(Lütfen bu yazıyı “kâfe”
fonu eşliğinde
okuyunuz!)
Ey kâfe, nedir derdin söyle?
Nesin sen?
Aşk mısın, hüzün mü?
Ruhları okşayan esinti mi?
Yürekleri
yakan, kavuran ağıt mı?
Kalplerin mehtabı, güneşi; ruhların
vazgeçilmez eşi mi?
Yoksa
gençleri uyuşturan
sihirli bir armoni mi?
Nesin sen?
SEN
“AH!” MISIN, “OH!” MUSUN, “EYVAH!” MISIN?
Sen, neden bu kadar yanık, bu kadar
içlisin?
Sen, ruhları okşayan mısın?
Sen, yüreklere
sevda işleyen misin?
Söyle “kâfe” sen nesin?
Söyle kâfe, söyle,
Sen, özümüzü haykıran,
ruhumuzu kuşatan gizemli
ses misin?
Yüreğimizdeki acıyı, gözyaşını haykıran
“Ah!” mısın?
Mutluluğun verdiği
“Oh!” musun?
Pişmanlıklarla dolu
“Eyvah!” mısın!
Kalplerdeki sevgiyi, sevdayı,
Kör
olası ayrılığı,
Kavuşmayı, kucaklaşmayı,
Hasreti, özlemi,
Gurbeti, sılayı,
anavatanı,
Aradan geçen
150 yılı,
Yok
olma girdabındaki dili,
Öksüz ve yetim kültürü,
Zor engelleri,
Ezberleri, katı kuralları,
Muhteris yaşlıları,
savrulmuş gençleri,
Neyi anlatırsın sen ey
kâfe söyle neyi?
Anlat kâfe, anlat!
Cesareti, yiğitliği mertliği anlat!
Sevgiyi, sevdayı, ayrılığı,
vefayı…
Ama ne olur
“yok oluş” tan
bahsederken sus!
Ne
olur sus!
Hadi çal kafe,
çal ki ruhumuzla bedenimiz
birleşsin!
Çal ki kanatlansın ritminle
aşkımız, sevdamız!
Çal ki
yeşersin ümitlerimiz!
Hadi çal, ritmindeki acı ve ıstırap
yüreğimizi yaksın, kavursun!
Haykır bize tarihimizi, geçmişimizi,
günümüzü, geleceğimizi…
Ağlat bizi ey hüzün ve gözyaşı dolu ağıt!
Ey “ağlatan kâfe”
Hadi, anlat bize
Çoban Janko’nun ölümsüz
aşkını.
Anlat, Çerkes güzeli
Kâfe’nin zarafetini,
Janko’nun asaletini…
Hadi ağlat bizi!
Birlikte ağlayalım:
Duyarsızlığımıza!
Yok
oluşumuza!
Dağınıklığımıza!
SEN
ÇAL KÂFE, AĞLASIN ÇARESİZLER!
Ey kâfe, biz ağlamayı çoktan hak ettik!
Hadi ağlat bizi!
Çal
pşanave!
Çalsın “ağlatan kâfe?”
Ağlasın çaresizler.
Ağlasın yok oluşu hissetmeyenler.
Ağlasın ağlamaktan başka
çözüm üretemeyenler!
EY
KÂFE, KATRE NİCE ANLASIN, UMMAN OLAN ANLAR SENİ!
Anlat kâfe,
Hadi
anlat Karadeniz’i!
Tuapseyi anlat!
Soçiyi,
Samsun’u anlat!
Maraş’ı, Kayseri’yi, Adapazarı’nı, Hatay’ı…
Anlat vurdumduymazlığımızı?
Nemelazımcılığımızı, çaresizliğimizi,
çözümsüzlüğümüzü, savrulmuşluğumuzu,
talihsizliğimizi…
Anlat ve de ağlat bizi!
Hadi
ağlat!
Madem ağlamak yakışıyor bize,
Hadi ağlat bizi!
Sızlat ruhumuzu, bedenimizi!
Belki titrer geliriz kendimize.
Hadi ağlat!
|