Allah’ım, neden takdir duygularımızdan
ziyade tenkit duygularımız gelişmiş ki bizim?
Niçin kıskanç ve hazımsız bir toplumuz?
İnanın dilim varsaydı “Kıskançlık ve
hazımsızlık, bizim milli hasletimizdir!” diyiverirdim.
Bilirsiniz, hazımsızlık ve haset,
ruh kanserine denk bir illettir.
Haset, gözleri kör, kulakları sağır eder, kalbi
katılaştırır, duyguları köreltir…
Haset çukuruna yuvarlananların “Nefret dolu
konuşmaları, kişiliksiz tavırları, yamuk yumuk halleri”
bundandır.
Değerli bir dostum, bu insanlar için “yazısı da
turası da silinmiş kişiler” der.
Onlar, tepeden tırnağa kıskançlık yüklüdür.
Körelmiş, tükenmiş duygularıyla hep şaşı bakar. Başarılı
çalışmaların her aşamasında kendileri olmadığı için başkalarının
başarılarından nefret eder.
Bakın sağınıza
solunuza, bakın derneklerimize, üst kurularımıza, sohbet
meclislerimize, bana hak vereceksiniz.
Bırakın tecrübesiz
gençleri, kendisini “vazgeçilmez” sanan, haset girdabında
bocalayan yaşlı- başlı insanları görecek ve üzüleceksiniz.
Hatta kıskançlık
ve hazımsızlığın insanı ne hale getirdiğini ibretle
seyredeceksiniz.
İşte bu tür insanlar, topluma mal olmuş kişileri,
kültür insanlarını, başarılı yöneticileri, proje
mimarlarını rencide etmekten, onların haysiyet ve gururuyla
oynamaktan büyük keyif alırlar.
Bu ruh halindeki kişiler, bununla da kalmaz:
“Bensiz yaprak kıpırdamasın, her işte ve her faaliyette benim
görüşüm alınsın, herkes benim gözümün içine baksın!” diyerek
durmadan yorulmadan fesat ateşine odun taşırlar.
Peki, bu basiretsizler, bu hırs, haset,
kıskançlık ve hazımsızlığı şiar edinmişler, bu tekelci ve
statükocu perişanlar sağımızda solumuzda söz sahibiyse hatta
derneklerimizin, sohbet meclislerimizin başköşesinde
oturabiliyorsa kimler ne yapmalı, biz ne yapmalıyız?
Bir müeyyidesi yok mu bunun?
Kültürü ve toplumu yok etme pahasına sesiz mi
kalınmalı?
Bunun adı “saygı” mı olmalı?
Ne yapmalı basiret sahibi değerli
tahamadelerimiz?
Nasıl davranmalı gayretli dernek
yöneticilerimiz, okur-yazar aydın kesimimiz, ufku açık sevgili
gençlerimiz?
Siz, bunlara karşı bir müeyyide geliştiremezseniz,
samimiyetle dünyanın alkışladığı hizmetleri üretseniz bile,
aynı hava ve aynı atmosferi paylaştığınız bu kişiler,
hasedini, hazımsızlığını en çirkin şekilde yansıtmaya, ortalığı
fesada vermeye devam edecektir.
Bu kişiler bununla da kalmayarak, samimim, dürüst
hizmet insanlarına saldıracak, çekinmeden
kişilik ve haysiyet cellâtlığına soyunacaktır.
Büyük bir düşünürün ifadesiyle “Onların ruhunu öyle
bir hazımsızlık ve çekememezlik hissi sarmıştır ki siz merdiven
dayayıp onları cennete ulaştırsanız dahi onlar yine de bu
merdiveni yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.”
İşte hazımsızlık, işte haset, işte biz!
Kıskançlığın, hazımsızlığın, nefret ve hasedin
panzehiri olan sevgi dururken,
Gönül köprüleriyle öfkeleri yutup sevgiyi
hatırlamak, içe doğru derinleşmek varken,
Takdir etmek
dururken, güzellikleri ve başarıları paylaşmak mümkünken
nedendir bu haset, niçindir bu fesat?
Özünde kültür yoksunu, sözünde kültür insanı
olanlardan az çekmedi bu toplum.
Bilmem ki şu güzel toplumumuzun yüzkarası
hazımsızlar, hazımsızlıklarını ne zaman
hazmedebilecekler?
Ne zaman bitecek bu haset, bu fesat?
Ne zaman
bilmeyenler susacak,
susanlar suskunluğunu hazmedebilecek? |