Diyasporadaki toplumsal örgütlülüğümüz son on yılda epey
mesafe katetti. Uzun yıllar birbirinden habersiz çalışan
derneklerimiz Kafkas Dernekleri Federasyonu (Kaf-Fed) çatısı
altında biraraya gelerek hatırı sayılır bir güç oluşturdular.
Yanısıra, çeşitli vakıflar, platformlar, inisiyatif grupları,
internet portalları, yayınlar vs. derneklerimizin yetişemediği
alanlarda az-çok iş ve düşünce üreterek toplumsal ihtiyaca
cevap vermeye çalıştılar. Asıl sevindirici olan, on yıl
öncesine kadar ‘Çerkes’ tanımını kullanmaya dahi çekinen,
kültürel hakların ve taleplerin dillendirilmesini ‘sakıncalı’
addeden genel anlayışın büyük ölçüde kırılmış olmasıdır.
Bundan sonrası, kurumsal örgütlülüğümüzü daha da güçlendirmek,
sürekliliği ve bütünlülüğü olan siyasal mücadele rotası
oluşturabilmektir.
Yeni
başlayanlar için kronolojik bir özet yapmak isterim;
İkinci Meşrutiyet’ten hemen sonra (1908’de)
kurulan Çerkes Teavün Cemiyeti ve Çerkes Kadınları Teavün
Cemiyeti ile başlayan, Çerkes Örnek Mektebi’nin kurulmasının
yanısıra çeşitli gazete ve dergilerle desteklenen
örgütlülüğümüz, 1923’de bu cemiyetlerimizin
kapatılıp yasaklanmasıyla kesintiye uğramıştır.
Ağır
asimilasyon koşullarının ardından 1950’li yıllarda yeniden
örgütlenme şansı bulunabilmiş, İstanbul, Ankara ve diğer
kentlerde kurulan derneklerimiz aracılığıyla kültürel
faaliyetler yeniden başlatılabilmiştir.
Zaman içinde derneklerimizin sayısı artmış ve 1970’li
yıllardan itibaren bu derneklerin birlik oluşturması fikri
ortaya çıkmıştır. Çeşitli girişimlerden sonra 1990’da KAF-KUR
adıyla bir koordinasyon kurulu oluşturulmuş, bu oluşum 18-19
Ocak 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan genişletilmiş toplantı
sonunda 26 derneği kapsayan bir üst örgütlenme modeli olarak
hayata geçmiştir. 14 Ağustos 1992’de Gürcistan’ın Abhazya’ya
saldırısıyla yükselen dayanışma ruhu güçlü-merkezi örgütlenme
düşüncesini de kamçılamış, 1993’de KAF-DER ve nihayet yasal
mevzuatların elvermesiyle birlikte 2003’de de bugünkü Kafkas
Dernekleri Federasyonu (KAF-FED) kurulmuştur.
Derneklerimizin bir çatı altında toplanması
süreçi yaşanırken, yasal kısıtlamaların zorlamasıyla genelde
kültürel faaliyet alanına sıkışmış bu örgütlenme modeli
yanında daha siyasal içerikli örgütlenme ihtiyacı da kendini
göstermeye başlamıştı. Bu minvalde İstanbul ve Ankara’dan bir
grup Çerkes aydını tarafından 1 Eylül 1999’da Demokratik
Çerkes Platformu (DÇP) adıyla bir inisiyatif oluşturuldu.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik adaylığının
açıklanmasıyla (11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi)
oluşan olumlu siyasi ortamla birlikte çalışmalar hızlandırıldı
ve 26 Mart 2000'de Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden dernek
temsilcileri, aydınlar ve kanaat önderlerinin katıldığı
genişletilmiş İstanbul toplantısı sonunda 149 imzalı ilk
deklarasyonla Demokratik Çerkes Platformu kuruldu. Kısa sürede
katılımcı sayısı 500’ü aştı. DÇP, uzun yıllardan sonra
Türkiye’de ilk Çerkes adını kullanarak Çerkes kimliğini, hak
ve taleplerini dillendiren pek çok çalışma yaptı; basın
açıklamaları, konferanslar, kimlik araştırmaları, anadil
toplantıları ve üniversitelerle ortak konferanslar, 21 Mayıs
etkinlikleri (ki İstanbul’daki açıkhava toplantılarını 2001’de
DÇP başlattı), Avrupa Birliği-Sivil Toplum ortak çalışmalarına
katılım, diğer toplumsal kesimler ve farklı kültürlerle ortak
projeler vs.
