Dili, kültürü, kimliği konusunda fikir
üretirken, bu zarif topluma duygu ve düşüncelerini aktarırken
duyarlı olabilen, sorumluluğun ağır sancısını derinden hisseden
güzel insanlar, ne mutlu size.
Çok asil bir duygudur sorumluluk
duygusu.
İnsanın yapacağı her işte, söyleyeceği her sözde dikkatli
olmasıdır sorumluluk.
Bireyin, kendi istek ve iradesiyle yaptığı ve yüklendiği her
eylemin mutlaka hesabını verme duyarlılığıdır sorumluluk.
“Sorumluluk duygusu, bir inanç, felsefe veya ideolojiden değil,
doğrudan doğruya insanın tabiatından kaynaklanır. İnsan olmak
sorumlu bir varlık olmak demektir ve sorumluluk, insanı
aksiyona iter ve ona dünyayı şekillendirme kabiliyeti
kazandırır.” (J. Paul Sartre)
Ne kadar zor, düşünerek, inanarak “Birilerini kırar mıyım
acaba?”, “Ya birilerini yanlış yönlendirirsem?” hassasiyetiyle
yaşamak, bu duyarlılıkla yazmak.
İnandığı şeyleri yazmak, yazdığı
şeylere inanmak.
Her şeye rağmen kırılan, dökülen olursa özür dilemeyi bilmek.
“Sözü süz de söyle, mânâyı inci gibi diz de söyle,
İllâ haddini hududunu çiz de söyle,
Hem de iyi bir pozda, tam bir dozda söyle. ,
Söylerken hakkı biraz da nefsine söyle…”
hassasiyetiyle kılı kırk yararak, yazdığını kırk defa okuyarak,
düzelterek yazmak, ne zor.
Ne kadar zor, sorumluluk bilinciyle
kalp kırmadan, idealleri hançerlemeden, yüreklere ve bileklere
basmadan yazmak.
“BEN YAZDIM OLDU!”
Akll-ı selim insan için hangi eylem
sorumluluk gerektirmez ki?
Duygu ve düşünceleri internet
sayfalarında paylaşmak sorumluluk istemez mi?
Topluma mal olmuş birini eleştirmek, kavram kargaşası yaşadığımız
“Adige”, “Çerkes”, “Kafkas”, “dönüş” konularında görüş
bildirmek, “sürgün”ü tartışmak ağır bir sorumluluk
gerektirmez mi?
“Cesaret ve birikim” uluorta sorumsuzca konuşmanın, ölçüsüzce,
pervasızca yazmanın adı olmasa gerek.
Herkes sorumluluk hissetmeden “Ben yazdım oldu!” rahatlığıyla her
konuda yazarsa, “Ben bilirim!” tavırları prim yaparsa ne
olur bu işin sonu?
Hiç mümkün mü, duygu ve düşünceleri akıl, mantık süzgecinden
geçirmeden hisle, hevesle yazacaksın, kültürel konularda
kimlikleri kılıç olarak kullanacaksın, sonra da birlik, bütünlük,
kardeşlik ve insanlık paydasından bahsedeceksin.
Sen, elbette kimliğinle, kültürünle bezenmelisin ama aynı zamanda
renk, dil, din ayrımı yapmadan insanlık ortak paydasında herkesi
kucaklamasın. Zor olan da bu zaten!
Yoksa “Ben yazıyorum oluyor!” sorumsuzluğu iyi yere götürmez
bizi.
Büyük birikimle, geniş ufukla,
kitlelere yazacaksın. Başka kültürlere asla düşmanlık yapmadan
yazacaksın.
Hem de “Adige”lik, “Abahaz”lık,
“Ubıh”lık… kavramlarında boğulmadan yazacaksın.
İşte o zaman kendini aşmış olacaksın.
Yoksa her bir küçük mesele ayağına dolanacak, bu sığ düşünce ne
yazık ki her seferinde seni “künde”ye getirecektir.
Evet, sorumluluk, bazen susmaktır.
Yüreğin kan ağlarken konuşmamaktır. “Yanlış anlaşılırım!” dan
korkmaktır.
Sorumluluk, tarih bilinciyle konuşmaktır, yüreğinden gelenleri
yazmaktır.
Sorumluluk, düşünerek konuşmak, hissederek yazmaktır.
“İnsanların pek çoğu değişik maksatlar peşinde koşar dururlar ama
bu koşup durmalar sorumlulukla derinleştirilmediği sürece
bunlardan bir şey beklemek boşunadır.”
“Ben” ekseninde düşünmek, “his”le, “ heves”le yazıp çizmek,
menfaat ekseninde emek harcamak sorumluluk duygusuyla asla
bağdaşmaz.
Dil bilmeyen gençlere karşı
sorumluluk.“Dava arkadaşlığı” sorumluluğu. Aynı
sitelerde yazmanın, aynı köşeleri paylaşmanın sorumluluğu.
Tarihimize karşı, neslimize, geleceğimize karşı sorumluluk.
Ne yazık ki kolayı seçen sorumsuz insanlar, bahanelere
gizlenirler.
Daima başkalarını ve içinde
bulundukları şartları eleştirirler.
Bu insanlar, hareket etmekte çok yavaş ama şikayet etmekte çok
hızlıdırlar.
Kalp kırmakla, başkalarına acı
vermekle beslenen hastalıklı ruhlar, görevlerini eksiksiz
yapıyor.
Onlar sorumluluklarının(!) bilincinde, her ifadeleriyle yıkmayı,
kışkırtmayı, kişiliklere saldırmayı, dün takdir ettiklerini
bugün aşağılamayı ustalıkla yapıyorlar.
Çünkü bulundukları ruh hali bunu gerektiriyor.
Sorumluluk sahibi olmak, insanların saygısını, güvenini ve
sevgisini kazanmanın en güzel yoludur.
Acaba, ne kadar özverili, ne kadar hoşgörülü ve ne kadar
bağışlayıcıyız?
Hiçbir menfaat beklemeden sevmeyi, birbirimize güvenmeyi
öğrenemediysek, hayat adına sorumluluğumuzu yerine getiremiyoruz
demektir.
Evet, bizim her teşebbüsümüz sorumluluk endeksli olmalıdır.
Hayatın gayesini arama sorumluluğu.
Ruhumuzdaki aşka ulaşma sorumluluğu.
Vicdanımızdaki sorumluluk şuurunu kavrama sorumluluğu.
Işığı, güç kaynağı dayanışma olan toplumu oluşturma sorumluluğu.
Rüya ve hülyaları gerçekleştirmenin en
birinci yolu, sorumluluk bilincine sahip olmaktan geçer.
Şimdi dönüp kendinize soralım, “Ne
kadar sorumluluk sahibiyiz?
Dilimiz, kimliğimiz, kültürümüz adına
sorumluluk almaya hazır mıyız? |