...................
...................
DUDAYEV’İ HATIRLAMAK...

23.04.2011

Sezai Babakuş
...................
 
...................

21 Nisan, Çeçenistan’ın efsanevi lideri Cahar Dudayev’in ölüm yıldönümüdür. Bundan onbeş yıl önce (1996’da), aracı başında telefonla konuşurken yeri tespit edilmiş ve bir Rus savaş uçağı tarafından güdümlü füzeyle vurulmuştu… Merak ettim, Çeçenler ve diğer Kafkasyalılar Dudayev’ı hatırlayıp anıyor mu diye, 21 Nisan öncesi ve sonrası bir hafta boyunca ulaşabildiğim tüm internet mecralarına (mail grupları, web siteleri, facebook sayfaları vs.) bakındım; Çeçenistan’daki bugünkü yönetim ve muhalif gruplar da dahil olmak üzere, hem anavatanda hem diyasporada Dudayev’in ölüm yıldönümüyle ilgili çok az söz, yazı ve etkinlik görebildim. Hatırlayanların, ananların, sahiplenenlerin büyük çoğunluğu ise ya Çeçenleri ‘cihat’ın mızrak ucu’ olarak gören radikal dinciler ya da Çeçenleri ‘Türklüğün yedek gücü’ olarak gören şoven milliyetçiler…

Eğer 21 Nisan günü Moskova’da yayınlanan Pravda gazetesi Dudayev’in nasıl öldürüldüğüne dair sansasyonel haberi dünyaya duyurmasaydı, belki de pek çoğumuz Dudayev’in ölüm yıldönümünü hatırlamayacaktık bile….

Uydu telefon tuzağı…

Evet, onbeş yıl aradan sonra, Rusya’nın önemli gazetelerinden Pravda, Dudayev’in nasıl öldürüldüğünü dünyaya ilan etti. O dönem Dudayev’e yönelik hava saldırısında bizzat görev üstlenmiş olan iki üst rütbeli askeri istihbarat subayının açıklamalarına dayandırılan habere göre, Ruslar Dudayev’in yerini kullandığı uydu telefon sistemi sayesinde öğrenmiş ve bombalamış. Haberde, sözkonusu uydu telefonun (INMARSAT) Amerikan istihbarat kuruluşu CIA tarafından Türkiye üzerinden, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan eliyle Dudayev’e gönderildiği belirtiliyor. Dudayev, aracı başında bu telefonla konuşurken, CIA bulunduğu yerin kesin koordinatlarını Rusya’ya bildiriyor ve operasyon düzenleniyor.

Haber gerçekleri mi yansıtıyor yoksa dezenformasyon mudur bilemeyiz ama, inandırıcı detaylar içeriyor. Öyle ki, Rus hava kuvvetlerine ait SU-25 uçağı tam da Dudayev’in aracına güdümlü füze göndermişken, Dudayev’in füzenin gelişini hissedip havaya bakışını gösteren bir fotoğraf yayınlanıyor. Bu fotoğraf, tam da o sırada Çeçenistan üzerinde keşif ucuşu yapmakta olan Amerikan Awacs casus uçakları tarafından çekilmiş. Velhasılı tam bir Amerikan-Rus ortak oyunu. Türkiye’ye de bir yan rol verilmiş…

Aynı telefonu Abhazya’da kullanmıştık…

Bu haberi okurken, Dudayev’in yerinin tespiti için kullanıldığı söylenen INMARSAT marka Amerikan uydu telefon sistemini, 1992-93’deki Abhazya-Gürcistan savaşı sırasında ve sonrasında bizim de Abhazya’da kullandığımız aklıma geldi. Ve işe bakın ki, telefon sistemi Abhazya’ya geldikten bir süre sonra, bir Gürcistan savaş uçağı taa Gudauta’ya gelerek, ilki telefonun kurulu olduğu ofisimin bulunduğu binanın 50 metre yakınına olmak üzere peş peşe bombalar bırakıp gitmişti.

İşte Dudayev’le ilgili haberi okuyunca bu olayı hatırladım. O zaman bu saldırıyı telefonla ilintilendirmemiştik (en azından ben ilintilendirmemiştim). Şimdi de öyle… Komplo saplantısına kapılmadan, sadece ilginç bulduğum için olayı özetlemek istiyorum...

