...................
...................
AH ŞU DUYARSIZLIĞIMIZ!
06.10.2013
YEMUZ Nevzat Tarakçı
...................
...................

Bizim en büyük sorunumuz duyarsızlık.

Bizi duyarsızlık yok ediyor.

Gençliğin başıboşluğuna, dilin yok oluşuna duyarsızlık.

Kültürün eriyişine, neslin tükenişine duyarsızlık.

Bilmeyen, merak etmeyen, okumayan, araştırmayan gençlerimizin vahim durumuna duyarsızlık.

Peki nereye kadar?

 

Hep söyler, her zaman dinleriz.

Gençlik, gelecektir, gençliği olmayanın geleceği de olmaz!”

Yani asıl mesele, yeni kuşağın eğitimi.

Kimliği ve kültürüyle barışık, donanımlı bir nesil yetiştirmek.

Yani, yine eğitim, bir daha eğitim!

Ama nasıl?

 

Kim verecek bu kültürel eğitimi?

Anne baba mı, dernek mi, devlet mi?

Kaç anne baba bu konuda duyarlı ve donanımlı?

Peki devlet bu konuda istekli mi?

Kaç derneğimizin gerçek gündeminde gençlik var?

Kaç gençlik programı yapmış derneğin değerli yöneticileri?

Derneklerimizde gençlikle buluşmanın, gençleri buluşturmanın, bu kültürü gençlere aktarmanın hangi metotları denenmiş?

Hani ana dili kursları?

Hani tiyatro?

Hani folklor çalışmaları?

Hani sosyal, sportif yarışmalar?

Hani kültürel buluşmalar?

Hani müzik, hani eğlence programları?

Hani “psıhalıve”, “haluj” günleri?

Hani dergi, gazete çalışmaları?

Hani sohbet hani muhabbet?

Allah aşkına söyler misiniz nerede gençliğiniz?

Olmuyor işte olmuyor, gençleri suçlamak sorunu çözmüyor!

 

Gençlere ne kadar emek verilmiş, bu uğurda ne kadar sabır ve hoşgörü harcanmış?

Ne kadar cazip ve yeni metotlar denemişiz?

Gençleri ötekileştirmeden onları ne kadar anlamaya çalışmışız?

Öncelikle ve özellikle dernek yöneticileri sormalı bu soruyu kendilerine.

Biz gençlik için ne yapıyoruz?

Yapmadıysak niye yapmıyoruz?

 

Bana göre,  samimi olduğumuz sürece bu sorulara büyüklerin cevabı: “Ne yaptık ki ne bekliyoruz, ne verdik ki ne istiyoruz!” olur.

Peki, o halde niçin gençleri eleştiriyoruz?

Yoksa dernekte sandalye taşınacağı zaman mı aklımıza geliyor gençler?

 

Ne kadar kolay değil mi topu taca atmak.

“Efendim, gençler derneğe gelmiyor, gençler çok duyarsız!

“Ya hu bu gençler ana dillerini bilmiyor, “xabze”den anlamıyor…”

“İşte derneğin geniş salonu, işte boş oda, daha ne yapalım gelsin gençler istedikleri programı yapsın!”

 

Ne güzel değil mi?

Sevsinler mantığınızı.

 

Yok yok, siz ne derseniz diyin, bazı büyüklerin ve çoğu yöneticinin nazarında suçlu gençlik.

Değiştiremezsiniz bu algıyı.

Büyükler günahsız, gençler suçlu!

Hem de ağır suçlu!

Cezası da müebbet.

 

Öyle ya, dili, “xabze”yi öğrenmeyin diyen mi var?

Gidin Sibirya’da öğrenin!

 

Bu üslupsuzluk, bu metotsuzluk, bu hastalıklı düşünce yok ediyor bizi.

Oysa gelecek düşüncesi olan herkesin hedef tahtasında gençlik olmalı.

 

Bu zarif kültürle donanmak bu gençlere çok yakışıyor.

Gençlere, yeni şeyler söylemek yakışıyor, sevgiyle, muhabbetle kucaklaşmak yakışıyor.

 

Kırmadan, kırılmadan bir araya gelip güzel şeyler üretmek yakışıyor. 

Okumak, araştırmak, bilgiyle donanmak yakışıyor.

“Bu kültürün yaşatılması adına ben hazırım, yüreğimle hazırım!” demek yakışıyor.

 

Bakarsın bizler de gençleri doldurulması gereken boş bir şişe gibi görmekten vaz geçer, onları geleceğin mimarları olarak görürüz.

 

Başta dernek yöneticileri olmak üzere bütün yetişkinler gençliği daha ciddiye alır, onları anlamaya çalışır, daha iyi iletişim için farklı diyalog metotları dener, gençlere daha güzel model oluruz.

 

Değil mi ki gençlik geleceğimizdir.

 

Değil mi ki gençlik, doldurulması gereken boş şişe değil, yakılması gereken bir meşaledir.