Geriye dönüp bakıyorum da toplum olarak
zihniyet boyutunda ne çok mesafe kat etmişiz meğer.
Dün gibi
hatırlıyorum:
Ankara’da dernek
başkanları toplantılarında ne kadar karşı çıktık “aşure”ye,
ne çok eleştirdik 21 Mayıs’ta “mevlit” okuttuk, diyen
başkanları.
Kültürel
duyarlılığı kadar dinî hassasiyeti de olan dernek başkanlarımızın
yanında, dinî kavramlardan korkan, dini basite alan
başkanlarımızın sayısı da az değildi.
Öyle ya, din başka
kültür başkaydı.
Dernek başkanları dindar olmamalıydı, olamazdı.
Dindarlık ve kültürel duyarlılık asla bir arada bulunamazdı.
Din, sadece Allah’la kul arasında kalmalıydı.
Din, sosyal hayata karışmamalıydı.
Kültür, dinsiz yaşamalıydı.
Vay ki vay!
Güya tek derdimiz
kültürdü, kültürel olmayan her şey “tu kaka”ydı.
“Kültür dinsiz yaşar mı?” konusunu tartışamadık bile.
Kültürel duyarlılığın yanında dinî duyarlılığa sahip başkanlar,
hoyratça konuşmalar karşısında daima mahzun, suskun
ve kırgındı.
KÜLTÜREL BAĞNAZLIK
Öyle ya, dine ne gerek vardı.
Dinden soyutlanmış kültür neyimize yetmiyordu.
“Xabze”
yi dinin yerine koyabilirdik, “xabze” yle
yetinebilirdik.
Ne garip, tabanın
inanç değerlerinden bihaber, dinî kavramlarla dalga geçmek,
dindarları hafife almak, heyecan ve telâşla kültürel bağnazlık
yapmak pirim yapıyordu demek ki bir zamanlar.
Bu toplum ne çok
çekti bu tür başkanlardan, ne kadar muzdarip oldu bu
hastalıklı anlayıştan.
Zihniyet biraz
olsun değişti değil mi?
Öyle ya, aylardır
toplum olarak “fitre” diyoruz, “zekât” diyoruz.
Toplumun dini duyarlılığını kamçılamak için yoğun çaba sarf
ediyoruz.
Demek ki din,
sosyal boyutu olan önemli bir kurummuş.
Demek ki dinî duyarlılık işe yarıyormuş.
Ne yazık ki bir
zamanlar Müslüman mahallesinde salyangoz sattık.
Yerleşik değerlere karşı çıktık.
Toplumun hatırı sayılır bir kısmını incittik.
Çerkesliği tekelimizde bildik.
Yanıldık, aldandık.
Yerleşik değerleri
hafife almak,
en basitinden ilgisiz görünmek büyük bir gafletti.
Toplumun kayda
değer bir kesimi, geniş düşünemeyen, ideolojik davranan,
söylemleri sivri, üslubu yanlış dernek başkanlarına, üst
kurul temsilcilerine mesafeli davrandı.
Halk, bu
yöneticileri ideolojik buldu, bu yöneticilere
ısınamadı.
Hatta tepkisel söylem ve eylemler
geliştirdi.
Ve arzulanan iletişim, beklenen kaynaşma bir başka bahara kaldı.
Hata toplumda
mıydı?
Yoksa toplumunun inanç değerlerinden habersiz hatta değerlere
tepkili yöneticilerde miydi?
Ne yazık ki
toplumumuz bu hataların bedelini çok ağır
ödedi.
Bugünlerde
toplumumuzun Suriyeli kardeşlerimize katkı sağlamak
amacıyla yürüttüğü fitre ve zekât duyarlılığı - yeterli bulmasak
da- sevindirmedi mi hepimizi?
“Yardıma
koşarsanız, yardımsız kalmazsınız. El uzatırsanız, hiç umulmadık
yerden size el uzanır.” Hakikati daha da iyi anlaşıldıysa bu
yaklaşım mutlu etmez mi hepimizi?
Yoksa yeteri kadar
tartışamadık mı bu ahlâkî ve dinî
kavramları?
Tartışamadıysak gelin tartışalım:
İlâhi hiçbir
kitapla bağlantısı olmayan gençlik ne derece kültürüne sahip
çıkabilir?
Kültürler, dini
iyi anlayan, onu hayatında uygulayan nesillerin sevgi, barış ve
hoşgörü ikliminde daha iyi serpilip gelişmez mi?
Dinî
duyarlılıktan, dinin insan üzerindeki pozitif etkisinden
yoksun bir gençliğe kültürü anlatmak çok zor değil mi?
Kültürel
bağnazlık,
dinî bağnazlık kadar tehlikeli değil mi?
Not:
Sevgili dostların bayramını tebrik ediyor, sağlık ve mutluluklar
diliyorum. |