Bu
yılın yazı fazla geldi. Sıcağın nemle katmerlenen yıldırıcı
şiddeti, ayarı kaçmış bir saunada mahsur kalmışlık duygusu
veriyor. Bedenimi pörsüten, aklımı eriten, bakışımı
bulanıklayan bu uğursuz havaya tamamen teslim olacakken şansım
döndü, yakınlardaki bir sitenin havuzuna meccane giriş kartı
edindim; arada bir, serinlemenin keyfini dalıp sıcağa nanik
yapıyorum. Hala cozutmamışsam eğer bu havuzun yüzü suyu
hürmetinedir. Bu yüzden, 12 Eylül çetrefiline
virgül koyup, bu
siteye ve havuzuna borcumu ödemek istiyorum.
Etrafı duvarlarla çevrili siteler günümüz yaşam
tarzını resmeden postmodern mahallelerdir. Üç beş müstakil
evden başlayıp üç beş yüz ev ve daireye kadar çeşitli
büyüklükteki ve evsaftaki münhasır yaşam alanlarıdır. Yüksek
kalın duvarları, özel güvenlik elemanları, giriş-çıkış kontrol
bariyerleriyle kentin tehditlerinden ve kaosundan korumayı
vadeden kalekent’lerdir. Güven duygusu ve dokunulmazlık hissi
verirler, biraz da gurur aşılarlar mukimlerine. İşte bu
sitelerden biridir, havuzuna dalıp çıktığım. Kandilli’nin
sırtlarında, iki yüz kadar ‘şanslı’ ailenin sığınağı. Hatırı
sayılır büyüklükte ve hatırı sayılır nezihlikte.
İnsanları gözlemlemeyi severim ya, havuz kaçamaklarımda da
yaptığım budur. Kara kamuflaj gözlüğümü takınıp insanları
havuz testinden geçiririm. Kadını erkeği, küçüğü büyüğü,
güzeli çirkini, zayıfı şişmanı, kısası uzunu, sakini
gürültücüsü, uslusu hırçını, oyun kuranı oyun bozanı... Her
biriyle tek tek ilgilenirim. Çünkü her insan bir öyküdür benim
için. Uzun uzun bakarım, görünüşlerinin ardını okumaya
çalışırım. Kimdir, nasıl bir geçmişten bugüne gelmiştir, nasıl
bir gelecek hayal eder, ne yer ne içer, ne iş yapar, nasıl bir
eğitimden geçmiştir, ne zamandan beri ve ne kadar kentlidir,
neye sevinir neye üzülür, neyi düşünür neyi dert eder, siyasi
tercihi nedir, çalışkan mıdır aylak mı, aksi midir sevecen mi,
zeki mi zero mu, esprili mi angut mu, nasıl dans eder, aşk
hayatı nicedir vs.
Herkese hakettiği kadar bakarım. Güzel hatunlara torpil
geçerim. Bazen sınırı aşıp, öykülerinden çok fani varlıklarına
odaklandığım da olur. Bu da, her saha çalışmasında kabul gören
sapma payıdır.
Bu
üçbeş kerrelik havuz safasının site ahalisiyle ilgili gözlem
sonuçları hem eğlendirici hem düşündürücüdür. Evet, site
görünüş itibariyle kalbur üstüdür; binaların kalitesi kendini
belli eder, geniş bahçeleri zengin bitki örtüsüyle bakımlıdır,
kameriyeleri, çocuk parkları, gezinti patikaları vs. herşey
yerli yerindedir. En küçük dairelerin kirası bile bin beşyüz-iki
bin liralardan başlar, kimi dubleksler tripleksler milyon
dolarla alınıp satılır. Ama nafile, ahalisinin çoğunluğu
taşralılığı aşamamış vasat insanlarlardır.
