21 Nisan, Çeçenistan’ın efsanevi lideri Cahar
Dudayev’in ölüm yıldönümüdür. Bundan onbeş yıl önce (1996’da),
aracı başında telefonla konuşurken yeri tespit edilmiş ve bir
Rus savaş uçağı tarafından güdümlü füzeyle vurulmuştu… Merak
ettim, Çeçenler ve diğer Kafkasyalılar Dudayev’ı hatırlayıp
anıyor mu diye, 21 Nisan öncesi ve sonrası bir hafta boyunca
ulaşabildiğim tüm internet mecralarına (mail grupları, web
siteleri, facebook sayfaları vs.) bakındım; Çeçenistan’daki
bugünkü yönetim ve muhalif gruplar da dahil olmak üzere, hem
anavatanda hem diyasporada Dudayev’in ölüm yıldönümüyle ilgili
çok az söz, yazı ve etkinlik görebildim. Hatırlayanların,
ananların, sahiplenenlerin büyük çoğunluğu ise ya Çeçenleri
‘cihat’ın mızrak ucu’ olarak gören radikal dinciler ya da
Çeçenleri ‘Türklüğün yedek gücü’ olarak gören şoven
milliyetçiler…
Eğer 21 Nisan günü Moskova’da yayınlanan Pravda
gazetesi Dudayev’in nasıl öldürüldüğüne dair sansasyonel
haberi dünyaya duyurmasaydı, belki de pek çoğumuz Dudayev’in
ölüm yıldönümünü hatırlamayacaktık bile….
Uydu
telefon tuzağı…
Evet,
onbeş yıl aradan sonra, Rusya’nın önemli gazetelerinden
Pravda, Dudayev’in nasıl öldürüldüğünü dünyaya ilan etti. O
dönem Dudayev’e yönelik hava saldırısında bizzat görev
üstlenmiş olan iki üst rütbeli askeri istihbarat subayının
açıklamalarına dayandırılan habere göre, Ruslar Dudayev’in
yerini kullandığı uydu telefon sistemi sayesinde öğrenmiş ve
bombalamış. Haberde, sözkonusu uydu telefonun (INMARSAT)
Amerikan istihbarat kuruluşu CIA tarafından Türkiye üzerinden,
dönemin başbakanı Necmettin Erbakan eliyle Dudayev’e
gönderildiği belirtiliyor. Dudayev, aracı başında bu telefonla
konuşurken, CIA bulunduğu yerin kesin koordinatlarını Rusya’ya
bildiriyor ve operasyon düzenleniyor.
Haber gerçekleri mi yansıtıyor yoksa dezenformasyon mudur
bilemeyiz ama, inandırıcı detaylar içeriyor. Öyle ki, Rus hava
kuvvetlerine ait SU-25 uçağı tam da Dudayev’in aracına güdümlü
füze göndermişken, Dudayev’in füzenin gelişini hissedip havaya
bakışını gösteren bir fotoğraf yayınlanıyor. Bu fotoğraf, tam
da o sırada Çeçenistan üzerinde keşif ucuşu yapmakta olan
Amerikan Awacs casus uçakları tarafından çekilmiş. Velhasılı
tam bir Amerikan-Rus ortak oyunu. Türkiye’ye de bir yan rol
verilmiş…
Aynı
telefonu Abhazya’da kullanmıştık…
Bu
haberi okurken, Dudayev’in yerinin tespiti için kullanıldığı
söylenen INMARSAT marka Amerikan uydu telefon sistemini,
1992-93’deki Abhazya-Gürcistan savaşı sırasında ve sonrasında
bizim de Abhazya’da kullandığımız aklıma geldi. Ve işe bakın
ki, telefon sistemi Abhazya’ya geldikten bir süre sonra, bir
Gürcistan savaş uçağı taa Gudauta’ya gelerek, ilki telefonun
kurulu olduğu ofisimin bulunduğu binanın 50 metre yakınına
olmak üzere peş peşe bombalar bırakıp gitmişti.
İşte
Dudayev’le ilgili haberi okuyunca bu olayı hatırladım. O zaman
bu saldırıyı telefonla ilintilendirmemiştik (en azından ben
ilintilendirmemiştim). Şimdi de öyle… Komplo saplantısına
kapılmadan, sadece ilginç bulduğum için olayı özetlemek
istiyorum...
