Bu kültürle
yaşamaktan, bu kimliği taşımaktan, bu dili konuşmaktan korkuyor
muyuz yoksa?
Sürgünü,
dönüşü dillere pelesenk etmiş halimizden, sözün ilerisine
geçemeyen vaziyetimizden mutlu muyuz?
Mutlu muyuz
duyarsızlığımızdan, kavgalarımızdan, önyargılarımızdan, benlik ve
enaniyetimizden?
Yetiyor mu
bize, maziyle kupkuru öğünmeler, kimseyi beğenmemeler?
Yetiyor mu
“Kâfe” yetiyor mu “Yunafe”?
Peki, son
günlerde etrafı kasıp kavuran ülke gündemine, bizim de
katacağımız bir şeyler yok mu acaba?
Yok mu dernek
ve üst kurullarımızın söyleyecek sözü?
Talep ettik mi
acaba mikrofonu?
Eğer
söylenecek sözümüz yoksa, yalan mıydı bu güne kadar söylenilegelen
“Daha fazla özgürlük, daha fazla kültürel haklar!” söylemleri?
Sahte miydi
bu güne kadar duyduğumuz “değişim”, “açılım” önerileri?
BİZ
NEREDEYİZ?
Şimdilerde,
şartların gereği büyük fırsat yakalanmışken, düşünen, üreten
insanımızın yıllarca dillendirdiği “Daha fazla özgürlük, daha
fazla kültürel haklar!” söylemleri taban bulmuşken,
özgürlükler için harekete geçilmişken biz neredeyiz?
Biz, bu
çalışmaların hangi boyutundayız?
Neden
konuşmuyor, niçin görüşmüyoruz?
Derneklerimiz,
dernek başkanlarımız, üst kurumlarımız, temsilcilerimiz,
yazar ve çizerlerimiz, neredeler?
Yoksa “Bu
özgürlükler çalışmasına bize haber vermeden başladınız, o
halde biz bu işte yokuz, zaten biz halimizden memnunuz, bir
talebimiz de olamaz!” mı diyoruz?
Yoksa, ”Bu
olay siyasidir!” önyargısında mı boğuluyoruz?
Değilse, bu
duyarsızlık, bu önyargı, bu heyecansızlık, bu basite alma, bu
umursamazlık bir siyasi tutum bağnazlığı mı?
Merak
ediyorum bu önyargılar ne katacak davamıza?
Bahane mi
Allah aşkına bunlar.
Kültürel
derdi, yok olma endişesi olan hangi samimi insan bu minnacık
hesaplarda boğulur?
Evet, galiba
biz halimizden memnunuz ve yeni hak ve özgürlüklerden
korkuyoruz!
“Bize hak
vermiyorlar!” diye bağırıp durmak varken,
Farklılıkları
kabullenememek hastalığıyla sarmaş dolaş yaşarken,
Samimiyetsizlik ruhumuza işlemişken,
Hayatı ezber
yaşamak dururken,
İnançsızlık,
ümitsizlik, hayalperestlik ve dahi tembellik basiretimizi
bağlamışken,
Daha da
önemlisi, biz bu halimizden memnunken,
Şikâyet edip
oturmak, tam da bize göreyken,
Hızla
eriyip tükenirken,
Allah aşkına bu “açılım” da nerden çıktı?
Korkuyoruz
galiba, korkuyoruz!
ÇAL
GÜZELİM “KÂFE”Yİ!
Öyle ya “Hadi
bakalım anadili daha etkili konuşmak, öz kültürü
daha iyi yaşamak için kurun TV’nizi, yazın kitaplarınızı, açın
kreşlerinizi, yapın eğitimizi, yürütün çalışmalarınızı” denilirse?
Ya gerçekten
iş ciddiye biner de sözün ötesine yani icraata geçmek zorunda
bırakılırsak?
Ya bu işin
içine, yüreğimizi , zamanımızı, cüzdanımızı koymak zorunda
kalırsak?
Ya
derneklerimiz daha ciddi işler yapmak zorunda bırakılırsa?
Ya
Türkiye’deki milyonlarca insan, korkmadan, güvenle toplumsal
barış, özgürlük ve bütünlük çizgisinde özgürce yürümek zorunda
kalırsak?
Olmaz! Hem
sonra hani bu konularda eğitilmiş elaman, hani imkân?
Hem yani
bizler bundan sonra evlerimizde anadilimizle mi konuşacağız?
Çocuklarımız Nart destanlarıyla mı büyüyecek? Radyomuz, gazetemiz,
TV’miz, okulumuz bu kültüre, sevgiye, barışa, mutluluk ve
kardeşliğe hizmet mi edecek? Yani bu kültür şahlanacak, bu dil
geniş çevrelerce konuşulacak, toplumsal barışa katkı mı
sağlayacak?
Olur mu
canım sen de!
“Yok, yok bu
açılım işi siyasidir, inanın siyasidir!”
Biz işimize
bakalım.
Çal güzelim
“KÂFE”yi! |