Bugünlerde polemik ve
tahriklerle toplumumuzu ziyadesiyle rahatsız eden bir dizi
gariplik yaşıyoruz.
Sanki
birileri düğmeye basmış gibi peşi sıra gelişiyor olaylar.
Ayrı
baş çekmek,
sokaklarda yürümek moda.
Erken
kalkan, yürüyüş planlıyor.
Tarihler, mekânlar, söylemler karma karışık.
Bu
karmaşaya bir de sosyal paylaşım sitelerindeki düşünce
kirliliği eklenince iş iyiden iyiye zıvanadan çıkıyor.
Bu fevrilikten, en çok da gençler etkileniyor.
Gençler
hırçınlaşıyor, gençler bocalıyor hatta
savruluyor.
Öyle ya, kim, kime karşı?
Kim, kimin yanında?
Nedir bu toz duman, ne oluyoruz?
Bu noktada gençler, kimi dinlesin, kimi örnek
alsın, doğruyu nasıl bulsun?
Hani
model olması gereken yöneticilerin tavrı?
Hani
sanatçıların duruşu, nerede yazar ve çizerlerin ışığı?
Meğer
toplumun pusulası olan yöneticilerin, sanatçıların, yazar-
çizer ve düşünürlerin sorumluluğu ne ağırmış!
ENERJİMİZİ KAVGAYA HARCIYORUZ
Toplumumuz için hayati önem taşıyan yeni anayasa
çalışmaları öncesinde beyin fırtınası oluşturup ortak aklı
kullanmamız gerekirken,
Dağ
gibi kültürel ve sosyal sorunlar çözülmeyi beklerken şu
yaşanan komediye bir bakın.
Bir
bakın, yapay gündeme, bir bakın enerjimizi nereye harcadığımıza.
Üç
kişi bir araya geliyor, ”Biz toplumun temsilcisiyiz, ey soylu
toplum, haydi şu tarihte şurada birlikte yürüyelim! Bize katılın,
diğerleri ‘tu kaka’ zaten!” diyor.
Peki,
toplum ne yapıyor?
Sessiz çoğunluk suskun, sabrediyor, olan biteni ibretle, hayretle
seyrediyor.
ÇÖZÜM
NE OLMALI?
Biz mutlaka güncelin kelepçesinden, aktüalitenin
dar menfezinden geniş ufuklara açılmak zorundayız.
Sorumluluk bilinciyle, hoşgörü ve samimiyetle bunu
başarabiliriz.
O halde:
Herkes, tutulması gereken bir el uzatmalı.
Herkes, “Eksiğimi söyleyenin elini öperim!”
demeli.
Herkes, varsa kendi usul yanlışlarını, üslup
hatalarını görmeye, onları düzeltmeye çalışmalı.
Herkes, biraz da kendisiyle yüzleşmeli, kendisini
sorgulamalı.
Herkes, böylesi günlerde kelimeleri iyi seçerek,
manayı derinden düşünerek vakıf olduğu konularda konuşmalı.
Herkes, kavgacılara ve kavgacı üsluba tepki
göstermeli.
Bununla birlikte kimse, olan biteni ibretle
seyreden bu asil toplumun gözünü boyayabileceği yanılgısına
düşmemeli.
Kimse, kurumların yıpratılmasından,
karmaşadan, belirsizlikten, benlik ve enaniyetten medet
ummamalı.
Umuyorsa kendisini sorgulamalı, bu durumda
samimiyetten asla bahsetmemeli.
RENGİ
SOLANLAR, KİMYASI BOZULANLAR
Ne yazık ki kurumların alerjisiyle yaşayanlar,
vicdanıyla hissiyatın arasına sıkışanlar, gün ışığından kaçarak
karanlıkta fısıldaşanlar var.
Hayatını düşmanlık ve haset üzerine kurgulayanlar
var.
Siyasi seçimlere sayılı günler kalmışken, yeni
anayasa düşüncesi sıcaklığını korurken, bu iki husus
geleceğimizi ilgilendirirken biz enerjimizi nerelerde harcıyoruz?
Bu kabul edilir bir durum mu?
Birlikte geleceği planlamak varken, yapılan her
güzel çalışmayı sorgulamanın, her icraatı eleştirmenin, bugüne
kadar yapıla her şeyi bir kalemde silmenin mantığı nedir?
Objektif görünme kaygısıyla, yapılan her güzel
çalışmanın aleyhinde konuşmanın kime ne yararı var?
Nefrete dayalı, tahakküm amaçlı çıkışlar bunlar.
Sessiz çoğunluk, hayret ve ibretle izliyor olan biteni.
Toplumumuz, bu güne kadar “kavga”
ve “kaos” tan medet umanlara asla prim vermedi, bundan
sonra verir mi dersiniz?
TAHRİKLER, POLEMİKLER
Ağır tahriklere, yıpratıcı polemiklere rağmen
hizmet esaslı üsluplarını bozmayan
kurumlarımızın temsilcilerini yürekten kutluyorum.
Fakat üzgünüm, endişeliyim.
Zira bir kaşık suda fırtına koparılıyor.
Ya bu sis ve fırtınada umutları boğarsa yeis!
Görünen o ki
kamu vicdanı,
yüreği
benlik ve haset ekseninde
negatif enerji üreten, kamplaşmayı, çatışmayı körükleyenlerle
değil,
samimiyet ve hoşgörüyle bu kültür için gayret sarf edenlerle
birliktedir. |