Evleri tren
yoluna yakınmış ve tren her geçtiğinde yatak odasındaki dolabın
kapısı gıcırtılar çıkararak açılıyormuş. Bir, iki derken artık
kadın sıkılmış ve kocasına tamir etmesini söylemiş. Kocası da,
''aman hanım ben ne anlarım çağır marangozu da baksın'' demiş.
Neyse kadın birkaç gün sonra marangozu çağırmış. Marangoz dolabın
kapısına bakmış, bakmış sorunu bulamamış. Dışarıdan bakınca bir
şey anlaşılmıyor bu defada tam tren geçerken dolabın içine girip
bakayım demiş. Tam dolaba girmiş ki evin beyi gelmiş. Dolabı açmış
birde ne görsün dolapta bir adam. Sen ne arıyorsun burada diye
öfkeyle sormuş. Marangoz şaşkın ve çaresiz, ''gel de anlat şimdi
tren beklediğini'' demiş…
Evet, bizlerde tren beklemiyoruz ama beklediklerimizi de
anlatamıyoruz. Toplum olarak aramızda inanılmaz derecede bir
iletişimsizlik var. Birimizin söylediğini diğerimiz anlamıyor,
anlamak istemiyor ya da anında tepki veriyor. Neler oluyor bize?
Karşıt düşüncelere neden tahammül edemiyoruz?
Çerkes toplumunda kan davası yoktur. En azından ben öyle
biliyorum. Birbirine küs olan iki aile vardıysa memleketin ileri
gelen thamadeleri toplanır, davet verilir ve aileler
barıştırılırdı. İki aile ciddi anlamda barışmadıysa dahi
aralarındaki kırgınlığa başkalarını çekmezlerdi. Toplumsal
olaylarda yine birlikte yer alabilirlerdi. İşte bunları
hatırlayınca insan, neler oluyor bizlere demeden edemiyor.
Ben dünyada tekim, benim bir eşim daha yok. Benimle ortak yönleri
olan, aynı duygu ve düşünceleri paylaşan birçok insan vardır.
Ancak hiçbiri tam olarak ben değil. Şimdi benimle tıpatıp aynı
olan biri ile ben ne paylaşabilirdim ya da onunla olmaktan ne
kadar haz alabilirdim?
Hani kızla-erkek yeni arkadaş olur ve ortak nokta bulmaya çalışır
ya işte o durumları az çok hepimiz biliriz. Yani erkek ya da kız,
''ben kırmızıdan hoşlanırım'' der, diğeri hemen ''bende'' der,
''ben patates kızartmasına bayılırım'' der, diğeri ''benimde en
sevdiğim yemektir'' der, biri tiyatro sever diğeri ''hiç
kaçırmam'' der. Oysa çoğu beklide yalandır, etkilemek içindir.
Uyumlu olduğunu ispat etmek için tatlı bir aldatmacadır. Bunun
hiçte öyle olmadığı evlendikten sonra acı bir şekilde ortaya
çıkar.
Oysa ben kırmızı seviyorsam, karşımda ki mavi seven olsun ve bana
mavinin güzelliğini anlatsın. Karşımdaki tiyatrodan zevk alan
olsun ki, ben neden tiyatrodan zevk almadığımı anlayayım. Yani
tezatlar olsun. Olsun ki, benim ufkum daha çok açılsın, başka
lezzetleri de tadayım. Ben, beni arayıp durursam ne anlamı kalır?
Benim düşündüğümün tersini düşünsün ki, bende o düşüncelerden yeni
şeyler çıkarayım, gelişeyim.
Biri, bir düşünce ortaya atar ve gelen basit bir eleştiride ya da
karşıt bir düşünce de hemen küsülür veya iletişimi sonlandıracak
şekilde tepkiler verilir. Küslüğe neden olan konudan her iki
tarafta bir fayda göremez. Bu şekilde kısır bir alanda döne dolaşa
duran insan belki farkında bile olmadan zamanla kendisini bir
köşeye çeker.
Benim bilmemek ya da yanlış bilmek gibi bir hakkım olsun. Doğruyu
biliyorsan anlat bana ama bende bilemeyeceğimi kabul ederek seni
dinlemesini bileyim. Hata yapmak insan içindir. Boşuna dememişler
''hatasız kul olmaz'' diye, beni hatalarım ile de kabul et. Ancak
bana hatam için küsme ya da beni kırma, incitme. Kısaca iletişimi
kesme…
Çok
seslilik olmalı ama gürültü yaratmadan. Toplum menfaatine
olacağına inanılan konularda karşıdan gelen sesleri de duymak
lazım. Eğer bir birlik sağlanacak ise, kızla-erkeğin üç gün sonra
ortaya çıkacak etkileme taktikleri gibi dürüst olmayan şirinlik
içeren, içi boş destekler ve düşünceler ile olmasın. Baştan
birbirine kırmızı ve mavi anlatılsın dekora hangisi uyar ise o
seçilsin ama küsmeden, kızmadan anlatılsın. |