|
|
................... |
|
................... |
UZUNYAYLA’DA RAMAZAN İFTAR YEMEKLERİ VE
BAYRAM GÜNLERİ |
05.05.2009 |
|
WORDIM Müzeyyen |
................... |
................... |
Ramazan ayı Uzunyayla da büyük
bir heyecan ile bolluk-bereket içinde karşılanırdı. Arife akşamı
mutlaka her evde lokum-halive denen hamur kızartmaları yapılırdı.
İlk gün yapılan yemekler ile neredeyse sahur yemeği de hazırlanmış
olurdu. Ramazan ayının son gününde de yine aynı şekilde lokum-haliveler
pişirilir, bayram sabahı kahvaltıda yenirdi.
Ramazan ayın da sahur davulunu köyün gençleri çalardı. Bu gençler
kendilerine tahsis edilen bir evde sahura kadar sohbetler eder,
sahur vaktinde de ilahiler-maniler eşliğinde davul çalarak köy
halkını sahura kaldırırlardı. Bayram sabahı kapı kapı gezen bu
gençlere kızlar da uygun hediyeler verirdi.
İftar yemeği davetleri kalabalık olurdu. Davetlere her evin aile
reisi kesin olarak çağırılırdı. Ev sahibi thamadelere ( yaşlılara)
ayrı bir odada sofra açardı. Diğer odalarda ise her yaş grubundan
kişilerin birlikte yemek yiyebileceği ayrı ayrı sofralar
kurulurdu.
İftar yemeğinin ana menüsü genellikle “gosec go hantğups” (
buğdaylı süt çorbası), hindi etinden yapılmış “şips-baste” ve
tatlı olarak da “hurma tatlısı” olurdu. Ekmek olarak mutlaka
halgone (hamuru özel sütlü karışım ile yoğrulmuş, değişik
modellerde, parçacıklar halinde hazırlanan ekmekler) pişirilirdi.
Ayrıca kurutulmuş siyah üzüm ve kayısıdan yapılan hoşaflar da
safrada olmazsa olmazlardandı. Salatalar sofralarda çok nadir
olurdu. Hele ki ramazan ayı kış aylarına rastladığı zamanlarda
yeşillikler ve salatalar sofralarda olamazdı.
Biz çocuklar, sahura kalkmayı çok severdik. Bazen uyandığımızı
büyüklerimize iyice hissettirirdik ama büyüklerimizden kalkmak
için yüz bulamazdık. Genellikle kalkmamıza izin vermezlerdi.
Ramazan ayı süresince iftardan hemen sonra camiye gidilirdi.
Üç-beş kişi, akşam namazı ile teravih namazı arasında, Kuran-ı
kerimden ayetleri paylaşarak sırası ile okurdu. Arife gününden bir
gün önce (son teravih namazının kılındığı akşam) bitirilmek üzere
cami de Kuran okunurdu. “Kulhuvallahu” duasını okumak kime rastlar
ise o kişi için “gulhole gıhas” denir ve seslice “yağafar” (bir
çeşit ilahi) diyerek camideki cemaat grup halinde, o kişinin
ailesine (anne-babasına yok onlar hayatta değil ise en yakın
amcasına) gözaydın vermeye giderlerdi. İleriki günlerde “goşe
cemaate” yemek daveti verilmesi için, köyün imamı tarafından
aileden söz alınırdı. Bayramın ilk günü köyün imamı ve goşe
cemaati grup halinde bayramlaşmak için ev ev dolaşırdı. Son olarak
yemek daveti verecek olan evde “sözü verilen davet yemeği”
yenilirdi. ( Amcamın ve kardeşimin bu şekilde köy cemaati ile
tören halinde birkaç kez eve getirildiklerini ve annelerimizin
daha sonra yemek davetleri verdiğini hatırlıyorum.)
Tabii ki bu tür yemek ziyafetlerinin perde arkasındaki
kahramanları evin bayanları yani anneleriydi. Evin thamadesinin
verdiği “yemek daveti” sözünün en iyi şekilde sonuçlanması için
yoğun emekler harcarlardı. Onlara güvenilmese idi nasıl goşe
cemaate söz verilirdi ki? Bu vesile ile babaannemi, annemi ve
yengelerimi rahmetle anıyorum. İyi ki öyleydiniz, iyi ki bizleri
de öyle yetiştirdiniz, Kabardeyce “adage jek” denirdi, sofraları
boldu, ellerinden geleni esirgemezlerdi. Hepsini “rahmetle anıyor,
nur içinde yatsınlar “ diyorum.
