24 Mayıs İstanbul Kartal Sahili.
Mevsim bahar lakin
yüreklerde acı var.
Siyah kıyafetler içinde hasretle
kucaklaşmalar.
Büyük acının 150. yılı anma programı başlamak üzere.
Bu, niteliği, içeriği, üslubu, görselliği,
en önemlisi de mesajıyla
150 yıla yakışır bir program olmalı.
Olacak gibi, çünkü en azından KAFFED ve
bağlı dernekler 150
haftadır(?) bu programı konuşuyor.
Mutlaka en ince
detay düşünülmüş,
her karesi
planlanmıştır.
Zaten, 150 yıllık birikimimiz, bir buçuk
asırlık tecrübemiz, güçlü bir katılımla, harika bir anma programı
yapmayı zorunlu kılıyor.
Şimdi şu kalabalıkta,
tanınmış sanatçılarımız,
büyük yazar ve
çizerlerimiz gençliğe mesajı olan Anavatandan gelmiş
şöhretlerimiz vardır
mutlaka.
Vardır, vardır, düşünülmüştür her şey.
Bu beklentiler benim de
ruh dünyamda yeni
pencereler açmış olmalı ki dostlarla birlikte
Kahramanmaraş’tan
kalkıp mesafeleri aşıp gönül huzuruyla kalabalığa karışmıştım.
Yıllardır, aşağı yukarı bütün
21 Mayısları görmüş,
gördüğüm güzellikleri paylaşmış,
eksiklikleri yüreğimde
saklamıştım.
Güzellikleri paylaşmak, emeği geçenleri
kutlamak bu program için de geçerli.
Başta güzel sesleriyle bizleri
duygulandıran değerli sanatçılarımız olmak üzere bayan sunucumuza,
duyarlı ve fedakâr katılımcılara,
nefes nefese koşuşturan
Kaffed yöneticilerine, Kartal Belediyesine
teşekkür ediyorum.
“KARTALI SEVİYORUZ!”
Coşku ve heyecan eksikliğine rağmen
katılım fena değildi.
Sıcak, samimi, güzel insanlarla birlikte
programın her detayını
derinden hissetmeye, acıyı yudumlamaya başlamıştım.
Sonrasında gerildim, gerildim ve kahroldum.
Bayrak, pankart ve cılız da olsa
sloganlarla kortej alana giriyor.
Alanda görevli
genç yok gibi.
Alabildiğine karışık, karmakarışık bir
giriş.
Sahne olarak kullanılan
daracık mekân rahatsız
edici.
Sahne arkası, Kartal Belediyesine ait logo
ve ifadelerle dolu.
“Kartalı Seviyoruz!”
Anonsları duyan yok gibi, sahnedeki ses
teşkilatı oldukça cılız.
Ne yazık ki küçücük sahnede, gençleri
heyecanlandıracak profesyonel,
medyatik bir sunucu da
yok.
Sahne çukurda, hemen yanında
küçücük bir ekran,
programı izlemek için sıradan çabalar yeterli değil.
Sahne önünde protokol için hazırlanmış tam
25 plastik sandalye.
Yurtiçi ve yurtdışından gelen protokolün
önünde sehpa yok, su yok…
“Ne önemi var ki bunların, yastayız!”
“Huoh” başladı, en önde olmamıza rağmen
Aydemir Hocanın sesini çok zor duyuyoruz, arkadan
“Ses gelmiyor!”
serzenişleri. “Mikrofonun
azizliği işte!”
Bu arada sahnede telaş.
Birisi,
“Kartal’ı seviyoruz!”
logosu olan konuşmacı kürsüsüne uluorta
Adige bayrağını
sallandırıveriyor.
Sonrasında bir diğeri gelip bayrağı oradan
alıyor.
Devamında bir başkası tekrar bayrağı
kürsüye koymayı
deniyor, olmuyor…
Genel başkan konuşuyor. Daha doğrusu
elindeki metni dikkat ve
özenle okuyor. Konuşmanın mesajı mı dediniz? Ben bulamadım!
“Ses gelmiyor, arka taraflar hiç duymuyor!” nidalarından sonra
genel başkan da mikrofonu değiştirmek zorunda kalıyor.
Ve CHP’lilerin konuşmaları.
“YASTAYIZ DEDİK YA KARDEŞİM!”
Telgraflar okunuyor.
Herkes bilir, programa telgraf gönderen
zevatın telgraf metni veya ilgililerin isimleri okunur. Fakat ben
ilk kez protokolün altının
üstüne getirildiğini burada gördüm. “Ne önemi var ki
yastayız!”
Çok bekledim gençlerin ilgisini arttıracak
medyatik bir şahsiyeti ama nafile,
“Yastayız!” dedik ya!
Kim ne derse desin vicdan sızlatan,
akla ziyan
manzaralarla dolu bir anma programı bu.
Manzaralar ilginç:
Programı canlandırmak niyetiyle telaşla sık
sık sahneye fırlayıp bozuk mikrofonla
“Herkes evinde, Çerkes
sürgünde!” soğanını tekrarlarken mikrofonun azizliğine uğrayıp
kalabalığın tebessümüne sebep olan
KAFFED yönetim kurulu
üyesi.
Alanda hiç genç yokmuş gibi çamurlu poşetle
protokole su şişesi
dağıtan KAFFED yönetim kurulu üyesi…
Hava kararıyor, bu arada teknik arızayla
ses tamamen gidiyor ve
sahne kısa bir süre sessizliğe bürünüyor. “ Olur, olur böylesi
şeyler, ‘Yastayız’ dedik ya!”
