|
|
................... |
|
................... |
‘DADA’ NECDET
HATAM’A AÇIK MEKTUP (*) |
30.07.2010 |
|
Sezai Babakuş |
................... |
|
................... |
Sevgili dostum, muhterem büyüğüm
Necdet Hatam. Nicedir Maykop’tan esip gürlersin, diyasporada
demirlemiş halimize. Sorgularsın, azarlarsın dönüş yolunu
tutmayan bizleri. Yurtseverliğimizi imtihan edersin yüksek
perdeden. Kızarsın bize, öfkelenirsin. Ne etsek ne eylesek
kurtulamayız dilinden. Israrla ve giderek sertleşen bir
üslupla Türkiye’deki düzenimizi ve dengemizi sarsmak için
uğraşırsın. Bilirim uzun yıllar uzaksın Türkiye’den ve bu
yüzden bu güzide ülkenin kronik kaotik yapısının hepimizin
üzerinde nasıl da ağır bir narkotik etki yarattığını unutmuş
gibisin.
Söyler misin, Türkiye kadar heyecan verici bir memleket var
mıdır? Risk, eğlence, macera, safahat, sefalet, acı, keder,
gözyaşı, kahkaha, hırs, şehvet, aşk, meşk, din, taassup, in,
cin, kin, nefret, kavga, cinnet. Velhasıl her uçta, her daim
ve tekmili birden hareket-bereket vaadeden, vaazeden ve
serveden bir başka ülke var mı?. Bıçak sırtında yaşamanın
keskin hazzını unuttun mu?.
Güldüren, ağlatan, öldüren bu cazibe değil midir ki mizahı bu
denli gıdıklayıcı ve ağıtı bu denli iç paralayıcı kılar?. Ve
üstümüze çöken bu kaotik yapının ağırlığını, nüfuz
ediciliğini, her defasında dozu biraz daha yükselen bir
uyuşturucu gibi benliğimizi dumanladığını görmez misin?. Sen
yıllar önce paçanı kurtardın diye şimdi kolay mı sanırsın.
Halimiz nicedir, bilmez misin?...
Bize ne kadar kızarsan kız, fırçalarını ne kadar
sertleştirirsen sertleştir bilesin fayda etmez. Duyamayız
sesini, duysak da kıpırdatamayız kılımızı. Çünkü sıkı bir
gerilim ya da üç boyutlu bir macera filmi izler gibi
çakılmışız bu ülkenin koltuğuna. Boşuna kendini paralama işe
yaramaz; Türkiye’nin gündemiyle ne kadar meşgul olduğumuzu, bu
ülkenin narkodinamiğine ne kadar bağımlı bulunduğumuzu görmez
misin? Ahvalimiz müebbettir, anlamaz misin?...
Çok meşgulüz, çok. Fuat Uğur’un da hatırlattığı gibi
şimdilerde referanduma kilitlendik; muhtevası ıvır-zıvır ne
fark eder, cürmünden fazla yer yakar. Yazı mı tura mı, sakal
mı bıyık mı... Aslında ana mönümüz hanidir Kürt meselesi;
operasyon, corporasyon, the açılım falan derken ülkeyi adım
adım iç savaşa iteleyen bir şiddet sarmalıdır gidiyor. Ve
görünen o ki daha epey zaman en kallavi mönümüz olacak gibi.
Garnitür olarak muhtelif cunta ve darbe iddialarını, ergenekon
soruşturalarını, yargıyı kuşatma ithamlarını, rejim
tartışmalarını, laik-dinci girdabını, sünni-alevi fay hattını,
eksen kaymasını, yolsuzluğu, yüzsüzlüğü vs. istediğimizi
seçebiliriz. Yetmezse ithal ederiz; Kıbrıs’tan temcit pilavı,
İsrail’den kol böreği, Ermenistan’dan demir leblebi, İran’dan
atom çekirdeği... Gündem çok, pas tadında ve ‘bhut jolokia’
acılığında.
