Siz
hiç inanmadınız, dün de inanmadınız bu günde inanmıyorsunuz!
Kültürden dem
vururken, dernek programlarını kaçırmazken, “Gençlik,
geleceğimizdir!” derken, siz inanmıyordunuz.
Neredeydiniz,
dili unutturulan, kültüründen uzaklaştırılan o pırıl pırıl
gençler kimlik bunalımıyla kıvranırken?
Kim
gördü sizi, toplumu ve kültürü için okurken, yazarken,
düşünürken, üretirken, kollarını açmış kucaklarken?
Öyle ya, ara
vermeden dedikodu, hiç durmadan eleştiri…
Meşguldünüz.
“Mızıka”
çalınırken, “kafe” oynanırken, o birbirinden güzel kızlarımız, o
dalyan delikanlılarımızı gördüğünüzde, bu neslin ne kadar ihmal
edildiğini hissedip yüreğiniz burkulmadı mı, vicdanınız
sızlamadı mı?
Bu “yok oluş”,
bu “ tükeniş “ karşısında kalbiniz hiç duracak gibi olmadı
mı?
Neredeydiniz,
birileri bir şeyler üretirken, iyi niyetliler kıvranırken, gençler
çırpınırken?
Yok oluşa
direnenlerin feryadını haykıran makaleler, dergiler, kitaplar
okunmayı beklerken siz neredeydiniz?
Neredeydiniz
”diriliş” konuşulurken, görev paylaşılırken?
Kocaman
yürekli gençler sizden yardım isterken, bu kültürle yetişme
arzusuyla hop oturup hop kalkarken siz neredeydiniz?
Evet, siz o
zaman inanmadığınız sözleri söylüyor, yüzünüzdeki maskeyle
rolünüzü oynuyordunuz.
Siz
inanmıyordunuz.
Siz kürsüde,
“Bu dil unutuluyor, bu kültür yok oluyor!” diyerek haykırırken
samimi değildiniz, inanmıyordunuz!
Dilin gücüne,
bu kültürün yaşatılması gerektiğine, gençlerin önemine, uyuma,
birlikteliğe asla inanmadınız! İnanmadınız sevgiye, inanmadınız
gücünüze, toplumunuza…
Bir araya
gelen birkaç yüreğin neler yapabileceğini anlamadınız,
inanmadınız.
Yalandı
sözleriniz, sahteydi tavırlarınız.
Siz
hiç inanmadınız!
Elinizde
tesbih, sıcacık odanızda demli çayınızı yudumlarken,
kadehinizi doldururken, kültürün öneminden, dilin değerinden dem
vururken, devletler kurup devletler yıkarken, “gençlerimiz”
derken, Kafkasları kurtarırken söylediklerinize inanmıyordunuz.
Siz,
tarihinize, geleceğinize, gençliğimize hiç inanmadınız ki…
Bu dilin
gücüne, bu kültürün önemine asla inanmadınız!
Siz,
inanmadığınız, hissetmediğiniz, ruhunu kavrayamadığınız konularda
gönül eğlendirmek için ömür tükettiniz.
Siz, dava
adamı, kültür insanı, dernek başkanı sıfatlarını da kullandınız.
Siz, samimi değildiniz!
Siz
hâlâ samimi değilsiniz, “hırs”ınız, “hased”iniz yüzünden bu
davayı eritiyorsunuz, bu davaya çok büyük zarar veriyorsunuz!
Siz, bir ömür
kutsallarla gönül eğlendirdiniz, insanları, kardeşlerinizi
yaftaladınız, hep kendinizle savaştınız, benliğinizi hiç
aşamadınız.
Dernek
başkanı olarak konuşurken, üye olarak dernek aidatı öderken
inanmadınız.
“Bu kültür
için ne yapabiliriz?” diyerek çırpınan gençlere asla güvenmediniz.
Merakımı bağışlayın ama bu vahim manzara karşısında en son ne
zaman yüreğiniz sızladı?
Daha doğrusu
hiç yüreğiniz sızladı mı sizin?
Yok olan
diliniz, unutulan kültürünüz için uykularınız kaçmadı mı hiç?
Size
hiç, “Büyük davalar, inanan yürekler ister, davalar, yürekli
insanlarla yücelir!” diyen olmadı mı?
İnanmadınız,
evde çocuğunuzla anadili konuşmanın önemine.
İnanmadınız,
bu kültürün yaşaması için gençlerin vazgeçilmez olduğu hakikatine.
İnanmadınız
birlikteliğin sihirli gücüne.
Sevgiye,
dostluğa, barışa, dayanışmaya, kucaklaşmaya inanmadınız.
İnanmadınız
kültürünüze!
İnanmadınız
toplumunuza!
Size yakışan
inançtı, moraldi, güvendi, hoşgörüydü; güzel çalışmaları
alkışlamaktı, moralleri yükseltmek, uzaklara, karanlıklara
ışık tutmaktı.
Size yakışan,
büyük düşünmek, birlikte başarmaktı!
Yani bu
kültürü, bu toplumu kalp ve kafayla kucaklamaktı…
Oysa siz,
yapılan şeyleri hep eleştirdiniz, her daim ideali
hançerlediniz, hep dışladınız, yüreklere bileklere bastınız,
kişilerle uğraştınız, kırdınız döktünüz, benlik ve gurur ekseninde
dönüp durdunuz.
Hep "Ben
biliyorum!” dediniz, beğenmediniz, dinlemediniz, anlamadınız.
Siz
hiç inanmadınız! |