Evet mi?
Şimdi, sizlerden kendinizi, bir asker yerine koymanızı ve
düşünmenizi rica ediyorum.
Askersiniz ve cephedesiniz. Tatbikat falan değil, tam savaşın
ortasındasınız. Korumanız gereken bir vatanınız, namusunuz var.
Her taraf ateş altında, karşıdan düşman askerleri geliyor ve siz
siperdesiniz. Düşmanı durdurmak için siperden çıkıp, ileriye
gidip, yeni siperler almak durumundasınız.
Sizi siperden çıkartıp, ileriye atacak en kuvvetli güç nedir?
- Bacaklarınıza, kaslarınıza olan güveniniz,
- Nefesinizi
kontrol edecek ciğerleriniz,
- İleri
atılmadan önce avazınız çıktığı kadar bağırmanız,
- Elinizdeki
son model silah,
- Sizi arkada
siperde bekleyen asker arkadaşınız.
Son şık için evet diyen iyi asker. Sizi o durumda hiçbir güç
yanınızdaki askerden başka o hamleyi yapmaya zorlayamaz. İşte her
şeyiniz, yanınızdaki asker arkadaşınızdır. Ona inanmak, güvenmek
sizi ateşin tam ortasına atar.
Asker arkadaşınıza güvenemediniz mi? O zaman siperden çıkmaz
düşmanın gelmesini beklersiniz yada güvenmediğiniz arkadaşınız siz
çıkmış giderken kuşlara, böceklere bakma ihtiyacı duyar ise, her
iki şekilde de sizin için söylenecek tek şey” ruhuna el fatiha”…
İşte budur; canı, yüreği, emeği, geleceği ortaya koyabilmek.
Kendimizi bu kahraman asker gibi düşünür isek, korumak zorunda
olduğumuz namusunuz dilimiz, kültürümüzdür. Karşıdaki düşmanımız
ise vurdumduymazlığımız, inançsızlığımız, sevgisizliğimizdir. Bizi
harekete geçirecek en etkili güç ise yanımızdaki dostumuz,
arkadaşımızdır.
Hızla ileriye atılıp, mücadele verirken eğer yanımızdaki can
yoldaşımız kuşlara, böceklere bakma ihtiyacı duyar ise vay
halimize…
Düşünelim bir, yarı yolda kuşlar, böcekler sevdasına can
yoldaşımızı çıkmazlar içine soktuk mu? Yıllarca aynı çatı altında
kıyasıya mücadele verirken etrafı seyre daldık mı? Bu durumu
yaşayan sayısız insan vardır. Eminim ki bunları okuyan varsa “evet
benim başıma geldi, tam ortada, orta yerde kala kaldım” diyen
vardır.
Neden terk ediliriz ya da terk ederiz? Hiç şüphesiz o kişiyi
gerçekten can yoldaşı olarak görmediğimiz, namusumuz dediğimiz
değerlere hak ettiği sevgiyi duymadığımız içindir. Bunu
durdurmanın, yarı yolda bırakmamanın yada bırakılmamanın bir
çaresi var mıdır?
Bana göre tek ve en etkili çare gerçekten “amaç ve hedef” tayin
edebilmek ve sonuna kadar bu iki kelimenin anlamı için uğraş
verebilmektir. Eğer iki tarafta inanır ise neden yarı yolda
kalınsın ki? Öyle ya amaçta bir hedef de.
Ben hamle yapmak istiyorum, daha, daha ileri gitmek uğraşmak
istiyorum. Ne olur eğer amacıma, hedefime inanmıyorsan inanıyor
gibi yapma. Sen yürekten inanmazsan ilk karşı duruşta beni yarı
yolda, ortada öylece bırakırsın. Sonuç ne mi olur? Hem sana, hem
bana “el Fatiha”…
Ben unutmamaya söz veriyorum namusum olan dilim ve kültürümü
seninle var edebilmek, yaşatabilmek için. Kendime amaç ve hedef
ediniyorum. Bana inanıyor musun, yürekten mi, etrafında ki kuşlar
dikkatini dağıtmaz değil mi? O zaman ver elini…
İnanmıyor musun? Aman ne sen siperden çık ne ben çıkayım. Nasıl
olsa sonu ölüm bırak koşup ta nefesimizi tüketmeyelim. Belki
ölmeden bir atış da biz yaparız kim bilir.
Amaç; dili kültürü yaşatabilmek. Kültürü en mükemmel aktaran dile
sahip çıkabilmek.
Hedef; birlik, beraberlik sağlayabilmek,
Şimdi anlıyor musun ve halen bana evet diyebiliyor musun? O zaman
benden de sana sonsuza dek EVET…
İyi günde, kötü günde… |