İşsizlik, geçim derdi, yoksulluk gibi sıradan hayat
maceralarımızı saymaya gerek bile yok. Depremden yırtmışsak
kadere, trafik azrailini kandırmışsak şansa ve biraz yağmurla
hırçınlaşan kör dere yataklarının gazabından kurtulmuşsak
hele, keyfimiz kekadır. Lise ya da üniversite sınavlarına
ailecek angajeyizdir belki. Ya da bitmez tükenmez düğün-cenaze
koşturmacalarına. Ve her doğanımız ve her ölenimiz daha da
ağırlaştırır ayağımızdaki prangaları keza. Gündem çok, kabak
tadında.
Bir de, takılırız sabun köpüklerine. Ya dizi hastası oluruz ya
futbol manyağı. Ganyan bayilerinde atlardan hızlı koşarız
şansımıza. Okey masalarında bir taş uğruna küseriz bahtımıza.
Pitbulların yasaklanmasına da kafayı takarız, üçüncü
sayfalardaki polisiye vakalara da. Magazin çapkınları da
meşguliyetimize teşne olur, arka sayfa güzelleri de. Sibel’in
dekoltesi, Sezen’in estetiği, Tarkan’ın enfiyesi... Gündem
çok, leblebi çekirdek babında.
Kabul et, Türkiye’de yaşamak heyecan verici bir ayrıcalık.
Mevzu bol, hadise gani. Her günümüz gerilim-macera, her
günümüz gırgır-şamata. Adrenalin kazan kepçe. Türkiye’nin
narkodinamiğinde keyflenir ve keşleniriz bilcümle. Maykop,
Nalçik, Sohum ne vaad eder ki bize? Kabul et, sesin ne kadar
gür ne kadar tiz olursa olsun boşunadır. Mazeretimiz var,
bağımlıyız biz.
Bilirsin bu kaotik bağımlılık ve meşguliyet taa Kafkasya’dan
kopup gelişimizle başlamıştır;
Osmanlılık, müslümanlık. İmparatorluğun çöküşünden
nasiplenmişiz; Makedonya’dan Yemen’e, Sarıkamış’tan
Çanakkale’ye her cepheye asker olmuş, ölmüşüzdür. Sonra işgal
yılları, direniş, kuvayi milliye, kuvayi seyyare. Padişahlık
ve halifelik namına isyan etmekte bize düşer, cumhuriyet adına
isyan bastırmakta. Teşkilat-ı Mahsusa’da da rol alırız, Ermeni
techirinde de. Cumhuriyetin zapt-ı raptında ve ulus-devlet
cenderesinde ‘siz bizim hala Türkleştiremediklerimizden
misiniz lan’ hoşgörüsüne binaen hızlanan simetrik ve asimetrik
asimilasyona ayak uydurmuşuzdur usulca...
Biraz Alman nazizmi, biraz İtalyan faşizmi ve 2. Dünya
Savaşı’nın yeni dünya düzeni. İki uçlu bozukluk, iki kutuplu
gerginlik, hoşgeldin soğuk savaş, Amerikan rüyası, Marshall
yardımı, NATO, ileri karakolu tahkimi, Gladio, derin devletin
altyapısı, çok partili vesayet, iktidar kim ola savaşları,
ordu millet elele derken 27 Mayıs ve ordu ihtilal eyleye,
68’lilerin yükselişi, sol taşmaya sağ bent inşaası, ve dahi
ordu-siyaset, ordu-iktidar seksiyonu, 12 Mart askeri
konsepsiyonu...
Sovyetler’in azması ve Afganistan’a sızması, komünizm zehrine
islam panzehiri, yeşil kuşak projesi, radikal islam dopingi,
Türk-İslam senteziyesi, Ecevit mavisi, 78’liler sahnesi,
fraksiyon çoklaması, en sağdan en sola heryere maydanoz
halimiz, sokak çatışmaları, kontr-gerilla, infazlar,
katliamlar, adım adım 12 Eylül faşizmi, Sam Amca’nın
çocukları, idamlar, işkenceler, hapisler, Diyarbakır zindanı,
PKK’nın arz-ı endamı, Hizbullah ölüm timleri, faili
belliler-faili meçhuller, Özalizm, köküne kadar kapitalizm,
Sovyetler’in çökmesi, yeşil kuşak zaferi, Demirel’in anka
misali küllerinden yeniden doğuşu, Leydi’nin topuk sesleri,
Jitem ölüm kuyuları, tarikat ve cemaatlerin yükselişi, 28
Şubat balansı, Erbakan hocaya kırmızı kart, ‘ha gayret’
koalisyonu, Avrupa Birliği’nin kapsama alanı, modernizm,
postodernizm...
