Aralık ayının son haftası.
Geniş, nezih bir otel salonu.
Sahnede billur sesi, gür nefesi, harika elbisesiyle
zarif bir Çerkes kızı.
Zarafeti ve asaletiyle sahneyi dolduran güzel
sanatçının buram buram kültür kokan ezgileri, dalga dalga
yayılıyor salona.
Bu şarkılar, titretir gönülleri, kavurur yürekleri.
Zaten, bildiğim kadarıyla beş yüz kişilik salondaki
davetlilerin büyük çoğunluğu Çerkes. Bakın, bu gece,
muhteşem konserle bu salon inleyecek.
“YA SÖYLEYEN GİTMELİDİR YA DA DİNLEMEYİ BECEREMEYEN
“
Konser öncesi, protokol konuşmaları ve seremoni
yapılmıştı. Açıkçası ben, programın bu kısmından daha fazla
coşku beklemiştim.
Hatta içimden “Sen, biraz sonra konserde gör
bakalım coşkuyu.” diyerek iyice konser havasına girmiştim.
Salonda sıra, sıcak yemeklerde, yüzler gülüyor,
yemekler tüketiliyor.
Güzel dostlarla paylaştığım masa sahnenin tam
karşısında.
Aklıma, ses sanatçısı “Eğe” ye ait olduğunu
sandığım şu iadeler takılıverdi.
“Hayatım boyunca katıldığım hiçbir müzikli davette
ön masada olmayı tercih etmedim. Çünkü göz temasımın
olduğu sanatçıyla, eser icra ederken yemek yeme küstahlığını ya da
en hafifinden terbiyesizliğini hoş bulmadım. Yemekli programlarda
sahne alırken tek koşulum, yemeğin bitmesidir. Zira sahne,
insanının bizzat emeğe saygı beklediği son duraktır.
Seyirci ya gaz verir ya da bitirir sanatçıyı.”
“Ön masalardaysan adabı vardır oturmanın, kalkmanın
hatta konuşmanın ve bakmanın. Senin en sevdiğim şarkı dediğin
yerde biri konuşmaya sohbete başlarsa ya
söyleyen gitmelidir ya da dinlemeyi beceremeyen…”
Ya Fazıl Say’ın ifadeleri:
"Saygıyla eğil
Uzun uzun saygıyla
Sevgiyle
İçtenlikle
Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin
Onlar da seni dinlemeye geldi
İçine çek onları
En derinden hissedecek kadar içine çek
‘İyi’ yi hisset..."
KAHREDİCİ İLGİSİZLİK BİZE YALKIŞMADI
Ve
işte beklenen an.
İşte
sana güzel Çerkes kızının konseri.
Sanatçımız ve müzisyen grubu sahnede.
Performans yüksek, yorumlar harika.
Birinci şarkı, ikinci şarkı…
Az
sayıda ses sanatçısı olan bir kültürün temsilcileri elbette
sanatçıya eşlik ederek, onu coşkuyla alkışlayarak bu güzel
ortamın tadını doyasıya çıkaracaktır.
Ama
ne yazık ki böyle olmadı.
Buram buram kültür kokan ezgiler salonu inletirken seyirci, üçerli
beşerli salonu terk etti. Yaşlısı ve genciyle kültürel duyarlılığa
sahip olduğunu sandığım bu insanlara dilim varsaydı “yorgun
gönüller, bitkin ruhlar” derdim. Hatta ilgisizliğin bu
kadarına “Yuh be!” diyebilirdim.
Hani, kültür şarkılarla, türkülerle, danslarla yaşardı?
Hani
yok oluşun ayak seslerini duyan bizler, bu kültürü birlikte
yaşatacaktık.
Hani?
Nereden bakarsanız bakın izahı yapılamayacak bir durum bu.
Olamaz, asla kabul edilemez!
Bir
yanda şu profesyonel ses, şu görüntü, şu otantik Çerkes müzikleri,
diğer yanda kahredici ilgisizlik.
Peki, nereye, niçin gidiyor bu kalabalık?
Bu
mu bizim kültüre, sanata ve sanatçıya verdiğimiz değer?