DÇP, derneklere daha fazla özgürlük tanıyan
yasal düzenlemelerin yapılması ve 2003’de Kaf-Fed’in kurulması
üzerine, yürüttüğü çalışmaların hemen tümünü Kaf-Fed’e
devretmiştir.
Bugün
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren 60 derneği
bünyesinde toplayan Kaf-Fed,
diyasporada onyıllardır sürdürülen
toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin
omurgasını oluşturan yegane örgütlenmemizdir.
Evet, Kaf-Fed taa Çerkes Teavün Cemiyeti’nden
bugüne devam edegelen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden
kurumsal örgütlenmemizdir ama, gelin görün ki son birkaç yıl
zarfında değişik mecralarda ve genellikle Kaf-Fed’e karşı
örgütlenme çabaları da hız kazanmıştır. Bugün gelinen nokta
itibariyle, farklı düşünce gruplarının oluşturduğu
federasyonların, derneklerin, vakıfların,
platformların, inisiyatif gruplarının, internet portallarının
vs. yer aldığı çokyönlü ve giderek karmaşıklaşan bir yapı
ortaya çıkmıştır. Bu çokyönlü-çoksesli yapı, düşünce ve
örgütlenme zenginliği bakımından faydalı görünse de, pekçok
olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir.
Bu
durum herşeyden önce hem kendi toplumumuzda hem de Türkiye’nin
genel kamuoyunda, ‘her kafadan ses çıkan’ bir parçalanmışlık
algısı yaratmaktadır. Bu algı toplumumuzda örgütlü mücadele
inancını zayıflatmakta, taleplerimizi seslendirme gücümüzü
azaltmakta ve taleplerimizin muhatabı olan devlet-hükümet
yetkilileri üzerindeki yaptırım gücümüzü-nüfuzumuzu büyük
ölçüde zaafa uğratmaktadır.
Son
dönemlerde ‘her kafadan ses’ eğilimi giderek hız kazanmakta,
kendine liderlik-öncülük atfeden üç-beş kişilik küçük
‘kurtarıcı grupların’ sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu
çıkışların herbirini iyiniyetli çabalar olarak
değendirebiliriz, hatta toplumsal dinamizme katkı
sağladıklarını düşünerek sempati duyup destekleyebiliriz de.
Ancak hepimiz bu gidişatı artısıyla eksisiyle etraflıca
değerlendirmeliyiz. Topluma öncülük etme misyonu yüklenmiş bu
marjinal çıkışlar toplumsal mücadelemize toplamda fayda mı
sağlıyor, zarar mı veriyor iyice tartmalıyız.
Bu
grupların çoğu kendini Kaf-Fed karşıtlığı üzerinden
tanımlamaktadır. Bazılarının oluşturucuları Kaf-Fed’e bağlı
derneklere üyedirler. Üye oldukları dernekler üzerinden Kaf-Fed’i
daha güçlü ve daha üretken kılmaya çabalamak yerine, düşünce
ve proje üretme kabiliyetlerini, enerjilerini ve iş yapma
istek ve becerilerini Kaf-Fed üzerinden ya da Kaf-Fed’le
birlikte hayata geçirmeye çalışmak yerine, ‘ayrı telden çalma’
isteklerini yanlış bulduğumu ve reddettiğimi belirtmek
isterim.
Duymuşsunuzdur, son bir hafta içinde yeni bir ‘öncü grup’
çıktı. 13 Mart’ta Ankara’da ‘yeri göğü inletecek, iktidara ses
dinletecek’ bir miting yapacaklarını ilan ettiler.
Bu
grubu oluşturanların bir-ikisi Kafkas Vakfı geçmişli,
bir-ikisi de son dönemlerde ortaya çıkan Adige milliyetçiliği
eksenli. Çerkesleri örgütlemek, Çerkesler adına siyaset
yapmak, Çerkeslerin hak ve taleplerini seslendirmek
iddiasındalar. Kaf-Fed’e karşılar-muhalifler ama, yapacakları
miting için belirledikleri katılımcı hedef kitlesi Kaf-Fed’e
bağlı dernekler ve bunların üyeleri. İstiyorlar ki
etkinliklerini Kaf-Fed ve dernekler desteklesin, organizasyona
fiili katkı sağlasın, üyeleri eksiksiz katılsın…
Toplumu örgütlemek şiarıyla yola çıkmış bu arkadaşların
örgütlemeyi hedefledikleri kitle, bizatihi toplumsal
örgütlenmemizin kendisi olan Kaf-Fed ve bağlı derneklerdir.
