Vicdanımızdaki sorumluluk  şuurunu kavrama sorumluluğu.


Işığı, güç kaynağı dayanışma olan toplumu oluşturma sorumluluğu.
 
 

Rüya ve hülyaları gerçekleştirmenin en birinci yolu, sorumluluk bilincine sahip olmaktan geçer. 
 

Şimdi dönüp kendinize soralım, “Ne kadar sorumluluk sahibiyiz?

Dilimiz, kimliğimiz, kültürümüz adına sorumluluk almaya hazır mıyız?