Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında
bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad.... Her yıl, 27 Eylül
sabahının alacasında üç insan, bir gün önce gelip
yerleştikleri Ritsa Oteli’nden çıkıp usulca bu parka yürür.
Sabahın esintisi ve kuşların güne merhaba diyen cıvıltısı
eşlik eder onlara. Ellerinde karanfil, keman-viola-flüt,
yüzlerinde hüzün-özlem-sevgi… Özenle saf tutarlar anıtın
başında. Sessiz bir saygı duruşuyla başlar seremoni.
Karanfiller bırakılır kaidenin üzerine. Zaman durur bir an,
rüzgar susar, kuşlar kanat çırpmaz olur. Önce yerel bir
şarkının ezgisi dökülür koca granit kaidenin sathına. Sonra
evrensel şarkıların rafine tınıları. Notalar dökülür tane
tane. Her biri sevgidir, özlemdir, vefadır. Ninni
sıcaklığında, aşk renginde, dostluk tadında… Notalar uçuşur
saf su zerrecikleri gibi. Uçuşur ve o anı sonsuza taşır.
Uçuşur ve bir gökkuşağına dönüşür.
Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında
bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad.... Parkın adı
özgürlüktür, anıtın adı özgürlük. Anıta nakşolunmuş adlarsa,
14 Ağustos 1992-30 Eylül 1993 tarihleri arasındaki Abhazya
özgürlük savaşının şehitleri… Ve her 27 Eylül sabahı gelip bu
özgürlük savaşçılarını notalarla selamlayan o üç insan, anıtta
yazılı yüzlerce ad arasında yer alan Ahra ve Sergey’in
St.Petersburg (eski adıyla Leningrad) Devlet
Konservatuarı’ndan arkadaşlarıdır. Ahra ve Sergey, diğer
pekçokları gibi, Sohum’un özgürlüğe kavuştuğu 27 Eylül sabahı
şehit olmuştur.
Ahra dört yıl önce gitmişti Leningrad’a. Sohum
müzik okulunu birincilikle bitirmiş, Leningrad Devlet
Konservatuarı’nda okumaya hak kazanmıştı. Burası, Sovyet
döneminin en gözde müzik merkezlerindendi. Rusya’nın farklı
bölgelerinden ve çevre ülkelerinden (eski Sovyet
cumhuriyetlerinden) başarılı öğrencilerin toplandığı bir okul.
Ahra, Sergey ve diğerleriyle burada tanışıp arkadaş olmuştu.
Okul arkadaşlığı kısa sürede dostluğa dönüşmüş, bu dostluk
Ahra’nın yaz tatillerinde diğerlerini Sohum’daki evine davet
etmesiyle iyice pekişmişti. Birbirinden ilham alan, en
sevdikleri besteleri birlikte çalışan ve yorumlayan beş
kafadardılar. Öyle ki, 1992’nin 1 Haziran’ında ünlü Rus
besteci Glinka’nın doğumgünü nedeniyle konservatuarın büyük
salonunda düzenlenen etkinliğe beşli olarak katılıp en iyi
yorum ödülünü almışlardı. Ahra piyao, Sergey keman, diğerleri
de keman+viole+flüt çalmışlardı.
Ahra ve arkadaşları 1992’nin 15 Haziran-15
Temmuz arasını yine Abhazya’da geçirmiş, kumsalında koşturup
denizinde kulaç atmışlardı. Öğleden sonraları Ahra’nın evinde
provalara devam etmişler, arada bir babasının garmonu ve
annesinin sesi eşliğinde Abhaz prove repertuarlarına Abhaz
şarkıları da eklemişlerdi. Hepsini kendi çocuğu gibi
benimseyen Ahra’nın annesi, önceki yıllarda olduğu üzere yine
Abhaz muftağının en meşakkatli lezzetlerini hazırlamış;
babası, gençlerin o çok övündüğü şarap rezervini bir haftada
talan etmesini gülümseyerek karşılamıştı. Eski bolluk yoktu
ama çocuklar için gerekli nevale bulup buluşturulmuştu.
Arkadaşları ne kadar farkındadır bilinmez ama
Ahra, her yıl bu küçük cennet ülkesinde işlerin iyiye
gitmediğini görüyordu. Koca Sovyet sistemi çöküyordu ve
ülkesiyle Gürcistan arasında gerginlik tırmanıyordu. 1989’da
çatışmalar yaşanmış, Sovyet askerlerinin araya girmesiyle
nispeten yatıştırılmıştı. 1990’da Sovyetlerin yıkılması
Abhazya’yı güvencesiz bırakmış, Gürcistan’ın Abhazya’ya
yönelik tehditleri giderek artmıştı. Söz yerindeyse, her geçen
gün Abhazya’nın feri sönüyordu. İşte Ahra tatile geldiği her
yıl, adım adım tırmanan bu gerginliği daha yakından
hissediyordu. Annesi-babası oğullarını kaygılandırmamak için
pek konuşmasa da o komşulardan ve mahalle arkadaşlarından
olanı biteni öğreniyordu. Öğreniyordu da, o da o çok sevdiği
arkadaşlarını tedirgin etmemek ve tatil keyflerini bozmamak
için elden ne gelirse yapıyordu.
