Kafkasya’ya
dönmeyi göze alamayanlara, biraz ürkek bakanlara kızarız. Sanki
onlar anavatanını sevmiyormuş gibi algılarız. Oysa hayatın
gerçekleri var. Bizler bu gerçekleri görmek ve en sağlıklı şekle
sokmak durumunda değil miyiz? Neden bir türlü iki adımımızı
dengeli bir şekilde atamayız? Kesinlikle eksik olan bir şeyler var
ama ne?
Her geçen gün hayatın içerisinde küçüldükçe küçülüyoruz. Her gün
daha iyi olacak diye çabaladıkça daha çok sıkıntılar ile
karşılaşıyoruz. Yıllar geçtikçe alışkanlıklar, ihtiyaçlar,
beklentiler de hızla, daha bir çıkmaza doğru değişiyor. Barınma,
beslenme, sosyal derken her geçen gün ihtiyaçlarımız artıyor ve
yeni ihtiyaçları hedef tayin edip onlara doğru koşuyoruz. En
azından elimizde olanları korumak için uğraş vermek durumunda
kalıyoruz.
Bizler Kafkasya’dan ayrıldığımızda büyük bir çoğunluğumuzun
yerleştiği alanlar köylerdi. Çünkü çiftçiliği biliyorduk ve yeni
evimizde hayatta kalmak için en iyi bildiğimiz işi yapmak
zorundaydık. Yıllarca bu böyle devam etti. O zamanlar sorun yoktu.
Çünkü geldiğimiz ülke de tarım ülkesiydi. Oysa özellikle son elli
yıldır böyle mi?
Tarım ülkesi olmaktan çıkıp sanayi ülkesi olma yoluna giren
Türkiye’de başta eğitim olmak üzere her geçen gün kişilerde aranan
vasıflar değişti. Tarım kazandırırken iki çift öküz ya da bir
traktör ne kadar değer ifade ediyor ise şimdi de kişilerin eğitim
ve yetenekleri o derece önem taşır oldu. Maalesef şartlar bizim
aleyhimize çok değişti. Bizler bu değişimi tabi ki yakaladık fakat
yakalarken de zorlandık. Mutlaka değişik sebepleri vardır ama bir
gerçek var ki, oda bizim biraz geç kalmış olmamızdır. Etrafımızda
ki anne ve babalara dikkat ettiğimizde bütün hayatlarının
çocuklarına iyi eğitim aldırmak ve meslek sahibi edebilmek üzere
kurulmuş olduğunu görürüz. Bu gayet doğal, çünkü şu anda hayatta
kalmanın tek yolu...
İşte bu noktada henüz değişen Türkiye’ye ve dünyaya uyum sağlamaya
başlamışken acaba insanlarımız Kafkasya diyerek hayatlarını riske
etmekten korkuyor olabilirler mi?
Birçok defa beylerimizin anavatana olan ilgisini duymuşuzdur. Evli
olanların bu ilgiyi aynı derecede eşlerinde bulamadıklarına şahit
olmuşuzdur. Neden hayatını paylaşan iki insan böyle bir konuda
birbirine destek veremez?
Çünkü geç elde edilen yaşamsal düzenlerini bozmak istemezler.
Haklı oldukları noktalar var. Zaman maalesef duygusal bir zaman
değil. Kafkasya yürekte, en derinlerde fakat aynı derecede de
büyük bir bilinmez. En azından büyük çoğunluğumuz için böyle.
Bilmiyoruz, gittiğimizde nasıl, ne şekilde, nerede olacağımızı
bilmiyoruz.
Dönmek için ahenk yaratılacak ise, adımlar eşit atılacak ise
erkeklerin yanında kadınlarda olmak zorundadır. İş hayatından
başlayıp, yaşamın bütün zorluklarının içinde yer alan kadınlara bu
konuda yardımcı olmak zorundayız. Korkularından arındırmak
zorundayız. Yıllarını bu kültüre adamış erkeklerimiz eğer eşlerini
yanlarında aynı heyecan ile bulamıyor ise bizim bunları
sorgulamamız lazım. Biz kolaycılığa kaçıp, eşine gerekli desteği
veremeyen kadını suçlayamayız. Çünkü o bir annedir. Anne
psikolojisi ile kadın, çocuğunu ve eşini sıkıntı altına sokmaktan
korkar. İşte dengeli adım atmamamızın temel sebebi bu. Yani
bilinmezlik. Bizler Kafkasya’yı bilmiyoruz.
Eğer emekli olduktan sonra ya da çocuklarının geleceğini garanti
altına aldıktan sonra dönme isteği var ise bunun üzerine
eğilmeliyiz. Neden böyle düşünülüyor iyice ortaya koymalıyız.
İyice sorgulamaz isek maalesef hep bir yanımız aksak olacak. Bir
an önce sorabildiğimiz kadar çok soru sormalıyız, sorana nefret
ile bakmamalıyız. Vücuttaki hastalığı bulmaya çalışan bir doktor
titizliği ile hastaya sorabildiğimiz kadar çok soru sormalıyız.
Eğer soruları soramaz isek hastalığımızın tedavisini de yapamayız.
Dönüşü en çok engelleyen sebeplerden biri olarak görülen eşler
arası düşünce birliğini acaba nasıl yaratabiliriz? |