...................
...................
SİYASET VE İLKESEL DURUŞ
26.01.2011
YEMUZ Nevzat Tarakçı
...................
...................
Dün, siyasetten hoşlanmayan, kendi samimiyet ve dürüst duruşunu siyasetin zeminine uygun görmeyen bir toplum, bugün bu kulvarda siyasetle dans etme yolunda.

Günümüz siyaseti, hâlâ rakibini hile ile yok etme stratejisini metot kabul ediyor, vicdan, nezaket, zarafet, asgari saygı, siyasetin sürgülü kapısından içeri giremiyorsa, toplumumuzun siyasete bugüne kadarki mesafeli duruşunu yadırgamamak lazım.

Siyaset, kavgadan başka dil bilinmiyorsa,

 

Siyasetçi, sözün etki gücünü keşfedemiyor, mizah ve nükte, bir dil olarak onların literatüründe yer almıyorsa,

 

Sevginin, şefkatin, vicdanın sesi yok olup gidiyorsa,

Ne yapsın dürüstlüğü şiar edinmiş bu toplum?

 

Elbette uzak duracak bu ilkellik ve bayağılıktan.

Toplumumuz, bugüne kadar da öyle yaptı zaten.

Şu sözü hep duyarız: “Dost kaybetmek, vefasızlıklarla hançerlenmek, akıl almaz iftiralara uğramak istiyorsanız siyasetten daha iyi bir zemin bulamazsınız!”

“Siyasete girince tanınmaz hale gelen pek çok adam gördüm. Siyaset, buz tutmuş kaldırımlara benziyor. Nice delikanlının yürüyüşü, bu kaldırımda düşme endişesiyle değişiyor…”

Buraya kadar tamam, toplumumuzun siyasetten uzak durmasının haklı gerekçelerinden birisi bu.

Peki, bu böyle devam edip gitmeli mi?

Gidecekse nereye kadar?
 

YA HİZMETİN YOLU SİYASETTEN GEÇİYORSA?

Ne yazık ki artık hizmet, siyasetten geçiyor.

Normalde siyaset, topluma hizmet etmenin en geniş yolu.

O halde, her şeye rağmen, güvenilir, kimlikli, namuslu, düzgün insanlar mutlaka  siyasete girmeli, liyakatli ve dürüst insanlar bu görevden kaçmamalı.

Çizgisini, duruşunu koruyan vasıflı insanlarımız gerekirse siyasete akıl ve hikmet katmak için elbette yüreklendirilmeli.

Siyaset, menfaat peşinde koşanlara asla terk edilmemeli.

Dili ve kültürü yok olma tehlikesi yaşayan bir toplum, dilini koruyacak, kültürünü yaşatacaksa, büyük düşünmek, gerekirse riskleri göze almak zorundadır.

Yani Çererkes’ler de siyaseti öğrenmek, bu hizmet metodunu en doğru şekliyle uygulamak mecburiyetinde.

Peki, nasıl ve hangi stratejilerle?

Unutmayalım,  bu ülkede Kafkas toplumunun duvarlarını kalınlaştırıcı, kimlikleri sivriltici, bin bir zahmetle kurulan köprüleri yıkıcı tavırlarla ne siyaset yapılır ne de bu kültür korunur.

Eğer bu toplum, siyasetle hizmet etme yolunu seçecekse ki bu kaçınılmazdır, siyasetin ancak ilkesel tavırlarla yapılabileceğini asla unutmamalı.

Kimlikleri ön plana çıkaran, uyumsuzluğu çağrıştıran, ötekileştiren tavırlarla siyaset olmaz!

Etnik kökene ve inanca dayalı siyaseti kaç samimi insan alkışlıyor.

Dili ve kültürü yok olma tehlikesi yaşayan bir kültürün temsilcileri mutlaka mecliste olmalı. Temel insan hakları boyutunda talepler ve teklifler de olmalı. Ama bu talepler dile getirilirken bu icraatlar uygulanırken üsluba çok dikkat edilmeli, kimlikler sivriltilmemeli.

Artık, azınlık ve ezilmişlik refleksiyle, hep kendimizi anlatmaya, soyumuzu, tarihimizi köpürtmeye, “Biz var ya biz, biz en üstünüz!” söylemleriyle kimliklerimizi mızrak gibi sivriltmeye “Paydos!” demeliyiz.