15 Temmuz’da, yaz okuluna devam etmek üzere
Leningrad’a döndüler. Ahra’nın aklı geride kalmıştı. Hatlar
izin verdikçe telefon ederek gelişmeleri öğrenmeye çabaladı.
Öğrendikçe huzursuzluğu artıyor, huzursuzlandıkça daha çok
merak ediyordu. Ya savaş çıkarsa!...
Evet, 14 Ağustos’ta Gürcistan’ın saldırısıyla
savaş çıkmıştı. Ahra haberi duyduğunda, anne-babasına telefon
etmeye çalıştı, hatlar izin vermedi, hiç duraksamadan sırt
çantasını hazırlamaya başladı. Arkadaşları, “gidemezsin, sen
müzisyensin, savaşta yapacağın birşey yok” dediler. Nafile…
Sonunda Sergey, “ben de geliyorum” dedi. Ahra karşı çıktı,
“sen Rus’sun, Abhazya’daki savaşta ne işin var”. Sergey güldü,
“iyi de arkanı kollayacak benim gibi vefalı bir Rus’a
ihtiyacın var” diye takıldı. Diğerleri havaalanına kadar eşlik
ettiler, ertesi sabah Soçi’ye uçak vardı, geceyi alanda
geçirdiler, sabah vedalaştılar…
Ahra ve Sergey üç günü Soçi’de, Abhazya’ya
geçmenin yollarını arayarak geçirdiler, Soçi’deki Abhazların
irtibat merkezi haline getirdikleri binanın hummalı
atmosferine da katıldılar. Sonunda Pitsunda’ya giden bir
Kızılhaç teknesine bindiler ve oradan Guaduta’ya geçip direniş
saflarına katıldılar.
Ahra ancak bir hafta sonra anne-babasının iyi
olduğu haberini aldı. İşgal altındaki Sohum’dan çıkamamışlardı
ama iyiydiler.
Sohum düştükten hemen sonra buradaki Abhaz
nüfusunun büyük kısmı Gudauta’ya geçmişti. Diğer kentlerden
gelenlerle nüfusu üçe katlanan Gudauta direnişin merkezi
olmuştu. Adige’den, Kabartay-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’den,
Çeçenistan’dan, Osetya’dan, Dağıstan’dan, Rusya’nın çeşitli
bölgelerinden, diyaspora ülkelerinden gelen gönüllülerle dolup
taşıyordu.
Abhazya’ya ve direnişe liderlik eden Ardzınba,
öğrencilerin ve bilim-sanat insanlarının sıcak çatışmalara
katılmasını istemiyordu. “Onları gelecek için sakınmalıyız”
diyordu. Ama sorun şuydu ki, Abhazya nüfusunun çoğunluğu
bilim-sanat insanıydı. Ayrıca, sözkonusu olan yurt
savunmasıysa kim geride kalmak isterdi ki!... Ahra ve Sergey
2.Sohum Batalyonu’na (direniş birliği) katıldılar. İlk bir ay,
kendilerine benzeyen pekçok gönüllü gibi silahları tanımak ve
savaş tekniklerini öğrenmek üzere geri hizmette bulundular. Bu
arada, fırsat ve enstrüman buldukça çalarak hem müzikten
kopmamaya hem de silah arkadaşlarına moral vermeye
çabaladılar. Piyano-keman çalan eller tetiğe alışıyordu.
Ekim’in ilk günü Gagra’yı geri almak üzere başlatılan
taarruzda ilk cephe deneyimini yaşadılar. En uç birlikte
değildiler ama, yedi gün süren çatışmalarda ilk yaralarını
alacak kadar savaşın içinde oldular; önlerinde patlayan bir
bombanın küçük çarapnel parçaları Ahra ve Sergey’i ‘gazi’
yapmıştı, neyse ki ayakta tedavi ile atlatmışlardı.
Kasım sonunda, Gürcistan’la varılan geçici
ateşkes ve mübadele anlaşması ile Ahra’nın annesi ve babası
Gudauta’ya geldi, böylece Ahra onları merak etme yükünden
kurtulup savaşa daha fazla konsantre olmuştu. Şimdi tek derdi,
içten içe sorumluluğunu üslendiği Sergey’i korumak ve
kollamaktı. Gerçi Sergey “Ahra’nın arkasını kollamak üzere”
gelmişti Abhazya’ya ama Ahra bu savaşın Sergey’in değil
kendisinin olduğunu gayet iyi biliyordu. O yüzden katıldıkları
çatışmalarda sürekli Sergey’in bir adım önünde durur, ateş
altında kaldıklarında yere yatması için Sergey’ı uyarırdı.