Abhazya’da savaş 14 Ağustos 1992’de Gürcistan’ın saldırısıyla
başlamıştı. Gürcistan kuvvetleri kısa sürede Gürcü-Abhaz
sınırından Sohum’a kadar olan bölgeyi ve Rusya sınırına
Gagra’yı büyük ölçüde kontrol atına almışlardı. Kısa süre
sonra Gagra geri alındı. Yine de Abhazya’nın dış dünya ile
bağlantısı çok sınırlıydı, haberleşme sadece Rusya üzerinden
ve son derece güçlükle yapılabiliyordu. Bu yüzden bir uydu
telefonun iyi olacağı düşünüldü. Türkiye, Avrupa ve
Amerika’daki diyaspora organizasyonlarımız elbirliği ederek,
belki de o dönemin tek (ya da en iyi) uydu telefon sistemi
olan INMARSAT cihazını ABD’den satın alarak, sanırım Şubat
başında (1993) Abhazya’ya gönderdiler (getirdiler). Lüzumsuz
spekülasyonlara meydan vermemek için bu telefonun Abhazya’ya
getirilişiyle ilgili daha fazla bilgi vermeyeceğim. Bu sistem
genellikle gemilerin kullandığı, hem telefon hem faks servisi
veren, hem sabit hem hareket halinde kullanılabilen bir
sistemdi; 20-30 kilo ağırlığında özel çanak antenli bir gövde
ve kablolarla gövdeye bağlı telefon-faks aparatından oluşan
bir teknolojiydi.
Doğal olarak telefon öncelikle dönemin lideri V. Ardzınba’nın
kullanımı için getirilmişti. Ancak Ardzınba kendi bulunduğu
binaya kurulmasını istemedi, bana, “senin oraya kurun, lazım
olunca ben oradan kullanırım” dedi. Benim ofisim Dışışleri
Bakanlığı’nın kullanımına tahsis edilen Guaduta Belediye
Başkanlığı binasının üst katındaydı. Ana gövdeyi arkadaki
bitişik boş binanın çatısına, telefon-faks aparatını da masama
olmak üzere sistemi kurduk, dünyanın her yeriyle kesintisiz
haberleşmemizi sağlayan mükemmel bir cihazdı. Çok işimize
yaradı.
15-16 Mart 1993’de Abhazya kuvvetleri Sohum’u
geri almak üzere büyük bir saldırı düzenledi, ancak başarısız
oldu; 400'den fazla kayıp verildi, en az o kadar insanımız da
yaralandı. İşte o sırada telefon sistemimize çok iş düştü.
Özellikle Türkiye’den gelmiş olan gönüllülerimizin (ki bir
kısmı yaralanmıştı) aileleriyle haberleşmelerinin bu sayede
mümkün olabildiğini belirtmeliyim.
Gudauta’ya
hava saldırısı…
Sanırım Nisan’ın ortalarıydı, Abhazya henüz 15-16 Mart
başarısızlığının acısını atlatamadan Gudauta’ya düzenlenen
sürpriz bir hava saldırısının şokuyla sarsıldı; Gürcistan hava
kuvvetlerine ait bir uçak, öğle saatlerinde ilkini benim
bulunduğum binanın 50 metre kadar yakınına olmak üzere peş
peşe bombalar bırakıp gitti. Bu şok edici bir sürprizdi. Hemen
yakınımızda Rusların Karadeniz kıyısındaki en önemli hava üssü
(Bombora) vardı, bizde hava savunma sistemi yoktu ama
burnumuzun dibindeki bu üste Guaduta ve çevresinde sinek uçsa
yakalayacak kadar gelişmiş radar ve savunma sistemi mevcuttu
ve hergün hiç değilse üç-beş kez Rus uçakları Gudauta üstünde
kontrol ve eğitim uçuşları yapıyordu. Bu yüzden, Gudauta
üzerinde alçalmakta olan uçağı görenler, nasılsa Rus uçağıdır
diye ilgilenmemişti bile. Uçak alçalmış alçalmış ve
bombalarını bırakmıştı. Neden sonra sokaktaki üç-beş
Kalaşnikof’lu gençler uçağın peşinden nafile atışlar yapmıştı
ya, görülmeye değer bir manzaraydı.