KRAL ÇIPLAK!
Bu hoş olmayan ifadeleri elbette
kahrolduğum için yazıyorum.
Bu toplumun daha
iyisine layık olduğunu
bildiğim, çok daha iyisini yapabileceğimize inandığım için
yazıyorum.
Tabii ki en kolayı,
“Çok güzel oldu!”
deyip geçiştirmek.
Zor olan (her ne kadar akıl kârı değilse
de) birçok insanın tepkisini çekeceğini bilerek
“Kral çıplak!”
diyebilmek.
Doğrudur bu ifadelere kızan, bunun için
köpüren, beni farklı sıfatlarla suçlayacak olanlar alacaktır.
Canları sağ olsun!
Yeter ki yalancılıkla suçlamasınlar.
Buna da cüret edemezler ya! Nasıl olsa
kamera görüntüleri ve ses
kayıtları ortada. Dikkatle baksınlar yeterli.
DÇB
BAŞKAN YARDIMCISI SAHNEDE
Programın sonuna doğru, Nalçik’ten gelen
DCB başkan yardımcısı Sn. gazeteci, yazar,
Hafıcua Muhammed
sahneye davet ediliyor.
Ne yazık ki sahnede, kürsüdeki yazıyı
okumaya yetecek ışık yok!
Muhammet, o kıvrak üslubuyla geçiveriyor
dalgasını:
“Elimdeki dosyada
DCB başkanının anma
programına özel yazısı var. Bu mesajı size iletmek durumundayım
fakat benim bunu okuyabilmem için
sahnede yeterli ışığın
olması lazım. Eğer ben bu yazıyı bu ışıkla okumaya kalkarsam
inanın gözlerim kör olur. Bani bağışlayın!”
Oldu mu şimdi?
NEDEN ve NİÇİN?
Alandaki ses, sahne ve sandalyeleri gören,
burasını dağ başı
sanacak. Yoksa cidden burası
İstanbul’un merkezi
değil mi?
Peki neden programın ruhuna yakışır bir
sahne ve ses düzeni
kurulmamış?
Neden alan,
bayrak ve kırlangıçlarla
süslenmemiş?
Neden
profesyonel bir sunucu
davet edilmemiş?
Neden
beş bine yakın insana
ve protokole 25 plastik
sandalye reva görülmüş?
Neden birkaç
sehpa ve üç beş bardak su
düşünülmemiş?
Neden
1864 çelenginin denize
bırakılma anında dernek başkanlarının birlikteliği sergilenmemiş?
Neden, neden?
Ufuksuzluk mu?
İmkânsızlık mı?
Ciddiyetsizlik mi?
Yoksa vurdumduymazlık mı?
Keşke programın ev sahibi
KAFFED, Türkiye’nin
ekranlardan tanıdığı
popüler sunucularla, devasa sahnelerde, devasa ses ve görüntü
cihazlarıyla 25-30 bin
insanı coşkuyla bir araya getiren, alana
7.500 sandalye
yerleştiren, dev ekranlarla coşkuyu daha görünür kılan,
lazerlerle gökyüzüne
sloganlar yazan unutulmaz programları yapan bir Anadolu derneğinin
yetkilileriyle görüşseydi bari!
Katılımcılara
on bin şapka, on bin
broşür, bir o kadar mesaj dolu doküman dağıtmışlardı. “Keşke
bunların deneyimlerinden faydalanılsaydı!” diyesi geliyor
insanın.
Keşke Kartal’da bu kadar
ilgisiz, bu kadar
sahipsiz, özensiz bir görüntü verilmeseydi.
Türkiye’nin dört bir köşesinden çoluk
çocuğuyla koşarak Kartal’a gelen bu kadar samimi, fedakâr insan,
bu derece profili düşük
bir programı hak etmiyor bence! Üzüldüm, çok üzüldüm,
kahroldum!
Program sonrası, dinamik, samimi, gayretli
genç Kaffed yönetim kurulu üyeleriyle konuştum, dertleştim.
“Bir dokun, bin ah işit!
Velhasıl vaziyet hiç de iç açıcı değil.
150. YILI YAPAMADIK, SINIFTA KALDIK!
Merak ediyorum, programı dikkatle izleyen
DÇB temsilcileri
Türkiye Çerkes’leriyle ve afra, tafrasından geçilmeyen
çatı kuruluşlarımızla
ilgili hangi garip duygularla ayrılmıştır Türkiye’den?
Peki ya ismi toplumuzla özdeşleşen,
programı ayakta izleyen
Kuşha Doğan ve benzerleri bu program ve sahne görüntüleri için
neler hissetmiştir?
Ama bir şeyi asla
merak etmiyorum.
Acaba Kaffed’in ilk toplantısında bu
program masaya yatırılır mı? Sorumluların günahı, sevabı
sorgulanır mı? Aksayan
yönler rapor edilir mi?” Bu soruların cevabını merak
etmiyorum. Çünkü cevabını biliyorum!
Sözün özü, bu program
derinlik ve estetikten uzak bir programdı.
Bu program 150. yılımıza yakışmadı.
Siz, KAFFED’in bu kadar
acemiliğin, bu kadar
amatörlüğün hesabını
soracağını sanın.
Veya bundan sonraki 21 Mayıs anma
programlarını başka bir
grubun değilse profesyonel bir kadronun yapacağını düşünün.
Ben de derim ki; yaklaşan ayak seslerini bu
programda çok daha net duyduğum
dip dalga galiba
mantaliteyi değiştirecek gibi!
Derinliği ve estetiği yüksek anma programlarında buluşmak
temennisiyle.
|