Temmuz
sıcağı. Güneş, günlük
“elveda” sahnesini
oynuyor.
Günbatımında kızıllığın
oluşturduğu göz alıcı
dekor, seyre değer.
Gölgeliği, kuru asma
yapraklarıyla kapatılmış
köyün kahvesi, yavaş yavaş müşterilerle doluyor.
Çayını yudumlayıp tavla
oynayarak günün
yorgunluğunu atmaya çalışan kahve eşrafı, akşam rüzgârıyla
biraz olsun nefes almış gibi.
Yaz aylarında köyün
günbatımı hep böyle olur.
Canlı ve hayat dolu.
Remzi, buğday yanığı teni,
kocaman kasketiyle telaşla
kahveye girdi.
Çavuşların Remzi,
45 yaşlarında, sakin yapılı
biriydi.
Çınarın yanındaki masada
tek başına oturan yaşlı adama
selam verip yanına
oturdu.
Kamil Amca, sen beni
tanımazsın, babamı iyi tanırsın.
Ben,
Kazım Çavuş’un oğlu Remzi.
Kamil, uzak köyden gelmiş,
beli bükülmüş, bir pir-i fani.
Bir geceliğine
köyün misafiri.
Yarın köylülerle kasabaya
inecek.
Remzi, yaşlı Kamil Amca’ya
heyecanla bir şeyler anlatıyor.
“Kamil Amca,
ben babama çok kızdım, onu
affetmeyeceğim!” diyor.
İhtiyar “Hele sakin ol
bakalım evlat, nedir seni
bu kadar kızdıran mesele?”
Remzi, konuşmasına devam
ediyor:
Bilirsin,
babam, köyün eşrafından.
Sevilen, sayılan, akıl
danışılan biri.
Yıllar önce başımdan bir
olay geçti, babam beni
çıldırttı.
Neymiş bakalım bu seni bu
kadar üzen olay, anlat da dinleyelim!
Remzi, anlatmaya başladı:
Yıllar önce,
35 yaşlarındayım.
Babam, bir iş için beni
“Kozalaklı” köyüne,
çok sevdiği dostu Kürt
Rüstem Ağa’nın yanına göndermişti.
Rüstem Ağa’yla ilk defa
görüşüyordum.
Güngörmüş, hoş sohbet bir
insandı.
En ağır misafir gibi
ağırladı beni.
Ağa,
Kürtçeyi çok güzel ve
akıcı konuşuyordu.
İmrenerek dinledim.
Hani
benim Kürtçem de fena
değil yani!
Tarla mevzusunu, su
konusunu uzun uzun konuştuk.
Söz sırasında,
“Oğlum bak, sen Çerkes
Kazım Çavuş’un oğlusun, daha cesur olmalısın!” dedi.
Ne demek istediğini
anlamamıştım.
Ne Çerkes’i,
kim Çerkes? dedim.
Oğlum baban Çerkes değil
mi senin?
Şaşırmıştım, ne diyeceğimi
bilemedim.
Oğlum sen Çerkessin!
Çerkesoğlu Çerkessin sen!
dedi.
Ve
benimle Çerkesçe konuşmaya
başladı.
Bak ben “Kürt” olduğum halde Çerkesçe
konuşabiliyorum ama sen Çerkes olduğun
halde ana dilini konuşamıyor, Çerkesçe anlamıyorsun.
Hatta sen Çerkes olduğunu
bile bilmiyorsun!
Rahmetli dedenden öğrendim
ben bu dili.
Şu hali rahmetli görse…
Nutkum tutuldu, şaşırdım…
“Ben şimdi Kürt değil miyim yani?”
diye geçirdim içimden.
Bir anda garip duyguların
girdabında buldum kendimi.
Sohbetin geri kalan
kısmında söylenen sözlerin çoğunu duymadım, anlamadım, hep kafa
salladım.
Nihayet sohbet ve ikram
faslı bitti.
Vedalaşıp ayrıldım.
Kafam, karma karışıktı.
Çerkes, Kürt, Çerkesçe, Kürtçe…
Köye, nasıl ve ne kadar
sürede geldiğimi hatırlamıyorum.
Evimizin avlusuna
girdiğimde kan ter
içerisindeydim.
Gün batmak üzereydi.
Babam, işten dönmüş, her
zamanki gibi traktörü avludaki
büyük ceviz ağacının
altına bırakmış çeşmede elini yıkıyordu.
Saygıyla yaklaştım, selam
verdim.
Gayet sakin bir edayla
selamımı aldı, Rüstem
Ağa’yı sordu.
Babam konuşuyordu fakat
babamı duymuyordum.
Ben,
kafamdaki sorulara cevap
arıyordum.
Söze nereden
başlayacağımı, ne diyeceğimi hesaplıyordum.
Babam, oğlum, sen beni
dinlemiyorsun, sende bir
hal var, iyi misin sen? dedi.
Baba, çok önemli bir konu
var birlikte konuşabilir miyiz, dedim.
Telaşlandı, yüzüme dik dik
baktı.
Hayrola! dedi.
Cesaretimi toplayarak söze
tam ortasından başladım:
Baba, ne olur bana doğruyu söyle, sen Çerkes
misin?
Babam şaşırdı, yutkundu,
derin bir nefes aldı.
Onu hiç böyle görmemiştim.
Endişeli bir halde, titreyen sesiyle:
“Gel benimle!” dedi.
Uzun merdivenden balkona
çıktık.
Balkondaki tahta
sandalyeye ilişti:
Derin bir iç çekerek “Otur
bakalım oğlum, dinle o halde beni!” dedi ve başladı anlatmaya:
Oğlum, deden iyi bir Çerkesti.
Ama ben…
Kelimeler boğazında
düğümlendi.
Yutkundu, yutkundu…
Bir Çerkes’le de evlenemediğim için…
Bilirsin, köyümüz de
Çerkes köyü değil.
Topluma uymak
gerekiyordu.
Uyum ve geçim derdi…
Biz tamamen unuttuk
Çerkesliği.
Size,
Çerkes olduğumuzu bile
söyleyemedim.
Kaybolduk gittik, sen de
unut artık Çerkesliği.
Ama nasıl olur baba,
dedim.
Kürt Rüstem Ağa Çerkesçe
biliyor, ben bilmiyorum!
Bunu nasıl izah edersin baba?
Ben, Çerkes olduğumu 35
yaşında bugün öğrendim!
Babam,
boynunu büktü, dakikalarca
öyle kaldı, gözyaşlarını sildi.
Ağlıyordu, hızla kalkıp
odasına girdi.
Babamın
ağzını bıçak açmıyordu.
Onunla iki gün boyunca bu
konuda tek kelime konuşmadık.
Benimle göz göze gelmemeye
çalıştı.
Sorularım cevap bulmuyor,
kafam her geçen gün biraz daha karışıyordu.
Aradan birkaç gün
geçmişti.
Deponun önündeki dağılmış
elma kasalarını
düzeltmeye çalışırken oğlum yanıma yaklaşarak:
Baba biz Çerkes miyiz,
neden bunu daha önce söylemedin? dedi.
Neye uğradığımı şaşırdım.
Yutkundum, oğlumun yüzüne
bakmıyordum.
Konuşmayı denedim,
olmadı.
Gözlerim babamı aradı,
ortalıkta yoktu.
“Babaaaa!” diye bağırdım.
Titriyordum, oracığa
yığıldım kaldım.
Oğlum, “Babaaa!” diye
bağırdı.
İçimde büyük bir boşluk
oluşmuştu.
Bu
derin boşlukta bir ses
yankılanıyordu.
“Babaaaa biz Çerkes miyiz?”
|