Ekonomiyi konuşacaksan, temel insan haklarını savunacaksan, işsizliğe çözüm arayacaksan, kültürünü ve toplumunu en doğru tarzda temsil ederken, seçmenlerinin tamamını kucaklayabileceksen, onların gönlünde taht kurabileceksen soyunacaksın siyasete.

İlkesiz ve hedefsiz siyaset toplumumuza fayda getirmez.

Siyaset olaylara daha kuşatıcı bir nazarla bakabilme yeteneğinin yanında biraz feraset, biraz da dirayet ister.
 

TOPLUMLA KUCAKLAŞMAYA KİM NİÇİN KARŞI ÇIKAR?

İçinde yaşadığımız büyük toplumla kaynaşma adına yöresel hassasiyetlerin ön plana çıkartılması, bu bağlamda derneklerimizin iftar, aşure, mevlit programlarıyla sosyal ve toplumsal gücünü ortaya koyması çalışmalarına kim niçin karşı çıkar?

Bireylerin kimlik ve kültürünü koruma sevdasının yanında, içinde yaşadığı toplumun değer yargılarına sahip çıkması erdemliliğine kim hangi amaçla tavırlıdır?

Kendi değerlerinden başka değer tanımayan, kimsenin kimliğini kimlik olarak kabul etmeyen bir mantıkla insan kendisini topluma nasıl sevdirir, düşüncelerini nasıl kabul ettirir, kültürünü nasıl savunur?

Daha da önemlisi Türkiye gibi bir coğrafyada nasıl oy ister, nasıl vekil olur, bu topluma nasıl hizmet eder?

Türkiye’de siyasete aday olacaksın, bölgendeki Çerkes oylarının sayısını da çok iyi bileceksin, buna rağmen efelenecek, hassasiyetleri kaşıyacak, etnik köken tepkiselliği içinde olacak, 29 Ekim’i, 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı hiçe sayacak, herkesin 21 Mayıs’ta yoğunlaşmasını talep edeceksin. 

Olur, ne ala memleket!

Artık toplumsal hizmeti düşünen herkesin, dünyanın sadece derneğin buğulu penceresinden görülen kadar olmadığını çok iyi anlaması gerekir.

Özellikle ve öncelikle bu kişilerin “ben girdabı”ndan bir an önce çıkması lazım.

Siyaseti düşünenler, toplumunu, kültürünü en güzel şekilde temsil ederken, davasına sahip çıkarken içinde yaşadığı büyük toplumun değer yargılarına ters düşebilir mi?

Herkes tarafından sevilmesi, kucaklanması gerekmez mi onların?

 

SİYASETİN ÇERKESÇESİ OLUR MU?

“Yok, kardeşim ben Çerkes’im, siyasetin de Çerkesçesini yaparım.”

“Hem toplumla kaynaşmak isteyen de kim ki?“

 “Biz yolcuyuz, yolcu yolunda gerek. Bizler bu uzun ve çetin yolları kat edip döneceğiz.” diyorsanız, sözüm yok size.

Kendi kalın duvarınızı örmeye devam edin.

Fırsat buldukça övünün durun, dışlamaya devam edin, ötekileştirin herkesi, esin, gürleyin, tarihten, soyunuzun asaletinden dem vurun durun.

Size, miting alanı olarak “Kefken”, müzik olarak “kâfe” yeter!

Sen, sana oy verecek hedef kitlenin hiçi bir hassasiyetini gözetmeyeceksin, daima üstün ırk olduğunu söyleyeceksin, diğerlerini küçümseyecek, durmadan Osmanlı düşmanlığı yapacaksın, bayrağa takılacak, kimlikleri sivriltecek, etnik boyutları köpürteceksin.

Sonra da kalkıp içinde yaşadığın toplumun oyuna talip olacaksın, vekillik hayal edecek, vekillik teklifi gelmezse küseceksin.

Aman ne güzel, sevsinler seni!

Bir ömür, “Aşure benim kültürümde yok!” diyeceksin, iftar programlarına karşı çıkacaksın, “Din, Allah’la kul arasınadır, dinin sosyal yaşantıda yeri yoktur!” diyeceksin, dini motiflerden korkacak hatta kaçacaksın, sonrasında bu değerlerin mensubu kesimin oyuna talip olacak vekillik, bakanlık hayal edeceksin.

Ohhh bee, ne güzel!

Buyurun, vekillik mi alırdınız, bakanlık mı?

Başbakanlık da var, arzu eder miydiniz?