Genellikle yakın zaman zenginleri, kereste-demir-bakliyat
tücarları, yap-satçı inşaat müteahhitleri, büyük atölye
sanayicileri, belediye ihalesi fırsatçıları vs. En iyi
ihtimalle, adında “ticaret” olan bir yüksekokuldan
mezundurlar. Muhafazakarlıkla çağdaşlığa aynı anda tutunmak
gayretindedirler. Tam da memleketin bugünkü yapısını anlatan,
toplumsal ve siyasal bakiyesini yansıtan insan tipi. Sitenin
“sahipler” hanesini bunlar doldurur ve çoğunluğu oluştururlar.
Araya serpişmiş iyi eğitimli, kent kültüründen az çok
nasiplenmiş, kamu ya da özel sektör orta/üst siklet yöneticisi
tipler istisnadır ve “kiracılar” hanesinde yer alırlar.
Hal
böyle olunca, havuz davranışları bakımından kiracılar sahip
sahiplerse kiracı gibi görünmektedir. Başka değişle, havuza
yakışanlar misafir, iğreti duranlarsa evsahibi olanlardır.
Bir
insanın havuz kıyafetleri dahi onu tanımak için yeterli
veridir. Şortundan mayosuna, terliğinden havlusuna size
kendini anlatır. Gürültücü çocuklar ve çocuklarını azarlayıp
duran ana-babalar daha kentli olamadıklarını söyler. İstakoz
gibi kızarmış biri güneş banyosuna yabancılığını tesciller.
Yüzmeyi kimin derede kimin denizde öğrendiğini anlayabilir,
birinin yüzüş stilinden ne zamandır şehirli olduğunu tahmin
edebilirsiniz. Tavırlar, davranışlar, mimikler, jestler size
fikir yürütmek için bol bol malzeme sunar. Yandakini rahatsız
ediyor muyum inceliğinden yoksun olanlar,
kendini beğenmiş kaba
sabalar, yağlanmış göbeğiyle erkekliğinden iri göğsüyle
dişiliğinden gurur duyanlar, havuzdaki gölgesinde bile saçına
şekil vermeyi ihmal etmeyenler, gösterişli suya atlamalar,
kulağı telefona yapışıklar, güneş kremi sürünmeyi tacize
çevirenler, ufak tefek triplerle dikkat çekme heveslileri.
İstisna tipler de olmasa burayı kalekasaba diye adlandırmak
daha doğru olurdu.
Ezici çoğunluğunun kebapsever olduğu muhakkaktır. Sahan,
Develi, Tike vs. ayardaki lüks kebapçıların daimi
müşterisidirler. Cüsselleri kapı gibi, kalça-göbek maşallah...
Sosyolojide “hızlı yükselenler” diye bir tanım vardır. Hızlı
yükselenler, önlerine çıkan olanakları iyi kullanıp, genel
toplumsal gelişim hızının üstünde sıçrama yapanlardır. Söz
yerindeyse piyango vuranlardır, yürü ya kulum denilenlerdir.
Bazen küçük bir fırsat size eşik atlatır, bazen göze
alabileceğiniz azıcık riskin yükseleni olursunuz.
Eklemlendiğiniz siyasi partinin iktidar olmasıyla da şansınız
güler, bir ahbabınızın ihalesi bol bir kamu kurumunun başına
geçmesiyle de. Babanız belediye otobüsünün çengelinde yol
almışken siz lüks bir dört çekerin direksiyonuna oturmuşsanız
ya da mutfak bütçenizi denkleştiremezken restaurant beğenmez
hale gelmişseniz, sizden hızlısı yoktur. Ana-babanız okuma
yazma bilmezken siz üniversite okuyup doktor mühendis
olmuşsanız ya da onlar işçi-memur çıkmazında kıt kanaatken siz
büyük bir şirkette çukkası bol bir post edinmişseniz, ha keza
hızlı yükselenlerdensinizdir.
Türkiye, büyüyen ekonomisi ve anaforu bol sistemiyle hızlı
yükselenler ülkesidir. İstanbul’sa hızlı yükselenlerin
başkenti. Ticaretten siyasete, bilimden sanata her yerde
kendilerini gösterirler. İşte havuzunda keyf eylediğim bu
site, çoğunluğunu hızlı yükselenlerin oluşturduğu bir
mahalledir. Ve daha yüzlercesi gibi. Bu insanlar ekonomik
olarak hızlı yükselmişlerdir ama gördüğüm o ki, sosyal ve
kültürel yokuşun daha başındadırlar.
