Bir varmış, bir yokmuş.
Bir zamanlar dünyanın bir yerinde güzel mi güzel
bir ülke varmış.
Görenler burayı cennet
sanırmış.
Bu ülkenin halkı; köklü
töreleri, soylu
atları, yiğit insanlarıyla mutlu bir şekilde yaşarmış.
Gel zaman git zaman bu ülkeyi kıskananlar, bu mutlu halkın
huzurunu kaçırmış.
Kavgalar, savaşlar bu
soylu halkı bezdirmiş.
Nihayet bu asil halkın büyük çoğunluğu, bu cennet
vatandan ayrılmak zorunda
kalmış.
Vatanı terk edenler, dünyanın dört bucağına dağılmış.
Yüce dağlar, verimli ovalar, nazlı nazlı akan ırmaklar, soylu
atlar, sevinçler,
mutluluklar, masallar, hikayeler, oyunlar, şiirler… geride
kalmış.
İKİNCİ VATAN
Anavatandan koparılan bu halkın bir kısmı, kocaman
kapkara bir denizi
geçerek bir ülkeye varmış.
Yolculukta sağ kalanlar, bu yeni ülkede,
çile ve ıstırap dolu
yeni bir hayata başlamış.
Bu halk, içinde yaşadıkları toplumdan oldukça farklıymış.
Bunlar, çok zor beğenir,
övünmeyi de fazlasıyla severmiş.
Dilleri farklı,
Yemekleri farklı,
Yaşantıları farklı,
Gururlu, biraz da kibirli
bir halkmış.
Çok akıcı ve zengin dilleri varmış.
Ya düğünleri?
Ya cenaze törenler?
Bunlar da bambaşkaymış.
Bu törelerin her karesinde
tarih,
Her adımında kültür,
Her soluğunda uyum ve
birliktelik varmış.
Halk, yeni vatanlarına taşıyabildikleri kültürel değerleriyle
olabildiğince mutlu bir şekilde yaşayıp gitmiş.
HALK DİLİNİ UNUTUNCA…
Aradan uzun yıllar geçmiş.
Anavatandan
uzak kalmanın yansımaları halkı çepeçevre sarmış.
Halk, başkalaşmaya başlamış.
Ana dillerini konuşan insanların sayısı gittikçe azalmış.
Çocuklar ve gençler, anne ve babalarının dilinden hiç anlamaz
olmuş.
Yeni nesil, kültüründen uzaklaşmış.
Kimliğini
kaybetmiş.
Düğünler değişmiş.
Cenazeler tuhaflaşmış.
Çocuklar ve gençler savrulmuş.
“KİMİN UMURUNDA?”
Halkın ileri gelenlerinin çok da umurunda değilmiş bu başkalaşma,
bu töreden uzaklaşma.
Toplumun büyük çoğunluğu da bu konuda
umursamaz hatta
vurdumduymazmış.
“Ey halkım, yok oluşa ramak kaldı!”
diyen liderlere toplum güler geçermiş.
Bu halkın tek vazgeçmediği eğlenceymiş.
Halk, her ortamda çalıp oynamayı, gülüp eğlenmeyi hiç ihmâl
etmezmiş.
UZUN UZUN KONUŞMUŞLAR…
Gidişatı beğenmeyen liderler, toplumun önde gelenlerinden yardım
istemiş.
Büyük bir kurultay
toplanmış.
Yazar-çizerler, sanatçılar, liderler,
önderler, maddî imkân
sahipleri… herkes oradaymış.
Konuşmuşlar, konuşmuşlar…
Yine konuşmuşlar…
Ara vermişler.
Tekrar bir araya gelmişler.
Yine konuşmuşlar, yine konuşmuşlar.
Toplantı nihayet sona ermiş.
Katılımcılar, kurultay sonunda mükellef bir yemek yemişler.
Yemek sonrası büyük bir
düğün yapmışlar, doyasıya eğlenmişler.
Ve dağılmışlar.
AH O TÖRELER!
Aradan uzun yıllar geçmiş.
Toplum bütün kültürel
değerlerini kaybetmiş.
Artık bunlar da başkaları gibi konuşur,
Başkaları gibi yer, içer,
Başkaları gibi giyinir,
Başkaları gibi yaşar olmuş.
O DA NE?
O da ne, bu büyük kalabalık neyin nesi?
Herkes burada niçin toplanmış?
Önemli bir karar mı alınacakmış?
Yaşlısı genci, kadını erkeği hepsi ordaymış.
Olayın aslı biraz sonra anlaşılmış.
Meğerse “yaşlı kültür”
ölmüş.
Cenazesi kaldırılıyormuş.
Gökten üç mızıka düştü:
Biri “thamade”ye,
Biri DÇB’ye,
Biri de KAFFED’in
başına…
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
|