Uçak
sesi kulaklarımı yırtarcasına arttığında ve ilk bombanın
basıncıyla sendelediğimde odamda bilgisayar başında,
Ardzınba’nın özel temsilcisi Socrat Cincolya’nın yapacağı
görüşmelerde kullanacağı İngilizce dosyayı hazırlamakla
meşguldüm. Sarsıldım ve arkamdaki pencerenin camları üzerime
patladı. Ondan sonra şiddetli patlamayı duyabildim. Demek
böyle oluyormuş. Hemen merdivenlere koştum, tekrar geri dönüp
bilgisayarın fişini çektim (sersemliğin titizliği), sokağa
fırladım, herkes gibi ben de ilk bombanın tüttüğü tarafa
koşturdum. İlerde uçak süzülmeye ve bomba bırakmaya devam
ediyordu. Ve Kalaşnikof’larla uçağa ateş edenlerin çaresiz
çabaları…
200-300 kiloluk klasik-basit bombalarmış, 6 tane atılmış, kimi
boş alana düşmüş ve koca çukurlar açmış, kimi binalara isabet
etmiş ve yakıp yıkmış. Hatırladığım kadarıyla bu hava
saldırısında 7 kişi öldü. Ama, bize verdiği manevi zarar
(moral fatura) çok daha büyüktü.
Korkulu, heyecanlı, telaşlı bir gündü. Bomba düşen yerleri
keşfetmekle, ‘nasıl oldu-nasıl olabildi’ mütealalarıyla,
‘Ruslar uyuyor muydu’ sorularıyla saatler geçirdik. Ofise
dönüp telefonun ve bilgisayarın çalışırlığını kontrol ettim,
biraz ortalığı toparladım, havadar haline o günlük çare yoktu.
Ertesi sabah kırılan pencereyi naylonla kapadım, binadakilerle
durum değerlendirmesi gevezeliği yaptım, öğlen ölenler için
tören yapıldı. Öfkeliydik, şaşkındık ama yılmayacaktık.
Öğleden sonra Dışişleri Bakanı Sait Tarkil beraberinde iki Rus
rütbelisiyle geldi, sanırım askeri istihbarattandılar ve
Bombora’dan gelmişlerdi. Telefonu uzun uzun incelediler, Rusça
fısıldaştılar, bana antenli ana gövdenin daha uzak bir yere
konulması gerektiğini söylediler. İki yüz metre kadar ilerde
3-4 katlı bitmemiş bir beton bina vardı, oranın çatısını
gösterdiler. Ertesi gün yanlarında bir teknisyen, ellerinde
tomar tomar kablolarla çıkageldiler ve birkaç saatlik bir
çabayla telefonun gövdesini tavsiye ettikleri binaya taşıdık,
kabloları gererek odamdaki telefon-faks aparatına bağladık.
Nispeten güven sağlanmıştı.
Sait’e sordum, gerçekten bombalamanın uydu sistemle ilgisi var
mıydı? Gülümsedi, “bilmiyoruz” dedi, “varsa da, Gürcü
pilotların beceriksizliği seni ve bu binadaki hepimizi
kurtardı”…
Sonraki günlerde, Ruslar’dan (yarım yamalak da olsa) olası
yeni hava saldırılarına karşı önleyici küçük füze sistemi (Stinger
muadili) sağlandı, bir batarya da benim telefonun olduğu
binaya (telefona on metre kadar yakın) kuruldu. Savaş boyunca
Gudauta’ya başka hava saldırısı olmadı. Savaş bittikten sonra
da uydu telefonu Sohum’a taşıdım, başbakanlık binasındaki
ofisimde kullanmaya devam ettik.
İşte
böyle, Dudayev’i hedef yapan uğursuz INMARSAT’la bizim
maceramız. Gerçekten Gürcüler bu telefonun sinyalinden mi
saldırı güzergahını belirlemişti, yoksa ilk bombanın yakınıma
düşmesi sadece bir tesadüf müydü bilemeyeceğiz. Sait’in
söylediği gibi, ‘Gürcü pilotun beceriksizliği’ açıklaması
kulağa hoş geliyor.
Dudayev’le
tanışma…
Dudayev’i ben 1991’de Abhazya’da, 21 Mayıs Sürgünü’nü anma
toplantısında tanıdım. Binlerce insan Sohum’un eski
limanındaki “Muhaceret Anıtı”nın çevresinde biraraya gelmiş,
geçmişle geleceği, acıyla umudu harmanlayan hüzünlü bir anmaya
şahitlik ediyorduk. Gürcistan-Abhazya gerginliğinin tırmandığı
ve adım adım savaşa gidildiği günlerdi. O yüzden o yılkı
sürgün anması, tüm kardeş Kafkas halklarının Abhazya’ya destek
verdiği büyük bir gövde gösterisine dönüşmüştü. Adige’den
Kabartay-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’de, Çeçenistan’dan,
Osetya’dan, Dağıstan’dan ve Rusya Federasyonu’nun pekçok
kentinden-bölgesinden yüzlerce delege vardı. Konuşmalar ‘ortak
dil’ Rusça yapılıyordu, yanımda duran Kafkas Halkları
Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Genadi Alamia bana Abazaca
özetliyordu.