Benim anlamadığım, Kaf-Fed’in kendisi örgüt değil de,
örgütlenmeyi bekleyen bir taban konumunda mıdır? Bu arkadaşlar
Kaf-Fed’i böyle mi algılamaktadır?.. Asıl önemlisi, bazı Kef-Fed
üyesi dernek yöneticilerinin bu etkinliği desteklediği
fısıldanıyor. Bu gerçekse, bu desteği veren dernek
yöneticileri de mi kendilerini örgütlenecek taban olarak
görüyor?..
Kendilerini Kaf-Fed’e karşı konumlandıran, her fırsatta Kaf-Fed’i
karalayan, yok sayan bu arkadaşların düşündükleri bu etkinliği
Kaf-Fed eliyle kotarmayı ister-bekler olmaları paradoksun
trajik hali değilse nedir? Ayrıca, gerçekten bu etkinliğe
yeşil ışık yakmış dernek yöneticileri varsa onların hali daha
da sorgulanmayı haketmez mi?..
Bir
yürüyüş ve miting yapma gereğimiz varsa, neden Kaf-Fed
öncülüğünde değil de henüz amaçlarını-hedeflerini-acendalarını
bilemediğimiz birkaç kişinin peşine takılıp yapalım ki !...
Hangi taleplerin nasıl dillendirileceği, hangi sloganların
atılacağı, hangi pankartların dövizlerin açılacağı belli
olmayan böyle bir bilinmeze niye kapılalım ki !..
Ne
yani, her bilinmezin peşine ‘ya tutarsa’ diyerek koşacak denli
çaresiz bir toplum gibi mi görünüyoruz? Bu kadar başıboş
muyuz?...
Miting yapmak ciddi iştir. Konseptini, bütünlüğünü, etkin
katılım şartlarını ve en önemlisi vereceği mesajları iyi
düşünmek, iyi hesaplamak gerekir.
Ben,
oldu-bitti üzerine bina edilen ve ucu nereye varacağı
bilinmeyen böyle bir mitinge katılmayacağım.
Meydanlara çıkma ihtiyacımız varsa, bunun zamanlamasını en iyi
bilecek organizasyonunu da kotaracak kuruluşumuz Kaf-Fed’dir.
Kaf-Fed’in öncülüğünde olacaksa, hay hay hiç tereddüt etmeden
kalabalığın arasında saf tutarım.
Yıllardır toplumsal örgütlülüğü güçlendirmenin ve bu
örgütlülüğe siyasal dil ve içerik kazandırmanın gereğini
savundum; diyasporadaki varlığımızı korumanın yolunun kültürel
dernekçilik sathı mailinden çıkıp siyasal örgütlülüğe
ulaşmaktan geçtiğine inandım.
Ama
böyle değil. Herkesin kendince rota belirlediği, kendince
siyaset güttüğü ve kendince eylem planladığı bir savruklukla
ne örgütlenmemizi güçlendirebiliriz ne de siyaseten
güçlenebiliriz.
Evet, Federasyonumuzun pekçok eksiği, aksağı, yetersizliği
bulunmaktadır. 60 derneği biraraya getirmiştir ama henüz bu
nicelikten beklenen niteliği ve sinerjiyi yaratamamıştır;
ortak çalışma alanlarını genişletememiş, topluma umut verecek
öncülük görevini henüz tam olarak kucaklayamamıştır. Kuşkusuz
deneyimi ve birikimi arttıkça eksiklerini tamamlayacaktır.
Yaptıkları pekçok olumlu iş yanında bizim için asıl umut
verici olanı, Federasyon yöneticilerimizin bu eksikleri
gidermek için büyük bir iyiniyet ve özveriyle çaba gösteriyor
olmalarıdır. Federasyonumuzun daha etkin, daha güçlü ve daha
siyasi bir örgüt haline gelebilmesi hepimizin ortak çabası,
katkısı ve katılımıyla mümkün olacaktır.
Şimdi yapmamız gereken, kendi egolarımızın peşine sürüklenip
hizipler oluşturmak ya da bu hiziplerin ardında savrulmak
değil, Kaf-Fed’in içinde çalışarak ona güç katmaktır.
Bilgimizi, becerimizi, enerjimizi, heyecanımızı Kaf-Fed çatısı
altında birleştirmektir. Ancak bu yolla toplumumuzu daha güçlü
kucaklayan, taleplerimizi daha yüksek sesle dile getiren bir
örgüte sahip olabiliriz.
Unutmayalım ki kurumsal örgütlülüğümüzü güçlendirirsek ileriye
yol alabiliriz. Aksi halde, olduğumuz yerde patinaj çeker
dururuz. |