Dün, siyasetten
hoşlanmayan, kendi samimiyet ve dürüst duruşunu siyasetin zeminine
uygun görmeyen bir toplum, bugün bu kulvarda siyasetle dans etme
yolunda.
Günümüz siyaseti,
hâlâ rakibini hile ile yok etme stratejisini metot kabul
ediyor, vicdan, nezaket, zarafet, asgari saygı, siyasetin
sürgülü kapısından içeri giremiyorsa, toplumumuzun siyasete
bugüne kadarki mesafeli duruşunu yadırgamamak lazım.
Siyaset, kavgadan başka dil bilinmiyorsa,
Siyasetçi, sözün etki
gücünü keşfedemiyor, mizah ve nükte, bir dil olarak onların
literatüründe yer almıyorsa,
Sevginin, şefkatin,
vicdanın sesi yok olup gidiyorsa,
Ne yapsın dürüstlüğü
şiar edinmiş bu toplum?
Elbette uzak duracak
bu ilkellik ve bayağılıktan.
Toplumumuz, bugüne kadar da öyle yaptı zaten.
Şu sözü
hep duyarız: “Dost kaybetmek, vefasızlıklarla hançerlenmek,
akıl almaz iftiralara uğramak istiyorsanız siyasetten daha iyi bir
zemin bulamazsınız!”
“Siyasete girince
tanınmaz hale gelen pek çok adam gördüm. Siyaset, buz tutmuş
kaldırımlara benziyor. Nice delikanlının yürüyüşü, bu
kaldırımda düşme endişesiyle değişiyor…”
Buraya kadar tamam,
toplumumuzun siyasetten uzak durmasının haklı gerekçelerinden
birisi bu.
Peki, bu böyle
devam edip gitmeli mi?
Gidecekse nereye
kadar?
YA HİZMETİN YOLU
SİYASETTEN GEÇİYORSA?
Ne yazık ki artık hizmet, siyasetten geçiyor.
Normalde siyaset, topluma hizmet etmenin en geniş
yolu.
O halde, her şeye rağmen,
güvenilir, kimlikli, namuslu, düzgün insanlar mutlaka siyasete
girmeli, liyakatli ve dürüst insanlar bu görevden kaçmamalı.
Çizgisini, duruşunu koruyan vasıflı insanlarımız gerekirse
siyasete akıl ve hikmet katmak için elbette
yüreklendirilmeli.
Siyaset,
menfaat peşinde koşanlara asla terk edilmemeli.
Dili ve kültürü yok olma tehlikesi yaşayan bir
toplum, dilini koruyacak, kültürünü yaşatacaksa, büyük düşünmek,
gerekirse riskleri göze almak zorundadır.
Yani Çererkes’ler de siyaseti öğrenmek, bu hizmet
metodunu en doğru şekliyle uygulamak mecburiyetinde.
Peki, nasıl ve hangi stratejilerle?
Unutmayalım, bu ülkede Kafkas toplumunun
duvarlarını kalınlaştırıcı, kimlikleri sivriltici, bin bir
zahmetle kurulan köprüleri yıkıcı tavırlarla ne siyaset
yapılır ne de bu kültür korunur.
Eğer bu toplum, siyasetle hizmet etme yolunu
seçecekse ki bu kaçınılmazdır, siyasetin ancak ilkesel
tavırlarla yapılabileceğini asla unutmamalı.
Kimlikleri ön plana çıkaran, uyumsuzluğu
çağrıştıran, ötekileştiren tavırlarla siyaset olmaz!
Etnik
kökene
ve inanca
dayalı siyaseti
kaç samimi insan alkışlıyor.
Dili ve kültürü yok olma tehlikesi yaşayan bir
kültürün temsilcileri mutlaka mecliste olmalı. Temel insan hakları
boyutunda talepler ve teklifler de olmalı.
Ama bu talepler dile getirilirken bu icraatlar
uygulanırken üsluba çok dikkat edilmeli, kimlikler
sivriltilmemeli.
Artık, azınlık ve ezilmişlik refleksiyle, hep
kendimizi anlatmaya, soyumuzu, tarihimizi köpürtmeye, “Biz var
ya biz, biz en üstünüz!” söylemleriyle kimliklerimizi mızrak
gibi sivriltmeye “Paydos!” demeliyiz.