Açılışı takiben, o zaman Abhazya Parlamento Başkanı olan
Vladislav Ardzınba’nın tarihle günceli birleştiren etkili
konuşmasının ardından, peş peşe 3-4 konuşmacı daha söz almış,
kalabalığın dikkati ve ilgisi dağılmaya başlamıştı. Sonra
ortalık bir duruldu bir dalgalandı, siyah fötr şapkasıyla
dikkat çeken karizmatik bir adam çevik adımlarla kürsüye
yürüdü, mikrofona yaklaştı, kararlı bakışlarıyla sessizliğe
hükmederek konuşmaya başladı. Konuştukça sertleşti, gözleri
şimşek, sözleri yıldırım gibi çaktı. Kalabalık nefesini
tutmuş, gık’ını yutmuştu sanki. Gena benim çaresiz bakışlarımı
görmezden gelip konuşma bitene kadar çeviri yapmadı, diğerleri
gibi pür dikkat dinledi. Konuşma bittiğinde 50-60 kişilik bir
gruptan çılgın bir alkış patladı, kalabalığın büyük
çoğunluğunda ise düşünceli bir sessizlik hakimdi. Neden sonra
Gena mırıldandı; konuşanın Cahar Dudayev, konuşmasının ise
Rusya’ya nefret olduğunu söyledi, “bu nefretin Kafkasya’ya
kan ve gözyaşı getirmemesini ümit edelim” diye ekledi.
Son
konuşmacıyı dinlemek yerine, Gena’dan Dudayev’in kim olduğunu
ve konuşmasının detaylarını öğrenmeye çalıştım. Özetle,
Rusya’ya meydan okuyan, Çeçenistan’a ve bütün Kafkasya’ya
bağımsızlık talep eden bir konuşmaydı. Gena Dudayev’li ilgili
de kısa bilgi verdi. Sovyet Strateji Hava Kuvvetleri Tümen
Komutanlığı (Tümgeneral) görevinden kısa süre önce ayrıldığını
ve "Çeçen Milli Kongresi"nin icra kurulu başkanlığına
seçildiğini söyledi. Gena’ya göre Dudayev, Çeçenistan halkının
kaderine hükmetmek üzere liderlik basamaklarını hızla
çıkıyordu…
Kalabalık, sürgün yolunda ölenler anısına denize çiçek
bırakmaya yöneldiğinde ben Dudayev’in ateşli konuşmasının
neden karamsarlık yarattığını anlamaya çabalıyordum. Aslında
durum basitti, Gürcistan’ın Abhazya’ya yönelik tehditleri
artmıştı, olası bir Gürcistan saldırısına karşı Abhazya
açısından yegane güvence Rusya Federasyonu ve içinde bulunan
Kuzey Kafkas halklarıydı, Çeçenistan’da ya da Kuzey
Kafkasya’nın herhangi bir bölgesinde Rusya’ya başkaldırmak
Abhazya’yı Gürcistan’a karşı yalnız bırakmak demekti. Abhazlar
açısından çıkar yol Rusya ile çatışmak değil, tam aksine iyi
geçinmekti. O yüzden Dudayev’in Rusya’ya meydan okuyan
konuşması çok tezahürat toplamamıştı.