Sohum’a düzenlenen başarısız saldırılarda, özellikle 15-16
Mart’ta (1993) 400 kayıp verilen büyük saldırıda omuz omuza
mücadele ettikleri pekçok silah arkadaşlarını kaybetmişlerdi.
Gagra’nın kolay geri alınışının yarattığı özgüven ve moral,
Sohum’a yapılan başarısız saldırılarla sarsılıyordu. Yine de
herkes gibi onlar da Ardzınba’nın liderliğine, Sosnaliev ve
Arşba’nın kurmaylığına ve takım konutanlarının kararlılığına
güveniyorlardı.
Nihayet 24 Eylül’de (1993) Sohum’u geri almak
üzere büyük taarruz başladı. Taarruz, Gumısta nehrinin dağlık
bölgesinden (Guma-Şrom) kıyıya kadar (Eşera) uzanan geniş bir
coğrafyayı kapsıyordu. Ahra ve Sergey’in bulunduğu birlik
ortada, karayolunu takip eden güzergahtaydı. İlk iki gün
şiddetli bir direniş vardı ve Gürcistan mevzilerindeki
sniper’lar (keskin nişancılar) Ahra ve Sergey’in birliğine
aman vermiyorlardı. Direniş Abhazya kuvvetlerinin kararlı
yürüyüşü sonunda gevşemeye başladı. Gumısta köprüsü üzerinde
şiddetli çatışmalar oldu. 26 Eylül sabahı Abhaz öncü kuvvetler
köprüyü geçip Sohum’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Ahra ve
Sergey de bu grubun içindeydi. Guma-Şrom ve Eşera hattından da
iyi haberler geliyordu. Çok kayıp vardı ama Gumısta’yı geçmiş
olmak ayakta kalan herkese büyük moral vermişti. İlerleyiş gün
boyu sürdü, gece Sohum tren garı yakınlarına kadar gelinmişti.
27 Eylül sabahı, tam şafak vakti Ahra ve
Sergey’in yer aldığı birlik, Gürcülerce tahkim edilen tren
garına atak yaptı. Geniş bir alandı ve ağır ateşten korunmak
imkansızdı. Önce Sergey sendeledi, daha o düşmezden yere Ahra
göğsünde bir sıcaklık hissetti. Şafak vakti iki arkadaş, iki
dost yattıkları yerden bir an birbirlerine baktılar,
birbirlerine el uzattılar, sonra ileriye gidebilen silah
arkadaşlarını gözleriyle selamladılar... Bakışları
bulanıklaşıp bilinçleri yitip giderken, ayakta olanların ve
ileri gidenlerin başaracağını umut ettiler. Onlar başaracaktı…
Ve başaranlar, bu başarıya can verenleri ölümsüzleştirecekti…
İşte Sohum’un ortasındaki bu park ve parkın
ortasındaki bu anıt, Ahra, Sergey ve nicelerinin ölümsüzlük
evidir. Elbette anıttaki her adın başka bir öyküsü vardır.
Kimi o parkın çevresindeki evlerde doğmuştur, kimi o parkta
aşık olmuştur ve kimi o parkı hiç görmemiştir. Abhazya’nın
köşe bucağından, Kafkasya’nın dağından ovasından, Rusya’nın
yakınından uzağından, diyasporanın kırsalından kumsalından
pekçok insan orada ya da Abhazya’nın her karışında yükselen
anıtlarda buluşmuştur. Abhazya’nın özgürlüğü için sonsuzluğa
kulaç atmıştır.
Sohum’un ortasında bir park, parkın ortasında
bir anıt, anıtın üstünde yüzlerce ad.... İki kadın bir erkek,
yani bu üç vefalı insan, bu sevgi ve hüzün yüklü üç dost, her
yıl 27 Eylül’ün şafak vaktı buraya gelip Ahra ve Sergey’e en
sevdikleri şarkıları çalarlar. Biri St. Petersburg’dan, ikisi
Moskova’dan gelir, Ahra ve Sergey’in ruhunu sarıp sarmalarlar.
Ve orada yatan yüzlerce yurtseverin.
Bu üç vefalı insanın ruhlara dinletisi devam
ederken diğer vefalı insanlar gelmeye başlar. Analar, babalar,
kardeşler, çocuklar, akrabalar, dostlar, arkadaşlar,
tanıdıklar, tanımadıklar… Abhazya’nın ucu bucağından ve pekçok
ülkeden gelirler, gelirler ve orada yatan yüzlercesini
kalplerinde, bilinçlerinde ve geleceklerinde yaşatırlar.
