Bizim en büyük sorunumuz
duyarsızlık.
Bizi duyarsızlık yok
ediyor.
Gençliğin başıboşluğuna,
dilin yok oluşuna duyarsızlık.
Kültürün eriyişine, neslin
tükenişine duyarsızlık.
Bilmeyen, merak etmeyen, okumayan, araştırmayan gençlerimizin
vahim durumuna
duyarsızlık.
Peki nereye kadar?
Hep söyler, her zaman
dinleriz.
“Gençlik,
gelecektir, gençliği olmayanın geleceği de olmaz!”
Yani asıl mesele, yeni
kuşağın eğitimi.
Kimliği ve kültürüyle
barışık, donanımlı bir nesil yetiştirmek.
Yani, yine eğitim, bir daha
eğitim!
Ama nasıl?
Kim verecek bu kültürel
eğitimi?
Anne
baba mı, dernek mi,
devlet mi?
Kaç anne baba bu konuda
duyarlı ve donanımlı?
Peki
devlet bu konuda istekli
mi?
Kaç derneğimizin gerçek
gündeminde gençlik var?
Kaç
gençlik programı
yapmış derneğin değerli yöneticileri?
Derneklerimizde gençlikle
buluşmanın, gençleri buluşturmanın, bu kültürü gençlere aktarmanın
hangi metotları denenmiş?
Hani
ana dili kursları?
Hani tiyatro?
Hani folklor çalışmaları?
Hani sosyal, sportif
yarışmalar?
Hani kültürel buluşmalar?
Hani müzik, hani eğlence
programları?
Hani “psıhalıve”,
“haluj” günleri?
Hani dergi, gazete
çalışmaları?
Hani sohbet hani muhabbet?
Allah aşkına söyler misiniz nerede gençliğiniz?
Olmuyor
işte olmuyor, gençleri
suçlamak sorunu çözmüyor!
Gençlere ne kadar emek verilmiş, bu uğurda ne kadar sabır ve
hoşgörü harcanmış?
Ne kadar cazip ve yeni
metotlar denemişiz?
Gençleri ötekileştirmeden
onları ne kadar anlamaya çalışmışız?
Öncelikle ve özellikle
dernek yöneticileri sormalı bu soruyu kendilerine.
Biz gençlik için ne
yapıyoruz?
Yapmadıysak niye
yapmıyoruz?
Bana
göre, samimi
olduğumuz sürece bu sorulara büyüklerin cevabı: “Ne yaptık ki ne
bekliyoruz, ne verdik ki
ne istiyoruz!” olur.
Peki, o halde niçin
gençleri eleştiriyoruz?
Yoksa
dernekte sandalye
taşınacağı zaman mı aklımıza geliyor gençler?
Ne kadar kolay değil mi
topu taca atmak.
“Efendim, gençler derneğe
gelmiyor, gençler çok
duyarsız!”
“Ya hu
bu gençler ana dillerini
bilmiyor, “xabze”den anlamıyor…”
“İşte derneğin geniş
salonu, işte boş oda, daha ne yapalım gelsin gençler istedikleri
programı yapsın!”
Ne güzel değil mi?
Sevsinler mantığınızı.
Yok
yok, siz ne derseniz diyin, bazı büyüklerin ve çoğu yöneticinin
nazarında suçlu gençlik.
Değiştiremezsiniz bu
algıyı.
Büyükler günahsız, gençler
suçlu!
Hem de ağır suçlu!
Cezası da müebbet.
Öyle ya, dili, “xabze”yi
öğrenmeyin diyen mi var?
Gidin Sibirya’da öğrenin!
Bu üslupsuzluk, bu
metotsuzluk, bu hastalıklı düşünce yok ediyor bizi.
Oysa gelecek düşüncesi olan
herkesin hedef tahtasında gençlik olmalı.
Bu
zarif kültürle donanmak bu gençlere çok yakışıyor.
Gençlere, yeni şeyler
söylemek yakışıyor, sevgiyle, muhabbetle kucaklaşmak
yakışıyor.
Kırmadan, kırılmadan
bir araya gelip güzel şeyler üretmek yakışıyor.
Okumak, araştırmak, bilgiyle donanmak yakışıyor.
“Bu kültürün yaşatılması adına ben hazırım,
yüreğimle hazırım!” demek yakışıyor.
Bakarsın bizler de gençleri doldurulması gereken boş bir şişe gibi
görmekten vaz geçer, onları
geleceğin mimarları
olarak görürüz.
Başta dernek yöneticileri olmak üzere bütün yetişkinler gençliği
daha ciddiye alır, onları
anlamaya çalışır, daha iyi iletişim için farklı diyalog
metotları dener, gençlere daha güzel model oluruz.
Değil mi ki gençlik geleceğimizdir.
Değil mi ki gençlik,
doldurulması gereken boş şişe değil, yakılması gereken bir
meşaledir.
|