Yazar Selim İLERİ, bir
rüyasında, bildiği bütün
kelimeleri yitirdiğini görür.
Dilsiz kalmıştır,
silinmiştir hafızası.
Bu karabasandan kan ter içinde uyanır.
Sonra bunun bir rüya
olduğunu, kelimelerin yerli yerinde durduğunu anlayıp şükreder.
Rüyası bile tarifsiz acı
vermiştir yazara.
Ne düşünür insan böylesi bir rüya uyanışından sonra?
Ölümcül bir hastalığa yakalanıp tehlikeli bir
ameliyat geçiren biri,
artık yaşama nasıl dört elle sarılır; saatlerin, günlerin
kıymetini nasıl bilirse,
kelimelerine yeniden kavuşan da öyle sımsıkı tutunur onlara.
Birini bile boşa harcamaktan,
tesirsiz söylemekten
korkar.
Doldurur içlerini petekteki
bal gibi, sakınır,
kıskanır…
ÇERKES, DİLİNİ UNUTURSA?
Merakımdan soruyorum, eğer
bir Çerkes, bir gün, bildiği bütün Çerkesçe kelimeleri unutup
dilsiz kalırsa ne olur
acaba?
Akordeon, kâfe, yunafe
anlamını korur mu?
Dilsizlik, insana kolunu, bacağını,
gözünü kaybetmekten
daha büyük acı verir her halde!
Günümüz Türkiye’sinin deneme türünde iddialı ismi
Ali ÇOLAK, bir
yazısında dilsizlikle
ilgili bakınız neler söylüyor?
Bir gün, bildiğimiz bütün kelimeleri unutup
dilsiz kalakalsak
dünyada, yaşamanın anlamı nice olurdu?
Sanırım bir uzvunu, mesela kolunu, bacağını yahut gözlerini
yitirmekten daha büyük acılar, daha
derin yoksunluklar duyar
insan kelimesiz kaldığında.
Muhtemel ki mânâsız bir boşluğun ortasında, taş gibi, ağaç gibi
dikilir ve acı bir feryat koparır
hayvansı seslerle…
Ah kelimelerin kıymetini bilmeyen
bizler, toplumumuz!
Biz, böyle duyarsız kaldığımız içindir ki ortalıkta ucuz ve
sahipsiz eşya gibi
cılkı çıkmış sözler dolaşıyor;
tesirsiz ve sessiz.
Kelimeler, anlamsızca savrulup duruyor etrafımızda.
Nesebini, özünü ve ruhunu yitirmiş, safiyetini uzaklarda bırakmış,
yaşamıyor gibi yaşıyor.
Ayrıca, dil katilleri
cirit atıyor ortalıkta.
Mirasyediler; dışı süslü, içi
boş laf ebeleri, söz
celepleri, sözde sanatçılar!
Adım başı, söz başı bıkmadan usanmadan, ağızlarında;
“yüreğine sağlık”, “yürekten
söyledi”, “inanılmaz
güzel”, “duygu seli”, “çok kutluyorum”, “keyif aldım”,
“damardan...” hepsi
birbirine benzer; isimler başka, yüzler aynı.
Mimikler, tonlamalar,
bakışlar birbirinden çoğaltılmış.
Kelimeler azap çekiyor
ağızlarında, feryat ediyor.
Parıltılı giysiler içinde ve
ışık yağmurları altında
dilsiz insan geçitleri,
ilk çağların ilkel
eğlence merasimlerini andırıyor.
Konuşan yalnız vücut
dili...
Neden Allah'ım, biz neden sonsuz kelimelerle çıkmıyoruz her sabah
sokağa?
Dilimizde bitip tükenmez
tazecik sözler, neden saçmıyoruz birer tohum gibi etrafa?
Gün ışıklarının her hûzmesini ayrı bir kelimeyle adlandırıp,
her gülücüğe ayrı bir
anlam, gözlerdeki her ışıltıya
farklı bir yorum
getirmiyoruz?
Geçip gidiyoruz Allah'ım
savrulan karlar, karı eriten güneşler, dolu dolu bulutlar
altından her sabah...
Ve sonra yaralanmış kadınlar ki gözleri derin,
bakışları bulanık;
sevimesiz erkekler, içleri kupkuru ve
öpülmemiş çocuk yüzleri
görüyoruz, soğuk...
Bakıp geçiyoruz, nutkumuz
tutulmuş gibi yanlarından...
KELİMESİ OLMAYANIN GELECEĞİ OLMAZ!
Dilsizleşiyoruz günden güne.
Dilsizleşiyor kadınlar ve erkekler.
Ve bu yüzden çöküyor
aşklar çatırdayarak; evlilikler,
dostluklar çöküyor.
Bu yüzden neşesiz ve
umutsuzuz.
Aşkın şiddetine mukavemet edecek ve
birbirine değdikçe alev
alacak kelimelerimiz yok artık...
Kelimesi olmayanın ne imanı,
ne aşkı ne de
geleceği olur.
Bizi kelimesiz bırakma Allah'ım!
|