Abhazya’da savaş 14 Ağustos 1992’de Gürcistan’ın saldırısıyla başlamıştı. Gürcistan kuvvetleri kısa sürede Gürcü-Abhaz sınırından Sohum’a kadar olan bölgeyi ve Rusya sınırına Gagra’yı büyük ölçüde kontrol atına almışlardı. Kısa süre sonra Gagra geri alındı. Yine de Abhazya’nın dış dünya ile bağlantısı çok sınırlıydı, haberleşme sadece Rusya üzerinden ve son derece güçlükle yapılabiliyordu. Bu yüzden bir uydu telefonun iyi olacağı düşünüldü. Türkiye, Avrupa ve Amerika’daki diyaspora organizasyonlarımız elbirliği ederek, belki de o dönemin tek (ya da en iyi) uydu telefon sistemi olan INMARSAT cihazını ABD’den satın alarak, sanırım Şubat başında (1993) Abhazya’ya gönderdiler (getirdiler). Lüzumsuz spekülasyonlara meydan vermemek için bu telefonun Abhazya’ya getirilişiyle ilgili daha fazla bilgi vermeyeceğim. Bu sistem genellikle gemilerin kullandığı, hem telefon hem faks servisi veren, hem sabit hem hareket halinde kullanılabilen bir sistemdi; 20-30 kilo ağırlığında özel çanak antenli bir gövde ve kablolarla gövdeye bağlı telefon-faks aparatından oluşan bir teknolojiydi.

Doğal olarak telefon öncelikle dönemin lideri V. Ardzınba’nın kullanımı için getirilmişti. Ancak Ardzınba kendi bulunduğu binaya kurulmasını istemedi, bana, “senin oraya kurun, lazım olunca ben oradan kullanırım” dedi. Benim ofisim Dışışleri Bakanlığı’nın kullanımına tahsis edilen Guaduta Belediye Başkanlığı binasının üst katındaydı. Ana gövdeyi arkadaki bitişik boş binanın çatısına, telefon-faks aparatını da masama olmak üzere sistemi kurduk, dünyanın her yeriyle kesintisiz haberleşmemizi sağlayan mükemmel bir cihazdı. Çok işimize yaradı.

15-16 Mart 1993’de Abhazya kuvvetleri Sohum’u geri almak üzere büyük bir saldırı düzenledi, ancak başarısız oldu; 400'den fazla kayıp verildi, en az o kadar insanımız da yaralandı. İşte o sırada telefon sistemimize çok iş düştü. Özellikle Türkiye’den gelmiş olan gönüllülerimizin (ki bir kısmı yaralanmıştı) aileleriyle haberleşmelerinin bu sayede mümkün olabildiğini belirtmeliyim.  

Gudauta’ya hava saldırısı…

Sanırım Nisan’ın ortalarıydı, Abhazya henüz 15-16 Mart başarısızlığının acısını atlatamadan Gudauta’ya düzenlenen sürpriz bir hava saldırısının şokuyla sarsıldı; Gürcistan hava kuvvetlerine ait bir uçak, öğle saatlerinde ilkini benim bulunduğum binanın 50 metre kadar yakınına olmak üzere peş peşe bombalar bırakıp gitti. Bu şok edici bir sürprizdi. Hemen yakınımızda Rusların Karadeniz kıyısındaki en önemli hava üssü (Bombora) vardı, bizde hava savunma sistemi yoktu ama burnumuzun dibindeki bu üste Guaduta ve çevresinde sinek uçsa yakalayacak kadar gelişmiş radar ve savunma sistemi mevcuttu ve hergün hiç değilse üç-beş kez Rus uçakları Gudauta üstünde kontrol ve eğitim uçuşları yapıyordu. Bu yüzden, Gudauta üzerinde alçalmakta olan uçağı görenler, nasılsa Rus uçağıdır diye ilgilenmemişti bile. Uçak alçalmış alçalmış ve bombalarını bırakmıştı. Neden sonra sokaktaki üç-beş Kalaşnikof’lu gençler uçağın peşinden nafile atışlar yapmıştı ya, görülmeye değer bir manzaraydı.