27’sinden 30’una kadar insanlar gelir akın akın…
27 Eylül’de Sohum, 30 Eylül’de Abhazya onlar
sayesinde özgür olmuştur. Bedeli ödenmiş bir özgürlüktür.
Değerlidir, kutsaldır ve vazgeçilemezdir. Sohum’a yolunuz
düşerse birgün, bir demet karanfille parka yürüyün, anıtta
adları yazılanlara görünün, bir teşekkür edin. Onlar ve onlar
gibi Abhazya’nın her karışında dikilen anıtlarda adları
yaşatılan kahramanlar sayesindedir bugünümüz. Onlara saygımız
sonsuz, minnetimiz ölçüsüz…
Abhazya’nın 30 Eylül zaferi yakın tarihimizin
en muhteşem destanıdır. Bu, yurtseverliğin, cesaretin ve azmin
olduğu kadar kardeşliğin, birliğin ve dayanışmanın da
destanıdır. Abhazya halkı bu zaferi kardeş Kafkas halklarıyla
ve Rusya’nın farklı bölgelerinden gelen vefalı gönüllüleriyle
omuz omuza savaşarak kazandı. İşgal kuvvetlerine karşı
direnişin başladığı ilk günden itibaren Adigey’den,
Kabardey-Balkar’dan, Karaçay-Çerkes’den, Çeçenistan’dan,
Dağıstan’dan, Osetya’dan, Rusya’dan, Türkiye’den, Suriye’den,
Ürdün’den ve dünyanın pekçok ülkesinden binlerce gönüllü
Abhazya’nın yardımına koştu. Yüzbinlerce insan Abhazya’ya
siyasi ve ekonomik destek için seferber oldu. Abhazya’nın 30
Eylül zaferi kardeşliğin ve kadim dostluğun,
anavatan-diyaspora dayanışmasının, birliğin ve birlikteliğin
zaferidir. Bu zafer hepimizindir…
Abhazya bugün özgür ve bağımsız bir ülkedir.
Bugünlere kolay gelinmedi. Kendinden kat be kat güçlü bir
saldırgana karşı, neredeyse imkansızı başararak bir savaşı
kazandı. Peşinden 10 yılı aşkın süreyle ağır bir ambargoya,
uluslararası baskıya ve şantaja direndi. Bitip tükenmez
provakasyonlara, sabotajlara, yeni saldırı girişimlerine karşı
kendini korudu. Tarih boyunca gaspedilmeye çalışılan özgürlük
ve bağımsızılık hakkına sahip çıkarak küllerinden yeniden
doğdu. Abhazya halkı kardeşleriyle, dostlarıyla birlik olup
bunu başardı. Bu başarı bize sevinç ve övünç vermekle kalmadı,
tüm dünyada özgürlük, barış ve adalete inanan, bu uğurda
mücadele veren tüm insanlara umut, güç ve cesaret verdi.
Abhazya’da kazanılan zafer insanlığın
zaferidir. İnsan olmanın zaferi. Bu zafer hepimizindir. Bu
özgürlük, bu bağımsızlık hepimizin...
Abhazya’yı zafere, özgürlüğe ve bağımsızlığa
taşıyan, başta V. Ardzınba olmak üzere bu başarıya öncülük
eden tüm siyasi ve askeri liderleri, bu mücadelede saf tutan
tüm yiğit insanları selamlıyor, önlerinde saygıyla eğiliyoruz.
Abhazya’ya özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazandıran 30 Eylül
1993 zaferinin yıldönümünü bu yıl diyasporada da büyük bir
şölenle kutluyoruz. 1 Ekim Cumartesi günü, Sakarya’nın Akbalık
köyünde, hem bu zaferi mümkün kılan Abhazya’nın, tüm Kuzey
Kafkasya’nın ve Rusya’nın yiğit evlatlarını onurlandırmak
için, hem tarihimize ve geleceğimize hep birlikte daha güçlü
bir iradeyle sahip çıkmak için biraraya geliyoruz.
Bu yıl 30 Eylül Zafer kutlamaları için Abhazya’ya
gidemiyorsanız, 1 Ekim’de Akbalık’a gelin. Gelin ve
tarihimizin en önemli zafer gününde gurura ortak olun.
Nıgzara akzayt aydgılara, ayaayra, ahakuytra !..
Yaşasın birlik, zafer ve özgürlük !..
Not: 1 Ekim’de Akbalık’ta yapılacak ‘Ayaayra’
kutlamaları için detaylı bilgiye
http://ayaayra.org ‘dan ulaşabilirsiniz. |