Hızlı yükselenler meselesine, yeni nesil sosyologlar ve
politologlar “taşranın kentleşmesi”, “çevrenin merkezleşmesi”
gibi özlü sözlerle açıklık getirirler. Değişimdir bu,
dönüşümdür bu. Buna karşı konulamaz, karşısında durulamaz.
Tanımlamalar ve anlamlandırmalar genelde olumlama ve
destekleme istikametindedir. Hatta demokratikleşmenin ve
ilerlemenin nirengisi olarak yüceltilir. Doğrudur, çevre
merkeze sökün etmekte, taşra kenti fethetmektedir. Karşı
konulamaz, karşı durulamaz bir gerçekliktir. Ancak, aslında
olmakta olan karmaşık bir başkalaşımdır. Taşra mı kentleşiyor
kentler mi taşralaşıyor belli değildir. Ya da, çevre mi
merkeze gelmektedir merkez mi çevreleşmektedir tartışmalıdır.
Bu, karmaşık bir gelişimdir. Kimin kimi kendileştirdiği, kimin
değişip dönüştüğü belirsizdir.
İstanbul gibi eski ve büyük kentlerde, ekonomik hızlı
yükselişinizi sosyal ve kültürel payandalarla
desteklemezseniz, yüksek duvarlı lüks siteler bile sizi
kurtaramaz. Ne kadar saklanmaya çabalasanız da iyot gibi açığa
düşersiniz. Evinizde yabancı, havuzunuzda iğreti kalırsınız.
Tersinde de durum değişmez. Sosyal-kültürel alanda hızlı
yükselen olup ekonomik yükselişi pas geçmişseniz, en iyi
ihtimalle uyumsuz bir aydın, bohem bir entelektüel olursunuz.
Hızlı yükselenler toplumsal değişimin hem sonucudurlar hem
nedeni; değişim anaforu onları yaratır onlar da değişimi
kalıcılaştırırlar. Bu yüzden, Patagonya Kralı XIII. Patagon’un
Şıx Şamil’i kabulünde söylediği gibi, en ideal hızlı yükseliş
birlik ve beraberlik içinde olanıdır. Yani,
ekonomik-sosyal-kültürel bütünlük içinde gerçekleşeni. Ve
hatta, yükselenin bünyesinin kaldıracağı hıza ve irtifaya
kadar olanı en makbulüdür. Fazlasının gaz yaptığı ve
başdönmesine yolaçtığı teşhis edilmiştir.
Site
sakinlerinden biri de yandaş medyanın ağır toplarından ünlü
bir gazetecidir. Yaldızlı ve yıldızlı bir gazetenin kumanda
koltuğunda oturanı ve yazanıdır, bir tv kanalının program
yapımcısıdır, birçok tv’nin tartışma programlarının
vazgeçilmezidir. Mesleki basamakları koşar adım çıkan,
gazeteciliğini fikir adamlığına terfi ettirenlerden. O da
hızlı yükselenlerden, hem de en hızlılardan. Yüzme öğrenmeden
havuzlu lüks bir sitede yer kapacak kadar...
Küçük bir oğulla gelir havuza. Eş muhtemelen turban mahkümudur,
görünmez. Beyaz tokyoları ve uzun kara şortuyla badi badi
yürür; özgüvensiz, utangaç, silik bir gölge gibi en ücra
köşeye yönelir. Genellikle bir şemsiye altında
gazete-dergi-kitap kalabalığıyla ya da benim gibi sağı solu
gözleyerek oyalanır. Oğlu minikler havuzunda keyfeder. Kendisi
arada bir büyükler havuzunun sığ tarafında yüzme denemeleri
yaparak serinler. Su belini aşmasa da güvensizdir, ürkek ve
telaşlı bir çabuklukla havuzu terkeder, yeniden
okuma-gözetleme vaziyeti alır. Bazen bağırarak, bazen
çağırarak oğluna gözkulak olur. Mesleğini ve post’unu hesaba
katmadan havuz testine tabi tutarsam, hem hakim ortamın
parçası olduğunu hem de birkaç adım geride kaldığını
söyleyebilirim. Kentli olmak, hele havuz erbabı olmak için
epey emek ve zaman harcaması gerekecek.