Uçak sesi kulaklarımı yırtarcasına arttığında ve ilk bombanın basıncıyla sendelediğimde odamda bilgisayar başında, Ardzınba’nın özel temsilcisi Socrat Cincolya’nın yapacağı görüşmelerde kullanacağı İngilizce dosyayı hazırlamakla meşguldüm. Sarsıldım ve arkamdaki pencerenin camları üzerime patladı. Ondan sonra şiddetli patlamayı duyabildim. Demek böyle oluyormuş. Hemen merdivenlere koştum, tekrar geri dönüp bilgisayarın fişini çektim (sersemliğin titizliği), sokağa fırladım, herkes gibi ben de ilk bombanın tüttüğü tarafa koşturdum. İlerde uçak süzülmeye ve bomba bırakmaya devam ediyordu. Ve Kalaşnikof’larla uçağa ateş edenlerin çaresiz çabaları…

200-300 kiloluk klasik-basit bombalarmış, 6 tane atılmış, kimi boş alana düşmüş ve koca çukurlar açmış, kimi binalara isabet etmiş ve yakıp yıkmış. Hatırladığım kadarıyla bu hava saldırısında 7 kişi öldü. Ama, bize verdiği manevi zarar (moral fatura) çok daha büyüktü.

Korkulu, heyecanlı, telaşlı bir gündü. Bomba düşen yerleri keşfetmekle, ‘nasıl oldu-nasıl olabildi’ mütealalarıyla, ‘Ruslar uyuyor muydu’ sorularıyla saatler geçirdik. Ofise dönüp telefonun ve bilgisayarın çalışırlığını kontrol ettim, biraz ortalığı toparladım, havadar haline o günlük çare yoktu. Ertesi sabah kırılan pencereyi naylonla kapadım, binadakilerle durum değerlendirmesi gevezeliği yaptım, öğlen ölenler için tören yapıldı. Öfkeliydik, şaşkındık ama yılmayacaktık. Öğleden sonra Dışişleri Bakanı Sait Tarkil beraberinde iki Rus rütbelisiyle geldi, sanırım askeri istihbarattandılar ve Bombora’dan gelmişlerdi. Telefonu uzun uzun incelediler, Rusça fısıldaştılar, bana antenli ana gövdenin daha uzak bir yere konulması gerektiğini söylediler. İki yüz metre kadar ilerde 3-4 katlı bitmemiş bir beton bina vardı, oranın çatısını gösterdiler. Ertesi gün yanlarında bir teknisyen, ellerinde tomar tomar kablolarla çıkageldiler ve birkaç saatlik bir çabayla telefonun gövdesini tavsiye ettikleri binaya taşıdık, kabloları gererek odamdaki telefon-faks aparatına bağladık. Nispeten güven sağlanmıştı.

Sait’e sordum, gerçekten bombalamanın uydu sistemle ilgisi var mıydı? Gülümsedi, “bilmiyoruz” dedi, “varsa da, Gürcü pilotların beceriksizliği seni ve bu binadaki hepimizi kurtardı”…

Sonraki günlerde, Ruslar’dan (yarım yamalak da olsa) olası yeni hava saldırılarına karşı önleyici küçük füze sistemi (Stinger muadili) sağlandı, bir batarya da benim telefonun olduğu binaya (telefona on metre kadar yakın) kuruldu. Savaş boyunca Gudauta’ya başka hava saldırısı olmadı. Savaş bittikten sonra da uydu telefonu Sohum’a taşıdım, başbakanlık binasındaki ofisimde kullanmaya devam ettik.

İşte böyle, Dudayev’i hedef yapan uğursuz INMARSAT’la bizim maceramız. Gerçekten Gürcüler bu telefonun sinyalinden mi saldırı güzergahını belirlemişti, yoksa ilk bombanın yakınıma düşmesi sadece bir tesadüf müydü bilemeyeceğiz. Sait’in söylediği gibi, ‘Gürcü pilotun beceriksizliği’ açıklaması kulağa hoş geliyor.  

Dudayev’le tanışma…

Dudayev’i ben 1991’de Abhazya’da, 21 Mayıs Sürgünü’nü anma toplantısında tanıdım. Binlerce insan Sohum’un eski limanındaki “Muhaceret Anıtı”nın çevresinde biraraya gelmiş, geçmişle geleceği, acıyla umudu harmanlayan hüzünlü bir anmaya şahitlik ediyorduk. Gürcistan-Abhazya gerginliğinin tırmandığı ve adım adım savaşa gidildiği günlerdi. O yüzden o yılkı sürgün anması, tüm kardeş Kafkas halklarının Abhazya’ya destek verdiği büyük bir gövde gösterisine dönüşmüştü. Adige’den Kabartay-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’de, Çeçenistan’dan, Osetya’dan, Dağıstan’dan ve Rusya Federasyonu’nun pekçok kentinden-bölgesinden yüzlerce delege vardı. Konuşmalar ‘ortak dil’ Rusça yapılıyordu, yanımda duran Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Genadi Alamia bana Abazaca özetliyordu.