Ramazanın son günü olan arife gününde bayram için evlerde
hazırlıklar yapılırdı. Bol miktarda sütlaçlar, kompostolar,
halgoneler hazırlanırdı. Bayram günü gelen konuklara mutlaka
sofralar kurulur gün boyu ikramlar yapılırdı.
Bayram sabahı evin büyükleri “sabah namazı”na mutlaka giderdi.
Büyükler, bayramda şehirlerden köye gelen evin gençlerinin de
erkenden kalkıp bayram namazına katılmasını isterdi. O gün babam
ve annem de sık sık “hadi kalkın bayram namazına” diyerek erkek
kardeşlerimi odanın kapısından uyarırdı. Kardeşlerimde genellikle
kalkar bayram namazına giderdi. Annem, bayram namazı kılınmadan
önce çeşmeden akan suyu içmenin uğuruna inanır ve mutlaka namaz
kılınmadan bir sürahi suyu köyün çeşmesinden doldururdu.
Namazdan çıkan büyükler köyün camisinde toplanır bayramlaşırdı.
Bizde de, babam büyük olduğu için cami çıkışı amcalarım
bayramlaşmak için evlerine gitmeden bize gelirlerdi. Hep birlikte
kalabalık bir aile olarak keyifle kahvaltımızı yapardık. Bu arada
büyüklerimiz ölen büyüklerimizi anarlardı ve hüzünlerini yüz
ifadelerinde hissederdik. Onlar yinede biz gençlere çok
yansıtmamaya çalışırlardı.
Büyüklerimiz, Uzunyayla köylerinde evli olan halalarımız,
ablalarımız var ise mutlaka onlara bayram ziyareti için gitmemizi
hatırlatırdı. Onları ihmal etmememiz gerektiği söylenirdi. Yakın
köylerdeki bu akrabalara küçük hediyeler ile gider halalarımızı-
ablalarımızı sevindirirdik. Bizleri çok güzel misafir ederlerdi,
bizlerde bu tür ziyaretlerden çok büyük mutluluk duyardık.
KURBAN BAYRAMI
Uzunyayla’da “Kurban Bayramı” günümüze göre çok farklı değildi.
Kurbanı aile büyükleri yapardı. Kurban edilecek eğer büyük baş
hayvan ise genellikle birkaç kişi birleşerek hisseli olarak kurban
keserdi.
O dönemlerde soğutucular yoktu. Dolayısıyla et uzun süre
korunamadığı için kurutulurdu. Kurban etinden alınan parçalar
tuzlanarak dışarıda açık havada kurutulurdu. Kurbanın bir miktarı
da bol yağlı kavurma yapılırdı. Sucuk yapılmazdı. Kuyruk yağı
eritilerek çıkarılır, çıkan yağ bir şekilde değerlendirilip
atılmazdı. Yemekler ve hamur işlerinde kullanılırdı.
Kurban etinden “Jerume” yapılırdı. Annem onu mutlaka her kurbanda
yapardı. İçini özel olarak hazırlardı. O yüzden epeyce vaktini
alırdı. Hazırlamış olduğu içi, uzun süre köyün çeşmesinde yıkamış
olduğu bağırsağa doldurur, iki başını açılmaması için kalın
iplikler ile bağlardı. Bunları suda haşlar, piştikten sonra
iplerini çözer kabuğunu soyup dilimleyerek etin yanında servis
ederdi. Zahmetli fakat bir o kadarda lezzetliydi.
Kurbandan arta kalan diğer etler kaynatılır ve gelen misafirlere
ikram edilirdi. Tabi ilk olarak ta köyde kurban kesmeyenlere de
mutlaka payları gönderilirdi.
ÇOCUKLARA VERİLEN BAYRAM ŞEKERLERİ
Çocuklar grup halinde kapı kapı dolaşıp şeker toplardı. Şekerler
birer- ikişer değil avuç dolusu olarak verilirdi. O yüzden olsa
gerek çocuklara verilen şekerlerde pek kaliteli olmayan en ucuz
şekerler olurdu. Bazen köydeki bir- iki aile çocuklara iyi
şekerlerden verirdi. Çocuklarda o aileleri evde anlatırlardı.
Bazen o evlere şekerlerin hatırına ikinci defa gidildiği de
olurdu. Naylon poşetler içinde topladığımız şekerleri bir köşeye
oturup saymaktan büyük keyif alırdık. Sayısı azalmasın diye o gün
şekerlerimizden pek yemek istemezdik. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|