Sonrası malüm; yeşil kuşak bumerangının geri tepmesi, radikal
islamın 11 Eylül hatırası, ‘medeniyyetler çatışması’nın nakte
dönüşü, Büyük Ortadoğu Projesi, küçük Ortadoğu savaşları,
islamın radikalden ılımlıya modifikasyonu, Gülen hoca
realitesi, ılımlı eseslar muvaccehisinde yeniden yapılandırma
adımları, demokratizasyon, modelizasyon veee AKP’asyon...
Halkın teveccühü, Recep beyin önlenemez yükselişi, laik-dinci
tahtaravallisi, kışla-cami muharebeleri, ergenekon kuşatması,
hükümetle daim-devletlü arasında cephe savaşları, cumhuriyet
elden gidiyor mitingleri, e-muhtıralar, ‘kardeşim Abdullah’ın
cumhurbaşkanlığı, dar alanda kısa paslaşmalar, rövaşatalar,
rövanşlar, mukaddes hasat devri, gücün el değiştirmesi,
servetin yeniden üleştirilmesi, modern zaman kışlaları, ahir
zaman gettoları, kazı kazan sırça köşkleri, derin fay hatları,
zırhlı araç rüşvetiyesi, müzmin muhalefete kaset
diskalifiyesi...
İşte memleketin binbir hali, çektikçe uzar gari; kışla hali,
vesayet hali, laik hali, yargı hali, yazgı hali, cami-cemaat
hali, tarikat-teşkilat hali, f hali, zip hali, zap hali, gaz
hali, vay hali...
Hangi hale uyacağımızı, nereye yamanacağımızı, nereden
nemalanacağımızı şaşırır koşturur dururuz. Trend, değişim,
gelişim, transformasyon, mutasyon, bukalemunasyon. Çok
meşgulüz, çok...
İşte böyle yuvarlandık bugünlere. Peşine takılacak, el
atılacak, kafa yorulacak, gülünecek, ağlanacak, uyulacak,
uydurulacak, halhamur olunacak mevzular gırladır her daim.
Gündem çoktur çok, adaptasyon ayarında.
Abhazya’da silahlar patladığında yıllar önce, diyasporadaki
adaptasyonumuza limon sıkılacaktı mazallah. Neyse ki,
memleketin ahval ve şeraiti ve kimi büyüklerimizin fedakar
gayreti ile çabuk toparlandık ve yeniden hemhal olduk Türkiye
gerçeğine. Halep ordaysa arşın burdadır. Anavatan oraysa
asılvatan buradır. Kimlik mi, aidiyet mi töbe. Düğün-dernek,
biraz wıq biraz rınna, yeter de artar bize.
Şükür ki, bu ülkede dikkatimizi celp ve kelep edecek kadar
mebzuldür mevzu. Ve maşallah, memleketin kulpunu tutan zevatın
yüksek performansı sayesinde daha da çalkalanacaktır
meşguliyetimiz. Bu, Türkiye’de yaşamanın narkodinamiğidir.
Şanstır, nimettir. Keşleniriz kana kana. Pişirilmeden önce
terbiyeye yatırılan balık misali hamlığımız gider evelallah,
nihai kıvama ereriz inşallah.
Velhasıl,
Ey Necdet Hatam, değiştirilmesi teklif dahi edilemez kaotik
düzenimizi ve dengemizi sarsacak söylemlere son ver. Yüzelli
yılda çok alametler gördük ve Türkiye potasında entegrasyon
aşkına çok yol katettik, Ve hala heyecanlıyız, istekliyiz ve
kararlıyız bu uğurda. Harıcı mevzularla adaptasyonumuza çomak
sokma, dikkatimize kezzap dökme. Bırak bizi kendi halimize.
Çok meşgulüz, çok...
(*) ‘Dada’ Rusça bir sözcüğün latin yazılışıdır. Büyük
düşünce ve eylem adamlarına hitaben, çok düşünen/herşeyi bilen
yüce kişi anlamında kullanılır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|