Bu,
yüreğini kültürünün sesiyle besleyen, kültürünün aynası bir genç
sanatçıya yapılır mı?
Allah aşkına “Xabze”mizin neresinde var böylesi bir
davranış?
Salonda kalan protokolün ve Çerkes olmayan kişilerin Çerkes
toplumu ve bu toplumun sanat hassasiyeti (!) karşısında
neler düşündüğünü düşünmek bile istemiyorum?
Yoksa “Yemek yemek sanat değil mi kardeşim!” mi diyoruz.
Sizi
bilmem ama benim kanım dondu, gelecek adına
ümidim tükendi, kahroldum.
Cesaretimi toplayıp sahneye doğru bakıyorum. Sanatçı boşalan
salona rağmen var gücüyle yükleniyor o güzelim şarkılara.
Yüreği kan ağlasa da aldığı terbiye ve saygından olsa gerek
sanatçının yüzündeki tebessüm hiç eksilmemiş.
Bizim gerçek halimiz bu olamaz!
Bu
olamaz kültürümüzün aynası, sevgili kızımıza olan saygımız,
kültürel duyarlılığımız!
Sevgili Gülcan, başkalarını bilmem ama ben bu olayı yaşayan biri
olarak Elbruz kadar özür diliyorum
sizden!
Siz,
her şeye rağmen asaletinizi, zarafetinizi koruyarak programınızı
bitirdiniz ya binler teşekkürler size.
Çerkes kızı, bu gece gerçekten harikaydı, iyi olmayan ilgisiz olan
bizdik.
Bu
toplum, bu kültürle yaşayacaksa kültürün her unsuruna sahip
çıkmalı değil mi? Diline, müziğine, yazarına-çizerine,
sanatına-sanatçısına…
SEN
HEP “KÜLTÜRÜM!” DEDİN, “TOPLUMUM!” DEDİN ÇIRPINDIN.
Sevgili Gülcan, sen, sempatik tavırların,
şen şakrak halin, altın kalbinle bu kültürün sesi bu toplumun
nefesi oldun. Hep doğru yerde durdun, duruşun hep alkış aldı.
Sen “Kültürüm!” dedin, “Toplumum!” dedin, her
çağrıldığın yere koşarak gittin. Her gittiğin yerde bilgin,
birikiminle dik duruşunla örnek oldun.
Ama galiba biz anlayamıyoruz seni ve senin
gibileri.
Biz kendimize, öz değerlerimize gerekli değeri
vermezsek nice olur halimiz?
Toplumumuz sanata ve sanatçıya bu kadar mesafeli
durursa çöle dönmez mi ruhumuz?
Hani, güzel sanatlar, yüce insanlık duygularını
eğitmek ve geliştirmek içindi?
Hani sanat, insan ruhunun en mükemmel şekli
almasını sağlayacak bir araçtı?
Hani güzel sanatlar, insanların ruhlarını
yükselterek onları erdemli hale getirirdi?
Hani sanat, insanın duygularını inceltir,
davranışlarını nazikleştirir, hayatı anlamlandırır ve
sevdirirdi?
Yalan mı yoksa bunların hepsi?
Merak ediyorum,
Gülcan ALTAN gibi bu kültürün sesi, bu toplumun nefesi olan
kaç sanatçımız var?
Peki, kaçımız bu
çok az sayıdaki ses sanatçımızın yanında olduk, ona destek verdik,
onları yüreklendirdik?
Yok olma tehlikesi
yaşayan bu kültür, sanata ve sanatçıya olan bu ilgisizlikle nasıl
yaşar?
Program sonunda
defalarca festivallerde dinlediğim, TV’lerde
izlediğim bu coşkulu ses, kendini kültürüne adamış harika nefes,
oldukça mahzundu.
Sevgili Altan, sen sevdiklerine kırgın olamayacak
kadar yüreği sevgi dolu birisin. Sanatçı kişiliğine de bu
yakıştı.
Bize de kültürümüzün yansıması olan sanata ve
sanatçıya daha fazla ilgi yakışır. |