Açılışı takiben, o zaman Abhazya Parlamento Başkanı olan Vladislav Ardzınba’nın tarihle günceli birleştiren etkili konuşmasının ardından, peş peşe 3-4 konuşmacı daha söz almış, kalabalığın dikkati ve ilgisi dağılmaya başlamıştı. Sonra ortalık bir duruldu bir dalgalandı, siyah fötr şapkasıyla dikkat çeken karizmatik bir adam çevik adımlarla kürsüye yürüdü, mikrofona yaklaştı, kararlı bakışlarıyla sessizliğe hükmederek konuşmaya başladı. Konuştukça sertleşti, gözleri şimşek, sözleri yıldırım gibi çaktı. Kalabalık nefesini tutmuş, gık’ını yutmuştu sanki. Gena benim çaresiz bakışlarımı görmezden gelip konuşma bitene kadar çeviri yapmadı, diğerleri gibi pür dikkat dinledi. Konuşma bittiğinde 50-60 kişilik bir gruptan çılgın bir alkış patladı, kalabalığın büyük çoğunluğunda ise düşünceli bir sessizlik hakimdi. Neden sonra Gena mırıldandı; konuşanın Cahar Dudayev, konuşmasının ise Rusya’ya nefret olduğunu söyledi, “bu nefretin Kafkasya’ya kan ve gözyaşı getirmemesini ümit edelim” diye ekledi.

Son konuşmacıyı dinlemek yerine, Gena’dan Dudayev’in kim olduğunu ve konuşmasının detaylarını öğrenmeye çalıştım. Özetle, Rusya’ya meydan okuyan, Çeçenistan’a ve bütün Kafkasya’ya bağımsızlık talep eden bir konuşmaydı. Gena Dudayev’li ilgili de kısa bilgi verdi. Sovyet Strateji Hava Kuvvetleri Tümen Komutanlığı (Tümgeneral) görevinden kısa süre önce ayrıldığını ve "Çeçen Milli Kongresi"nin icra kurulu başkanlığına seçildiğini söyledi. Gena’ya göre Dudayev, Çeçenistan halkının kaderine hükmetmek üzere liderlik basamaklarını hızla çıkıyordu…

Kalabalık, sürgün yolunda ölenler anısına denize çiçek bırakmaya yöneldiğinde ben Dudayev’in ateşli konuşmasının neden karamsarlık yarattığını anlamaya çabalıyordum. Aslında durum basitti, Gürcistan’ın Abhazya’ya yönelik tehditleri artmıştı, olası bir Gürcistan saldırısına karşı Abhazya açısından yegane güvence Rusya Federasyonu ve içinde bulunan Kuzey Kafkas halklarıydı, Çeçenistan’da ya da Kuzey Kafkasya’nın herhangi bir bölgesinde Rusya’ya başkaldırmak Abhazya’yı Gürcistan’a karşı yalnız bırakmak demekti. Abhazlar açısından çıkar yol Rusya ile çatışmak değil, tam aksine iyi geçinmekti. O yüzden  Dudayev’in Rusya’ya meydan okuyan konuşması çok tezahürat toplamamıştı. 

Ağıtlar eşliğinde denize çiçek bırakma seremonisi bitince, Gena’nın aracılığı ile Dudayev’le tanıştım, tokalaştık, Türkiyeli oluşum ilgisini çekmişti, konuşmasından etkilendiğimi söyledim. İşte, 27 Ekim 1991’deki seçimde oyların yüzde 85’ini alıp Çeçenistan’ın devlet başkanı seçilecek olan ve daha sonra Rusya ile savaşacak olan Cahar Dudayev’le Sohum’da tanışmam böyle oldu…