Aslında dikkatimi hakeden bizatihi kendisi
değildir, diğerleriyle olan ilişkisidir. Dedim ya, ünlü bir
kişidir. Dizi filmlerinin oyuncularını, pop starları, magazin
dünyasının kahramanlarını, Nazlı Ilıcak’ı ve Can Ataklı’yı
aratmayacak kadar televizyonlara çıkar. Yüzü kolay
ezberlenecek türdendir. İnsanların ünlülere ilgisi, teşnesi de
malumdur. Lakin velakin, bu havuzda bir allahın kulu
ilgi-alaka yapmaz kendisine. İzaha muhtaç bir durumdur bu. Ben
ki, hiçbir ünüm yokken kış aylarındaki üniformamla (kovboy
şapkam ve uzun trençkotum) zaman zaman insanların “acaba
televizyonda gördüğüm biri mi”, ya da “hay allah, mutlaka ünlü
biri ama kim?” yollu ilgilerine ve meraklı bakışlarına mazhar
olurum. İnsanların bu ünlüye bu kadar cimri davranması
anlaşılır gibi değildir? Üstelik kendilerine benzeyen,
kendilerinden biri olan. Acaba memleketin gündemine,
siyasetine tamamen mi kayıtsızlar? Hiç tartışma programlarını
izlemezler mi? Açılımı, YAŞ’ı, referandumu merak etmezler mi?
Yok be kardeşim, bu işte bir terslik var hele.
Site ahalisinin bu ünlü gazeteciye ve fikir
erbabına selam vermeyi dahi çok gören yabaniliği nasıl
açıklanabilir. Vurdumduymazlığın sıcaktan genleşmiş hali mi?
Yoksa, kendine benzeyeni görmezden gelerek önemsizleştirme
hinliği mi? Ben işin içinden çıkamadım. Alın size ÖYS’lik bir
soru:
Yukarıda özetlenen havuzbaşı gözlemini
tümdengelim mezurasıyle ölçerek, tümevarım terazisiyle
tartarak aşağıdaki önermelerden hangisinin doğru olduğunu
belirleyiniz?
a. Bu kalede kraldan çok kralcılar
sevilmez
b. Doğru söylemeyeni dokuz siteden
kovarlar
c. Yandaş meyda, yandaş ahaliye dahi
öööğh dedirtmiştir
d. ’Ben özeneceğim ünlüleri severim’
atasözü geçerlidir
e. ’Bana benzeyen benden değildir’
inanışı hakimdir
f. Yüzme bilmeyenin fikriyle havuza
inmek racona uymaz
g. Kendi eşini eve kapatıp havuzdaki
diğer eşleri dikizleyen müminlere zinacı gözüyle bakılır
w. Herbiri
z. Hiçbiri
Görüyorsunuz ne kadar zor, ne kadar içinden
çıkılmaz bir denklem. Bu ünlünün yerinde olmak istemezdim. Hem
cukka esaslı hızlı yükselenlerin fikir-kanaat tercümanı
olacaksın bol keseden, hem kendilerinden zırnık teveccüh
görmeyeceksin.
Neyse ki oruç baba yetişmiştir; onu havuz işkencesinden, beni
de dertlenmekten kurtarmıştır.
Velhasıl,
Havuz testinden geçirdiğim insanların anlattığı odur ki, hızlı
yükselenler çoğaldıkça ve taşra kentleşip çevre merkeze
geldikçe ortalık tozduman olur. Nicelik bollaşırken nitelik
kıtlaşır. Taşralı kentte, çevre merkezde hazımsızlık çeker.
Kıssadan hissesi ise, borsadan soda hissesi almanın tam zamanı
olduğudur. |