Ağıtlar eşliğinde denize çiçek bırakma seremonisi bitince,
Gena’nın aracılığı ile Dudayev’le tanıştım, tokalaştık,
Türkiyeli oluşum ilgisini çekmişti, konuşmasından
etkilendiğimi söyledim. İşte, 27 Ekim 1991’deki seçimde
oyların yüzde 85’ini alıp Çeçenistan’ın devlet başkanı
seçilecek olan ve daha sonra Rusya ile savaşacak olan Cahar
Dudayev’le Sohum’da tanışmam böyle oldu…
Sürgün bir halk, sürgün bir hayat…
Gena
Alamia, Dudayev’in konuşmasının Rusya’ya karşı nefret dolu
olduğunu söylemişti. Nasıl olmasın ki… Bırakın tarihin eski
sayfalarındaki savaşları, yıkımları, acıları… bırakın 1864
yenilgisini, kırımını, sürgününü …daha 1944’de Stalin rejimi
Çeçenleri topyekün Sibirya’ya sürmüştü ve Dudayev daha onbeş
günlük bir bebekken annesinin kucağında bu sürgünün
çaresizliğini, acısını yaşamıştı. Çocukluk yılları Sibirya
bozkırlarında çok güç şartlar altında geçmiş, zar zor hayata
tutunabilmişti. İlk ve orta öğrenimini Sibirya'da
tamamladıktan sonra kendisini sürgün eden Sovyet güçü içinde
askeri bir kariyere yönelmişti. Önce Tambov Askeri Pilot
Yüksek Okulu'ndan ve Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis
Yetiştirme Yüksek Okulu'ndan mezun olmuş daha sonra Moskova’da
Gagarin Hava Harp Akademisi'ni de bitirip 1. Sınıf pilot ve
mühendis unvanını kazanmıştı. SSCB döneminde kendisine 12
madalya verildi. Tümgeneralliğe yükseldi. 1989'da Estonya'da
stratejik hava kuvvetleri filoları komutanlığında görev
yaparken Baltık Ülkeleri'nde başlayan bağımsızlık
hareketlerinin kuvvet kullanılarak bastırılması için
Moskova'dan emir aldı. Ancak bu emri yerine getirmedi ve adı
isyancı generale çıktı. Moskova bu itaatsizliği hazmedemedi ve
Dudayev, ceza olarak askeri birliği ile birlikte Çeçenistan’a
Grozni'ye sürgüne gönderildi. Kaderin cilvesine bakın ki
bebekken Çeçenistan’dan sürgün edilmişti, generalken
Çeçenistan’a sürgün ediliyordu...
1990
yılının Mayıs ayında görevinden istifa etti, aynı yıl toplanan
Çeçen Halkının Kurultayı'na davet edildi ve sonradan "Çeçen
Milli Kongresi" adını alan bu halk meclisinin icra kurulu
başkanlığına seçildi. 19-21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı
girişilen başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin
karşısında yer aldı. Sonrasında, darbecilerle işbirliği yapan
Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti Hükümeti'ni düşürmek için
başlatılan halk hareketinin başına geçti. Demokratik güçler,
aydınlar ve tüm Çeçen halkı kendisini destekledi. 1 Kasım
1991'de Çeçen-İnguş Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti ve ve
Duayev 27 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde yüzde 85 oranında oy
alarak Çeçenistan’ın ilk devlet başkanı seçildi. Cahar Dudayev,
Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan'a başlattığı
askeri harekete karşı halkına direniş çağrısı yaptı. Böylece
Dudayev'in önderliğindeki Çeçen halkı, kendisinin ölümünden
sonra da devam edecek olan kanlı bir savaşa adım atmış oldu.
Savaş yıllarca sürdü ve hala sürmekte. Hiç kuşku yok ki bu
savaş yakın tarihin gördüğü en vahşi, en acımasız, en kuralsız
savaşı oldu. Çeçenistan yerle bir edildi, 200 binden fazla
Çeçen hayatını kaybetti, yüzbinlercesi el kapılarında mülteci
oldu.
Bugün dönüp geriye baktığımızda, bu kadar ağır bedellerin
ödendiği bu savaşın bağımsızlık talep eden milli bir mücadele
mi, radikal islamın manipule ettiği bir ‘cihat’ savaşı mı,
yoksa 1944 sürgününe veya 1864 yenilgisine veya daha önceki
acılara atfen kör bir rövanş tutkusu mu olduğunu anlamakta
zorlanırız. Belki hepsiydi, belki de Çeçenistan Rusya içindeki
iktidar savaşlarının kurbanıydı…
Dudayev’in, ölümünün onbeşinci yılında Kafkasyalılar
camiasında az hatırlanıyor olması, çok büyük kayıplar ve
acılar yaşanması kadar belki bu herşeyin birbirine karışmış
olması yüzündendir de. Bana sorarsanız, biz Kafkasyalılar
savaşmaktan ve kahraman olmaktan yorulduk…
Belki zamanla rahmetli Dudayev’in siyasetini,
liderliğini, doğrusunu-yanlışını, kendi halkına (ve diğer
Kafkas halklarına) ne kazandırıp ne kaybettirdiğini daha çok
sorgulayacağız. Ama şimdilik, 1991’de yüzde 85 oy alacak kadar
halkı tarafından sevilip sayılmış, Rusya’ya meydan okuyuşuyla
tarihe malolmuş bir liderin bugün kendi halkından (ve diğer
Kafkas halklarından) ziyade radikal dincilerin ve Türk
milliyetçilerinin gönlünde taht kurmuş olmasının ‘sebeb-i
hikmeti’ni etraflıca düşünmemiz gerektiğini belirtmekle
yetineyim. |