Sürgün bir halk, sürgün bir hayat…

Gena Alamia, Dudayev’in konuşmasının Rusya’ya karşı nefret dolu olduğunu söylemişti. Nasıl olmasın ki… Bırakın tarihin eski sayfalarındaki savaşları, yıkımları, acıları… bırakın 1864 yenilgisini, kırımını, sürgününü …daha 1944’de Stalin rejimi Çeçenleri topyekün Sibirya’ya sürmüştü ve Dudayev daha onbeş günlük bir bebekken annesinin kucağında bu sürgünün çaresizliğini, acısını yaşamıştı. Çocukluk yılları Sibirya bozkırlarında çok güç şartlar altında geçmiş, zar zor hayata tutunabilmişti. İlk ve orta öğrenimini Sibirya'da tamamladıktan sonra kendisini sürgün eden Sovyet güçü içinde askeri bir kariyere yönelmişti. Önce Tambov Askeri Pilot Yüksek Okulu'ndan ve Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis Yetiştirme Yüksek Okulu'ndan mezun olmuş daha sonra Moskova’da Gagarin Hava Harp Akademisi'ni de bitirip 1. Sınıf pilot ve mühendis unvanını kazanmıştı. SSCB döneminde kendisine 12 madalya verildi. Tümgeneralliğe yükseldi. 1989'da Estonya'da stratejik hava kuvvetleri filoları komutanlığında görev yaparken Baltık Ülkeleri'nde başlayan bağımsızlık hareketlerinin kuvvet kullanılarak bastırılması için Moskova'dan emir aldı. Ancak bu emri yerine getirmedi ve adı isyancı generale çıktı. Moskova bu itaatsizliği hazmedemedi ve Dudayev, ceza olarak askeri birliği ile birlikte Çeçenistan’a Grozni'ye sürgüne gönderildi. Kaderin cilvesine bakın ki bebekken Çeçenistan’dan sürgün edilmişti, generalken Çeçenistan’a sürgün ediliyordu...

1990 yılının Mayıs ayında görevinden istifa etti, aynı yıl toplanan Çeçen Halkının Kurultayı'na davet edildi ve sonradan "Çeçen Milli Kongresi" adını alan bu halk meclisinin icra kurulu başkanlığına seçildi. 19-21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı girişilen başarısız darbe teşebbüsü sırasında darbecilerin karşısında yer aldı. Sonrasında, darbecilerle işbirliği yapan Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti Hükümeti'ni düşürmek için başlatılan halk hareketinin başına geçti. Demokratik güçler, aydınlar ve tüm Çeçen halkı kendisini destekledi. 1 Kasım 1991'de Çeçen-İnguş Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti ve ve Duayev 27 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde yüzde 85 oranında oy alarak Çeçenistan’ın ilk devlet başkanı seçildi. Cahar Dudayev, Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan'a başlattığı askeri harekete karşı halkına direniş çağrısı yaptı. Böylece Dudayev'in önderliğindeki Çeçen halkı, kendisinin ölümünden sonra da devam edecek olan kanlı bir savaşa adım atmış oldu.

Savaş yıllarca sürdü ve hala sürmekte. Hiç kuşku yok ki bu savaş yakın tarihin gördüğü en vahşi, en acımasız, en kuralsız savaşı oldu. Çeçenistan yerle bir edildi, 200 binden fazla Çeçen hayatını kaybetti, yüzbinlercesi el kapılarında mülteci oldu.

Bugün dönüp geriye baktığımızda, bu kadar ağır bedellerin ödendiği bu savaşın bağımsızlık talep eden milli bir mücadele mi, radikal islamın manipule ettiği bir ‘cihat’ savaşı mı, yoksa 1944 sürgününe veya 1864 yenilgisine veya daha önceki acılara atfen kör bir rövanş tutkusu mu olduğunu anlamakta zorlanırız. Belki hepsiydi, belki de Çeçenistan Rusya içindeki iktidar savaşlarının kurbanıydı…

Dudayev’in, ölümünün onbeşinci yılında Kafkasyalılar camiasında az hatırlanıyor olması, çok büyük kayıplar ve acılar yaşanması kadar belki bu herşeyin birbirine karışmış olması yüzündendir de. Bana sorarsanız, biz Kafkasyalılar savaşmaktan ve kahraman olmaktan yorulduk…

Belki zamanla rahmetli Dudayev’in siyasetini, liderliğini, doğrusunu-yanlışını, kendi halkına (ve diğer Kafkas halklarına) ne kazandırıp ne kaybettirdiğini daha çok sorgulayacağız. Ama şimdilik, 1991’de yüzde 85 oy alacak kadar halkı tarafından sevilip sayılmış, Rusya’ya meydan okuyuşuyla tarihe malolmuş bir liderin bugün kendi halkından (ve diğer Kafkas halklarından) ziyade radikal dincilerin ve Türk milliyetçilerinin gönlünde taht kurmuş olmasının ‘sebeb-i hikmeti’ni etraflıca düşünmemiz gerektiğini belirtmekle yetineyim.