Ekonomiyi konuşacaksan, temel insan haklarını
savunacaksan, işsizliğe çözüm arayacaksan, kültürünü ve
toplumunu en doğru tarzda temsil ederken, seçmenlerinin tamamını
kucaklayabileceksen, onların gönlünde taht kurabileceksen
soyunacaksın siyasete.
İlkesiz
ve hedefsiz siyaset toplumumuza fayda getirmez.
Siyaset
olaylara daha kuşatıcı bir nazarla bakabilme yeteneğinin yanında
biraz feraset, biraz da dirayet ister.
TOPLUMLA
KUCAKLAŞMAYA KİM NİÇİN KARŞI ÇIKAR?
İçinde yaşadığımız büyük toplumla kaynaşma adına
yöresel hassasiyetlerin ön plana çıkartılması, bu bağlamda
derneklerimizin iftar, aşure, mevlit programlarıyla sosyal
ve toplumsal gücünü ortaya koyması çalışmalarına kim niçin karşı
çıkar?
Bireylerin kimlik ve kültürünü koruma sevdasının
yanında, içinde yaşadığı toplumun değer yargılarına sahip çıkması
erdemliliğine kim hangi amaçla
tavırlıdır?
Kendi değerlerinden başka değer tanımayan, kimsenin
kimliğini kimlik olarak kabul etmeyen bir mantıkla insan kendisini
topluma nasıl sevdirir, düşüncelerini nasıl kabul ettirir,
kültürünü nasıl savunur?
Daha da önemlisi Türkiye gibi bir coğrafyada nasıl
oy ister, nasıl vekil olur, bu topluma nasıl hizmet eder?
Türkiye’de siyasete aday olacaksın, bölgendeki
Çerkes oylarının sayısını da çok iyi bileceksin, buna rağmen
efelenecek, hassasiyetleri kaşıyacak, etnik köken tepkiselliği
içinde olacak, 29 Ekim’i, 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı hiçe sayacak,
herkesin 21 Mayıs’ta yoğunlaşmasını talep edeceksin.
Olur, ne ala memleket!
Artık toplumsal hizmeti düşünen herkesin, dünyanın
sadece derneğin buğulu penceresinden görülen kadar
olmadığını çok iyi anlaması gerekir.
Özellikle ve öncelikle bu kişilerin “ben girdabı”ndan
bir an önce çıkması lazım.
Siyaseti düşünenler, toplumunu, kültürünü en güzel
şekilde temsil ederken, davasına sahip çıkarken içinde yaşadığı
büyük toplumun değer yargılarına ters düşebilir mi?
Herkes tarafından sevilmesi, kucaklanması gerekmez
mi onların?
SİYASETİN ÇERKESÇESİ OLUR MU?
“Yok,
kardeşim ben Çerkes’im, siyasetin de Çerkesçesini yaparım.”
“Hem
toplumla kaynaşmak isteyen de kim ki?“
“Biz yolcuyuz, yolcu yolunda gerek. Bizler bu uzun
ve çetin yolları kat edip döneceğiz.” diyorsanız, sözüm yok size.
Kendi kalın duvarınızı örmeye devam edin.
Fırsat buldukça övünün durun, dışlamaya
devam edin, ötekileştirin herkesi, esin, gürleyin, tarihten,
soyunuzun asaletinden dem vurun durun.
Size, miting alanı olarak “Kefken”, müzik
olarak “kâfe” yeter!
Sen, sana oy verecek hedef kitlenin hiçi bir
hassasiyetini gözetmeyeceksin, daima üstün ırk olduğunu
söyleyeceksin, diğerlerini küçümseyecek, durmadan Osmanlı
düşmanlığı yapacaksın, bayrağa takılacak, kimlikleri
sivriltecek, etnik boyutları köpürteceksin.
Sonra da kalkıp içinde yaşadığın toplumun oyuna
talip olacaksın, vekillik hayal edecek, vekillik teklifi
gelmezse küseceksin.
Aman ne güzel, sevsinler
seni!
Bir ömür, “Aşure benim kültürümde yok!” diyeceksin,
iftar programlarına karşı çıkacaksın, “Din, Allah’la kul
arasınadır, dinin sosyal yaşantıda yeri yoktur!” diyeceksin, dini
motiflerden korkacak hatta kaçacaksın, sonrasında bu değerlerin
mensubu kesimin oyuna talip olacak vekillik, bakanlık hayal
edeceksin.
Ohhh bee, ne güzel!
Buyurun, vekillik mi
alırdınız, bakanlık mı?
Başbakanlık da var, arzu eder miydiniz? |